Üstad Bediüzzaman Hazretleri’ne sorulan, “Tembellik zindanına düşmemizin sebebi nedir?” sorusuna, verdiği cevap: “Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise bineğidir. İşte, himmetiniz şevke binip hayat mücadelesinin meydanına çıktığı vakit, en evvel şiddetli düşman olan ümitsilik rast gelir. Moralini ve mânevî gücünü kırar. “Siz o düşmana karşı Allah’ın rahmetinden ümdinizi kesmeyiniz’ (Zümer Suresi, 39/53) kılıcını kullanınız.”
Üstadımızın uzun cevabından sadece bu bölümü üzerinde duralım: Cenab-ı Hak, insana beş zâhirî-maddi duygu (görme, işitme, koklama, dokunma ve tad alma duygusu), ayrıca beş batınî-mânevî duygu da vermiştir. (Bunlar da: Sâika, şâika, hiss-i kablel-vuku, rüyâ-yı sâdıka ve keşf-i sahih). Şâika, şevk duygusudur. Bazı hayvanlarda bile çok mükemmeldir. Mesela karıncalar ve arılar hiç durmadan şevk ile çalışırlar. Bu hizmet-i imaniye ve Kur’aniyenin mensupların çoğunda da bu şevki görmek mümkündür. Hizmetin, hizmet etmenin tadını alan zaten yerinde duramaz.
İnsanın himmet ve gayreti, bir hayat mücadelesi meydanına çıkınca başına sekiz engel çıkar. Bunlardan birincisi yeis (ümitsizlik)tir. Üstadın buna verdiği vasıf, düşman-ı şedid… Başka eserlerinde Üstad yeis için “kanser” ve ‘her kemâl’e ve gelişmeye engel’ tabirini kullanıyor. Onun için çare olarak da “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz.” (39/53) âyetini hatırlatıyor. Çünkü bu engeli kırıp geçirip çürütecek bu kılıçtır. Zira bir imtihan meydanında bulunuyoruz. İmtihanlar bazan çok şiddetli olabiliyor: “Yoksa siz, daha önce geçmiş ümmetlerin başlarına gelen durumlara maruz kalmadan Cennet’e gireceğinizi mi sandınız? Onlar öyle ezici mihnetlere, öyle zorluklara duçar oldular, öyle şiddetli sarsıldılar ki, Peygamber ile yanındaki müminler bile ‘Allah’ın vaad ettiği yardım ne zaman yetişecek?’ diyecek duruma geldiler. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı yakındır.’ (Bakara Suresi, 2/214)
Bu âyetin izahı üzere Prof. Dr. Suat Yıldırım Hocamız diyor ki: “Bu âyet, İlâhî terbiye metodunu açıklamaktadır. Allah’ın rızası ve cennet ucuz değildir. Gayret, sabır ve sebat imtihanlarından geçmek, böylece pişip bir kıvama ermek gerekdir. Allah bu dünyaya sa’y (çalışma) kanununu koymuştur, atâlete ve gevşemeye yer yoktur. İşlemeyen demir pas tutar, çürür, işleyen demir ışıldar… Dünya rahat yeri değil, hizmet yeridir. Mükâfat (ve ücret) yurdu ise, âhirettir. Rahat yeri olsaydı, Allah en seçkin kulları olan Peygamberlerini burada rahat ettirirdi. Âyet başta Asr-ı Sâadet’teki ashab olarak, kıyamete kadar gelecek müminlerin himmetlerini kamçılamaktadır.”
İkinci engel olarak: “Sonra müzâhemetsiz olan, (sıkıntı ve izdiham yeri olmayan) hakkın hizmetinin yerini zaptedip ‘Meylü’t-tefevvuk (önde görünme, üstün olma arzusu) istibdâdı hücuma başlar. Himmetin başına vurur, atından düşürttürür. Siz ‘Siz sadece Allah için olunuz’ hakikatini o düşmana gönderiniz.”Aslında Hakkın hizmetinde sen-ben meselesi olmaz, olmamalı. Bunda bir sıkıntının bulunmaması gerekir. Gerçek bu iken maatteessüf bunun yerine “Benim başta olmam lazım. Önde ben görünmeliyim” arzusu, istibdad ve tahakkümü ile ortaya çıkarsa, mübareze meydanına çıkmış himmetin başına vurur ve bindiği şevk atından aşağı düşürür. İşte bu düşmana karşı ihlas sırrını içimizde yerleştirip, özümseyip içselleştirerek “Sırf Allah için, Allah rızasını kazanma gayretiyle, Allah’ın hizmet etme emrini yerine getirmeye ve daha başka hiçbir beklentide olmamamız icab etmektedir.
Üçüncü engel: “Sonra da zincirleme illet ve sebeplerdeki gerekli sırayı atlamakla işleri bozup berbat eden acelecilik engeli çıkar ve himmetin ayağını kaydırır. Siz ‘Sabredin, birbirinize sabır tavsiye edin ve ribat yapın’ (Âl-i İmran Suresi, 3/200) âyetini siper edin.”
Üstad Hazretleri, “Cenab-ı Hak, insanların kalb tahtına Kendi muhabbetinden başka bir şeyin oturmasını istemez. Ama, acelecilik, hırs, aşk-ı mecazî ve siyaset gibi şeyler müfteris yani yırtıcı ve parçalayıcı oldukları için kalbi deler ve o tahta otururlar. Bu sebeple Allah darılır ve aksiyle tokat vurur.” diyor. Bunlardan acelecilik ve hırs kalbe oturunca artık o insanın gözü hiç bir şey görmez, âdeta kör olur, kimseyle istişare etmez, meşveret ve şûraya önem vermez hasaret ve hüsrana düşüp kaybedenlerden olur. Onun için bu engeli aşmak ve bu hastalıktan kurtulmak için Üstad Hazretleri Âl-i İmran Suresi’nin 200 âyetine göre hareket etmemizi istiyor. Çünkü böylece acelecilik belasından kurtulmamız için sabredeceğiz, işleri oldu bittiye getirmeyeceğiz, birbirimize sabır tavsiye edeceğiz, hatta sabırda yarışacağız, engelleri asmak için her türlü hazırlığı yapacağız ve aramızda müfritane bir irtibatta bulunacağız. Her şeyin ifratı ve müfriti kötüdür, ama aramızdaki irtibatın ifrat derecede olması iyidir. Yani kulağım, gözüm Hizmet’te ve Hizmet’in işlerinde olması gerekir. “Acaba benim yapmam gereken ve benim yapabileceğim bir şey var mıdır?” diye sıkı bir bağ ile, gidişatı takip etmem gerekir. Çünkü Hizmet çok hızlı gelişen hep yeni gelişme ve doğumlara mazhar olan bir yapıya sahiptir. Yunus Emre’mizin dediği gibi “Biz her gün yeniden doğarız.”