Sahabeyi anlamak ve onlara yapılan saldırılar-5
PROF. DR. OSMAN ŞAHİN | Samanyoluhaber
Kur’an’daki “Hiç şüphe yok ki o zikri, Kur’ân’ı Biz indirdik, onu koruyacak olan da Biz’iz. (15/9)” ayetindeki vaad-i Sübhânî’nin tahakkuk etmesinin de çok önemli bir şartı, Sünnet-i seniyyenin muhafazasıdır.
“ …Sana da ey Resulüm bu zikri indirdik ki kendilerine indirileni insanlara açıklayasın. Umulur ki düşünüp anlarlar.” (16/44) ayet-i kerimesi Kur’an’ın tam anlaşılabilmesi için Sünnet-i seniyyeye olan ihtiyacı, açık ve net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bir sürü yollar içerisinde en parlak, en haşmetli, en letâfetli ve en emniyetli yol Sünnet-i seniyye yoludur…
Üstad Hazretleri, Lem’alar’da, ancak Sünnet-i seniyyeye tabi olmakla insanın sahili selamete çıkabileceğini bizzat yaşadığı tecrübelerden hareketle anlatmaktadırlar:
“Bu fakir Said, Eski Said’den çıkmaya çalıştığı bir zamanda, rehbersizlikten ve nefs-i emmârenin gururundan gayet müthiş ve mânevî bir fırtına içinde akıl ve kalbim hakâik içerisinde yuvarlandılar. Kâh Süreyyâ’dan serâya, kâh serâdan Süreyyâ’ya kadar bir sukût ve suûd içerisinde çalkanıyorlardı. İşte, o zaman müşâhede ettim ki, Sünnet-i seniyyenin meseleleri, hattâ küçük âdâbları, gemilerde hatt-ı hareketi gösteren kıblenâmeli birer pusula gibi, hadsiz zararlı, zulümâtlı yollar içinde birer düğme hükmünde görüyordum. Hem o seyahat-i rûhiyede çok tazyikat altında gayet ağır yükler yüklenmiş bir vaziyette kendimi gördüğüm zamanda, sünnet-i seniyyenin o vaziyete temas eden meselelerine ittibâ ettikçe, benim bütün ağırlıklarımı alıyor gibi bir hiffet buluyordum. Bir teslimiyetle tereddütlerden ve vesveselerden, yani, “Acaba böyle hareket hak mıdır, maslahat mıdır?” diye endişelerden kurtuluyordum.
Ne vakit elimi çektiysem, bakıyordum, tazyikat çok. Nereye gittikleri anlaşılmayan çok yollar var. Yük ağır, ben de gayet âcizim. Nazarım da kısa, yol da zulümâtlı. Ne vakit Sünnet’e yapışsam; yol aydınlaşıyor, selâmetli yol görünüyor, yük hafifleşiyor, tazyikat kalkıyor gibi bir hâlet hissediyordum.”
Kur’an’da, Allah’ın (celle celâluhu) maksadını en doğru anlayan ve bu manaları sözleriyle ve davranışları ile ashabına aktaran Allah Rasûlü’dür (aleyhi ekmelüttehaya). O’nun Sünnet-i seniyyesi’ne ve beyanlarına başvurulmadığı takdirde, Cenâb-ı Hakk’ın marziyâtını kelâmından anlamakta insanlar çok büyük zorluklar yaşamışlar ve maalesef birçok dalalet fırkaları ortaya çıkmıştır. Bunlar kendi dar ve yetersiz kapasite ve anlayışlarına göre ve çoğu zaman da nefsi ve indi mülahazalarının etkisi altında Kur’an’dan hükümler çıkarmışlar ve dalalete düşmekten kurtulamamışlardır.
Allah’ı seviyorsanız, Sünnet-i seniyyeye tabi olmalısınız…
Kur’an’da peygambere ve Sünnet’ine tabi olmayı ve ona itaat etmeyi emreden çok sayıda ayetler bulunmaktadır. Dört tanesini örnek olarak buraya alalım;
“(Ey Resûlüm! Sen böyle onların üzerine titrerken) onlar halâ senden ve yolundan yüz çevirecek olurlarsa de ki: Bana (yardımcı ve destekçi olarak) Allah kâfidir.” (9/129)
“Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncillerde vasıfları yazılı o ümmî Peygambere tâbi olurlar…” (7/157)
“…Öyleyse siz de Allah’a ve O’nun bütün kelimelerine iman eden o ümmî Nebîye, o Resule inanın. Ona tâbi olun ki doğru yolu bulasınız.” (7/158)
Üstad Hazretleri, 11. Lem’a’da Sünnet’e tabi olmanın ne kadar mühim ve lâzım olduğunu pek kat’î bir sûrette ilân eden bir başka örnek olarak “De ki; Ey insanlar, eğer Allah’ı seviyorsanız, gelin bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” (3/31) âyetini vermektedirler.
Îmân-ı billâh, marifetullah ve muhabetullah O Zat’a (sallallahu aleyhi ve sellem) itaat etmeyi gerektirmektedir. Farklı farklı itaat yolları içinde, insanı, Allah bilgisine ve sevgisine ulaştıracak en makbul, en müstakîm ve en kısa yol Habibullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) gösterdiği ve takip ettiği yoldur.
Üstad Hazretleri aynı risalede bu hakikati ayet-i kerimeden ulaşılan bir mantık silsilesi ile anlatmaktadırlar: “Şu âyet diyor ki: Allah’a (celle celâlüh) îmânınız varsa, elbette Allah’ı seveceksiniz. Madem Allah’ı seversiniz, Allah’ın sevdiği tarzı yapacaksınız. Ve o sevdiği tarz ise, Allah’ın sevdiği Zât’a benzemelisiniz. O’na benzemek ise, O’na ittibâ etmektir. Ne vakit O’na ittibâ etseniz, Allah da sizi sevecek. Zâten siz Allah’ı seversiniz, tâ ki Allah da sizi sevsin…
Cenâb-ı Hakk’ı sevmek cihetinde emrine itaat ve marziyâtı dâiresinde hareket etmek, o ittibâı iktizâ ediyor. Çünkü bu işte en mükemmel imam, Zât-ı Muhammediye (aleyhissalâtü vesselâm)’dır…
Elbette ittibâ-yı Sünnet-i Ahmediye (aleyhissalâtü vesselâm), en büyük bir maksad-ı insanî ve en mühim bir vazife-i beşeriye olduğu tahakkuk eder.”
Kur’an’i ahlâkı anlayıp istifade için en güzel ve canlı örnek O’dur (aleyhissalâtü vesselâm)…
Aynı eserde, “Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanınız” hadisi şerifinde ifade edilen hakikate ulaşmak için en güzel örneğin de Allah Rasûlü (aleyhi ekmelüttehaya) olduğu ifade edilmektedir: “Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Hakîm’de: “Şüphesiz Sen, ahlâkın –Kur’ân buudlu, ulûhiyet eksenli olması itibarıyla– ihâtası imkânsız, idrâki nâkâbil en yücesi üzerinesin!” (68/4) ferman eder. Rivâyât-ı sahiha ile Hazreti Âişe-i Sıddîka (radiyallâhu anhâ) gibi sahâbe-i güzin, Hazreti Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm)’ı tarif ettikleri zaman “O’nun ahlâkı Kur’an ahlâkıdır” diye tarif ediyorlardı. Yani, “Kur’ân’ın beyân ettiği mehâsin-i ahlâkın misâli, Muhammed (aleyhissalâtü vesselâm)’dır. Ve o mehâsini en ziyâde imtisâl eden ve fıtraten o mehâsin üstünde yaratılan O’dur…
Hem bu kâinatı hadd ü hesaba gelmez tecelliyât-ı cemâl ve kemâlâtına mazhar eden o Zât-ı Cemîl-i Zülkemâl, elbette bilbedâhe sevdiği ve izhârını istediği cemâl ve kemâl ve esmâ ve sanatının en câmi ve en mükemmel mikyas ve medârı olan bir Zât’a, her hâlde en ekmel bir vaziyet-i ubûdiyeti verecek ve O’nun vaziyetini sâirlerine nümûne-i imtisâl edip herkesi O’nun ittibâına sevk edecek, tâ ki o güzel vaziyeti başkalarında da görünsün.”
Zaten, ayet-i kerimede de, Allah Rasûlü’nün (aleyhissalâtü vesselâm) uyulması gereken en mükemmel bir örnek olduğu ifade edilmektedir: “Hakikaten, Allah’ın Resulünde sizler için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı bekleyenler ve Allah’ı çok zikredenler için en mükemmel bir nümune vardır.” 33/21
Böyle bir ittibanın gerçekleşmesi için O Zat’ın (aleyhi ekmelüttehaya) Sünnet’inin tam ve doğru olarak bilinmesi ve bunun sonraki nesillere güvenilir bir şekilde aktarılmasına ihtiyaç vardır ki, bu da ancak sahabe gibi mümtaz bir topluluğun varlığıyla mümkün olabilir.
İnşaAllah sonraki yazıda bu konuya devam edelim…