MEHMET ALİ ŞENGÜL - SAMANYOLUHABER.COM
Rüya, şehadet aleminden misal alemine açılan bir penceredir. Olmuş ve olacak olayların, gerçeklerin aynen veya sembollerle müşahede edilmesinden ibarettir. Görülen rüyalarda göze, kulağa, maddeye ihtiyaç yoktur. Görülen şeyler, basiret ve ruhun idrakiyle sezilir.
Efendimiz (sav) sabah namazından sonra cemaate döner, sahabe efendilerimize (r. anhüm) ‘Bu gece rüya gören var mı? diye sorar ve rüyaları tabir ederdi. Bir sahabenin anlattığı rüya için; “Hayırsa onu bulasın, şer ise ondan korunasın” buyurdular.
Rüyalarımızı; doğruyu, gerçeği yakalama adına bir tedbir aracı olarak değerlendirmeli ve ahiret, berzah ve kabir aleminden, şehadet alemi olan şu dünya sahilimize gelen birer sızıntı halinde müşahede etmeliyiz. Misal alemi bizi, ahiret alemine bağlayan bir bağdır. Rüyada gözlerimiz madde alemine kapalı uyuruz. O anda gözler görmez, kulaklar işitmez, el tutmaz, ayak yürümez, dil konuşmaz ama; rüya aleminde gözler görür, kulaklar duyar, eller tutar ayaklar yürür, diller konuşur. Bazen asırlar öncesine misafir oluruz, bazen asırlar sonrasına seyahat ederiz. Rüyalarda bazen korkudan canımız gırtlağa gelir, kan-ter içinde kalırız, bazen de cennette yaşıyor gibi mutlu oluruz. İşte bütün bu olup bitenler ruh dünyamızla alakalıdır.
Rüyalar ile anlarız ki, dünya ile berzah ve diğer alemler arasında ince bir perde vardır. Müslümanın rüyası, peygamberliğin kırk beş cüzünden bir cüzdür. Resulüllah (sav) Efendimiz: “Rüya üç kısımdır, biri Allah’tan bir müjdedir, biri nefsin konuşmasıdır, diğeri de şeytanın korkutmasıdır.” Buyurmuşlardır. Yani; görülen rüyalar ya rahmanidir, ya nefsânî, veya şeytânîdir.
Bir kişi rüyada Efendimizle (sav) görüşse, Efendimiz (sav) ona nasihat etse, şayet bu ifadeler Kur’an’a ve sünnete muhalif ise, onunla amel edilmez. Hele cinlerle olan münasebetlere gelince, bunlara asla gönül kaptırmamalıdır.
Rüyada biri gelse konuşsa, o yanınızda yoktur, onu görmezsiniz. Sizin onu rüyada gördüğünüzden, konuştuğunuzdan da onun haberi yoktur. Uyanır uyanmaz o gördüğünüz rüyayı birilerine anlatmaya çalışırsınız.
Uyku, ölümün küçük kardeşidir ve harika bir haldir. Beden adeta ölüyor, ruh bedeni sırtına alıp dünya, ahiret ‘rüya’ âleminde her yeri dolaştırıyor. İnsan hayatın acısıyla, tatlısıyla her şeyini, uyurken, yatağında yatarken yaşıyor.
Nebe’ sûresi 9. Ayette Cenab ı Hakk; “Uykunuzu dinlenme yaptık” buyuruyor. Evet uyku; alem-i şehadet içinde, alem-i gayba bakan bir penceredir. Bu dinlenme vaktinde görülen rüyalar, kişinin inancına, niyetine, duygu ve düşüncesine göre değişebilir.
Uyku, gayet güzel ve muhteşem bir sinema-i Rabbâniyenin seyrangâhıdır. Nasıl bir film seyrederken ruhu okşayan güzellikler olduğu gibi, korkutucu sahneler de olur. Rüyalar da böyledir. Ne var ki, korkutucu sahnelerin çok güzel neticeleri olduğu gibi, çok güzel sahnelerin neticesi de tüyler ürpertici korkunç neticeyle sonlanabilir.
Mesela, rüyada Efendimiz (sav) in bir iltifatı, başınızı okşaması; dişini sık, inandığın hak yolda bir imtihan seni bekliyor manasına geldiğini büyüklerimiz, aynı zamanda rüya yorumcuları ifade etmektedirler.
Hz. Üstad, “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır” buyurmaktadır. İfade edildiği gibi, güzel ahlâklı bir insan güzel düşünür, güzel düşünen de hem hayatında, hem rüyasında güzel levhalar görür. Sevdiğiniz birisi size ilham olunur, biraz sonra o insan hiç haberiniz yokken karşınıza çıktığı gibi, rüyada da müşahede ettiğiniz herhangi bir şey, uyandıktan sonra karşınıza çıkabilir.
Hz. Yusuf (as) çocukluk döneminde babası Hz. Yakup’a (as), “Babacığım! Ben rüyamda on bir yıldızın, Güneş ve Ay’ın bana secde ettiklerini görüyorum.” deyince, “Sakın bu rüyanı kardeşlerine anlatma, sonra seni kıskandıklarından sana tuzak kurarlar…” Babası Yakup (as) rüyayı yorumladığı gibi aynen kardeşleri onun hakkında tuzak kuruyorlar.
Kardeşleri babalarına, sen neden güvenip de Yusuf’u bize emanet etmiyorsun? Biz onu çok seviyoruz, yarın onu bizimle gönder, o da gezsin, oynasın, biz ona sahip çıkarız.” Dediler. Ne var ki, babamız Yusuf’u bizden daha çok seviyor kıskançlığı ile onu kuyuya atmada ittifak ettiler. Babaları Yakup (as) ın tahmin ettiği gibi, onu kurt yedi dediler. Böylece müstakbel Peygamber Yusuf (as) ın gördüğü rüyanın doğru tabiri, kuyuya atılarak, köle pazarlarında satılarak, iftira ve isnatla sekiz yıl hapishanelerde kalmak suretiyle gördüğü rüyanın yorumu, bu imtihanlardan sonra gerçekleşiyor ve neticede “Mısır’a aziz olarak” tayin ediliyor.
Rüya-ı Yusûfiye’de olduğu gibi; rüyalarda perdeli olarak, önemli hakikatler olduğuna işaretler vardır. Hadisi sahihte; nübüvvetin kırk cüzünden biri de, rüyayı sâdıka olduğu rivayet edilmektedir.
Rüya-yı sâdıka; hissi kablelvuku’nun inkişâfıdır. Bu cüz’î küllî herkeste vardır. Ehl i dalâlet, ehl i felsefe bunlara ‘sevki tabii’ diyorlar. Biz ehl-i iman ise, Kader i ilahînin sevkiyle, ilham-ı fıtrî diyoruz. Bu hem insanlarda, hem de hayvanlarda bulunur.
Sıhhiye memuru olan kartallara bir günlük mesafeden ölmüş hayvan cenazesi, hissi kablelvuku ve sevk-i kaderiyle, sâika´i ilâhî yani, ilahi bir ses olarak bildirilir. Bir günlük arı yavrusu, havada bir günlük mesafeye gider, sevk-i kaderî ile geri gelip yuvasını bulur, girer.
Hz. Yusuf (as) beraber yattığı hapis arkadaşlarına: (Ey hapis arkadaşlarım, gelelim rüyalarınızın tabirine:) Sizden biriniz, efendisine yine şarap sunacak, öbürü ise asılacak, kuşlar da başını gagalayacak. İşte yorumunu istediğiniz iş, böylece halledilip sonuçlandırılmıştır.”
Onlardan kurtulacağını anladığı arkadaşına: “Efendine benden bahset, suçsuz olduğumu hatırlat!” dedi. Fakat şeytan, efendisine söylemeyi ona unutturdu. Böylece Yusuf birkaç yıl daha hapishanede kaldı.
(Günün birinde) hükümdar gördüğü bir rüyayı kâhinlere anlatıp dedi ki: “Ben yedi semiz inek gördüm, bunları yedi zayıf inek yiyordu. Bir de yedi yeşil başak ile yedi kuru başak gördüm. Ey efendiler: “Siz rüya tabir ediyorsanız, benim bu rüyamı da halledin!”
O kâhinler “Bu gördükleriniz karışık düşlerdir. Biz böyle karışık düşlerin yorumunu bilemeyiz.” dediler. O iki arkadaştan kurtulanı, aradan geçen bunca zamandan sonra, işte ancak o sırada, Yusuf’u hatırlayıp dedi ki “Rüyanın tabirini size ben bildireceğim. Hele siz beni hapishaneye bir gönderiverin!” (Yusuf Suresi 41-45)
Hükümdarın gördüğü rüyayı; Ölümü unutan, ölümden haberdar olmayan, arzularının esiri olan kâhinler, bu rüyayı ‘Adğasü Ahlam’ olarak, karmakarışık rüyalar olduğunu görüyoruz, biz böyle karışık düşlerin yorumunu bilmeyiz dediklerini yukarıda ayeti kerime ifade ediyor.
Hz. Yusuf’un hapishanede bulunan hapishane arkadaşı aracılığı ile, Hükümdarın rüyasını doğru tabir ettiği için, Hükümdar Hz.Yusuf (as) a sahipleniyor. Hapisten çıkarıp Mısır’a aziz tayin ediyor.
Böylesine kısa vadeli bir hayatta, sonsuz ve ebedî bir hayatı kazanma fırsatını kaçırarak, ölümle sona erecek bir rüya durumunda olan dünyanın, fâni lezzetleri içinde boğulup gitmeye, basit şeylere takılarak kavga gürültü çıkarmaya ve insanlara, çocuk kadın, hasta ihtiyar, mazlum mağdur demeden zulmetmeye değer mi?
“İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar!” Ne var ki, dünyada insanın uykudan uyanması imanla, kalbiyle Allah arasındaki engelleri kaldırıp, kalbini Allah’ın rızasına kilitleyerek, emir ve yasaklar doğrultusunda şuurlu, ihlas ve samimiyetle hayatını tanzim etmesiyle o gaflet uykusundan uyanmasına bağlıdır.
Hz. Üstad, “Eyvah aldandık! Şu hayatı dünyeviye-yi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet şu güzerân-ı hayat bir uykudur; bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi, bir rüzgâr gibi uçar gider.” Diyor. (17. Söz)
İnsan hayatı ölümle sona erer. Ölümsüz ebedi aleme intikal neticesi dünya artık bir rüya gibi olur. Binaenaleyh; insan bu hayatı rüya gibi yaşamaktansa, derin bir iman ve iz’an şuuruyla yaşamayı tercih etmeli ve ebedi hayatı elde etme şerefine mazhar olmalıdır.