PROF. DR. OSMAN ŞAHİN- SAMANYOLUHABER.COM
İnsanların zalimlerin elindeki imkânlara ve onların zahiren müreffeh bir hayat yaşamalarına bakıp zamanla onlara özenmeleri ve meyletmeleri tehlikesi vardır. Bu durum Hz. Mûsâ’nın (aleyhisselam) bir duasında şöyle ifade edilmektedir: “Mûsâ: “Ey bizim Rabbimiz!” dedi. “Sen Firavun ile onun ileri gelen adamlarına dünya hayatında muazzam zinet, haşmet ve servet verdin. Ey bizim Rabbimiz! İnsanları neticede Senin yolundan saptırsınlar diye mi onlara bu imkânı verdin? Ey bizim büyük Rabbimiz, mahvet, sil süpür onların servetlerini ve kalplerini şiddetle sık; belli ki o acı azaba girmedikçe onlar imana gelmeyecekler.” (10/88)
Allah (celle celalühü) bu duaya icabet ettiğini bir sonraki ayette ifade etmekte ve ayrıca, müminlere temkin ve istikametlerini muhafaza etmeleri gerektiğini emretmektedir: ““Allah buyurdu ki: “Dualarınız kabul edildi. Dürüst olmaya devam edin, müstakim olun ve sakın hakikati bilmeyenlerin yoluna tâbi olmayın.” (10/89)”
Yaşanan ifritten sürecin uzaması bazı insanların ümitsizliğe düşmesine, bazılarının gittikleri doğru yolu sorgulamalarına, arafta olan ve hadiselerin gidişine bakırak karar vermek isteyenlerin zulmedenlere doğru meyletmelerine, Hizmet’e mensup olma veya öyle gözüktüklerinden dolayı maruz kaldıkları mağduriyetleri artık kaldıramayanların ve süreç öncesi konforlarına tekrar kavuşmayı şiddetle isteyenlerin Hizmet’ten uzaklaşmalarına neden olmaktadır.
İnsanların bir zayıf damarı da, “O halkını küçümsedi, onlar da ona itaat ettiler. (43/54)” ayetinde ifade edildiği gibi, güç karşısında ona boyun eğmek ve güçlünün yanında bulunmayı arzu etmektir. İfritten süreç uzadıkça bu duygu daha da şiddetlenmektedir. Çünkü, nefislerin hoşuna giden şeylerin çoğu, güç ve iktidar sahiplerinin bulunduğu taraftadır.
Kısa vadede bu güç ve iktidar sahiplerinden kurtulmak mümkün gözükmüyorsa, ülkelerine dönebilmek, oradaki imkânlarına tekrar kavuşabilmek ve çektikleri sıkıntılara son verebilmek için hak yoldakilerin yanlışlıklarına ve aslında zalimlerin de çok haksız olmadıklarına dair düşünceler gelişmeye başlarlar.
Bu insanlardan bir kısmı, Hizmet’ten olan pişmanlıklarını, aldatıldıklarını ve bir alakalarının kalmadığını sürekli dillendirmek suretiyle ya zulmeden cepheye ya da Hizmet’e genelde menfi yaklaşan kesimlere yanaşmaya çalışmaktadırlar.
Bunlardan hala vicdan sahibi olanlardan bazıları, her iki tarafa iyi görünmeye çalışmakta, herkesi memnun edecek söylemler geliştirmeye çalışmakta ama farkına varmadan yavaş yavaş savrulmalar yaşamaktadırlar. Maalesef, bir kere savrulmalar başladı mı insanın nerede duracağı belli değildir.
Çünkü, karşı tarafı memnun etmenin tek bir yolu vardır; o da tamamen onlara benzemektir. Siz kendiniz olarak kalarak onları memnun edemezsiniz. Sunuhat’ta bu durum “Zira, hançerini İslâm’ın ciğerine saplamış olan hasım, “Sükût et..” demiyor. “Alkışla, lezzet al, beni sev” diyor” sözleriyle tarif edilmektedir. Sonuçta ya tamamen ya onlar gibi olunur veya kullanabildikleri kadar kullanırlar ve işleri bitince de kalan posasını ortaya atıverirler.
Üstad Hazretleri Yirmi Dördüncü Söz’de, aslında onlar gibi olmanın imkânsız olduğuna dikkat çekmektedirler: “Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp, surî ziynet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklit etme. Çünkü sen onları taklit etsen, onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünkü senin başındaki akıl, meş’um bir âlet olur; senin başını daima dövecektir.”
Hizmet-i imaniye ve kur’an’iyede bulunmuş insanların, ehl-i dünya gibi geçici ve aldatıcı lezzetlerden zevk alabilmeleri mümkün olmaz. Böyle insanların düşüşü minarenin başından düşmeye benzer ve diğer insanların seviyesinde bile hayatlarını sürdüremezler. Başlarındaki akıl onların hayvanlar seviyesinde dahi lezzet almalarına izin vermez.
Ayrıca, Yirmidokuzuncu Söz’de böyle belalar zamanlarında ihanet edenlerin ne kadar büyük bir hüsrana düçar oldukları veya olacakları ise şöyle ifade edilmektedir: “Çünkü, mükerrer tecrübelerle görülmüş ve görülüyor ki, büyük kardeşine veyahut üstadına tehlike zamanında ihanet edenlerin, gelen belâ en evvel onların başında patlar. Hem merhametsizcesine onlara ceza verilmiş ve alçak nazarıyla bakılmış. Hem cesedi ölmüş, hem ruhu zillet içinde mânen ölmüş. Onlara ceza verenler, kalblerinde bir merhamet hissetmezler. Çünkü derler: “Bunlar madem kendilerine sadık ve müşfik üstadlarına hain çıktılar; elbette çok alçaktırlar, merhamete değil tahkire lâyıktırlar.”
Madem hakikat budur. Hem madem bir zalim ve vicdansız bir adam, birisini yere atıp ayağıyla onun başını kat’î ezecek bir surette davransa, o yerdeki adam eğer o vahşî zalimin ayağını öpse, o zillet vasıtasıyla kalbi başından evvel ezilir, ruhu cesedinden evvel ölür. Hem başı gider, hem izzet ve haysiyeti mahvolur.”
Aynı risalede, başlarına bela gelmemesi ve yaşanan mağduriyetlerden kurtulabilmeleri için hak yolu bırakıp uzaklaşanlara önemli uyarılar yapılmaktadır: “İşitmeyenler de benden işitsinler ki, en ziyade yaralananlar, siperini bırakıp kaçanlardır. En az yara alanlar, siperinde sebat edenlerdir. “De ki: Kaçıp durduğunuz ölüm mutlaka gelip sizi bulacaktır.” (62/8)” mânâ-yı işarîsiyle gösteriyor ki, firar edenler, kaçmalarıyla ölümü daha ziyade karşılıyorlar.”
HAK YOLDAN UZAKLAŞTIRMADA KULLANILAN HİLELER
Hazret-i Üstad Hücümat-ı Sitte risalesinde “Ehl-i dalâlet, Kur’ân-ı Hakîmden alıp neşrettiğimiz hakaik-i imaniye ve Kur’âniyeye karşı müdafaa ve mukabele elinden gelmediği için, münafıkane ve desisekârâne iğfal ve hile dâmını (tuzağını) istimal ediyor.” dedikten sonra bu hilelerden dört tanesine özellikle vurgu yapmaktadırlar: “Dostlarımı hubb-u cah (makam sevgisi), tamah (tamâ, açgözlülük, mal edinme tutkusu) ve havf (korku) ile aldatmak ve beni bazı isnâdatla çürütmek istiyorlar.”
Bu tuzaklardan makam sevgisi kullanılarak aldatılanlara şu ikazlar yapılmaktadır: “O biçareler, “Kalbimiz Üstadla beraberdir” fikriyle kendilerini tehlikesiz zannederler. Halbuki, ehl-i ilhâdın cereyanına kuvvet veren ve propagandalarına kapılan, belki bilmeyerek hafiyelikte istimal edilmek tehlikesi bulunan bir adamın “Kalbim sâfidir, Üstadımın mesleğine sadıktır” demesi bu misale benzer ki: Birisi namaz kılarken karnındaki yeli tutamıyor, çıkıyor, hades vuku buluyor. Ona “Namazın bozuldu” denildiği vakit, o diyor: “Neden namazım bozulsun? Kalbim sâfidir"…
…Eğer o mübarek camiye ve o muazzam cemaat içine o adam girdiği vakit, süflî ve edepsizce fuhşa ait şarkıları bağırıp çağırsa, raksedip zıplasa, o vakit o haylâz çocukları güldürecek, o serseri ahlâksızları fuhşiyâta teşvik ettiği için hoşlarına gidecek ve İslâmiyetin kusurunu görmekle mütelezziz olan ecnebîlerin istihzâkârâne tebessümlerini celb edecek. Fakat umum o muazzam ve mübarek cemaatin bütün efradından bir nazar-ı nefret ve tahkir celb edecektir. Esfel-i sâfilîne sukut derecesinde nazarlarında alçak görünecektir.”
Günümüzde, Hizmet’te bazı insanlar üzerinden yaşanan bazı problemlerin gündeme getirilmesi ve Hizmet’in geçmişi ile alakalı yapılan insaftan uzak, yapıcı olmayan sözde özeleştiriler, İslâmiyet’te ve günümüzde İslâm’ın en doğru temsil edildiği Hizmet’te kusurları görmekten lezzet alan, dine ve Hizmet’e düşman olan kesimleri çok memnun etmektedir.
Çünkü, Kur’an’i hakikatler ve güzellikler karşısında mağlup olan ehl-i dalalet için, öncelikle Hizmet’in başındaki zat olmak üzere, Hizmet insanlarının yapılacak karalamalarla çürütülmesi çok büyük fırsatlar sunmaktadır. Aslında, Tiran ve avenesinin de baştan beri yapmaya çalışıp da muvaffak olamadıkları şeydir bu.
Dünyevi konforlarının, eski rahatlarının ve imkânlarının peşinde olanların karşı karşıya oldukları tehlikeler ve yaşayacakları kayıplar hususunda ise şu uyarılar yapılmaktadır: “Evet, ehl-i dünya, hususan ehl-i dalâlet, parasını ucuz vermez, pek pahalı satar. Bir senelik hayat-ı dünyeviyeye bir derece yardım edecek bir mala mukàbil, hadsiz bir hayat-ı ebediyeyi tahrip etmeye bazan vesile olur. O pis hırsla, gazab-ı İlâhîyi kendine celb eder ve ehl-i dalâletin rızasını celbe çalışır.”
Ehl-i dünyanın hafiyeleri ve ehl-i dalâletin propagandacılarının çok istifade ettikleri korku damarıyla, insanların ve bunlar içinde de özellikle alimlerin evhamları tahrik edilmekte ve böylece birçok insan hak yoldan uzaklaştırılmaktadırlar. Bugünkü Tiran ve avenesi de bu amaçlarına ulaşabilmek için, zulümlerini ara vermeden devam ettirmektedirler ve her türlü psikolojik taktiğe başvurarak sürekli bu korku damarını beslemektedirler.
Süreç uzadıkça, ehl-i dalalet kullandıkları bu yöntemlerle insanların zaaflarından da istifade ederek bazılarının kazanma kuşağında kaybetmelerine ve ayrıca kalabalıkların dinden uzaklaşmalarına sebebiyet vermektedirler. Günümüzde, Hz. Musa’nın (aleyhisselam) duasını yapmaya ne kadar da çok ihtiyaç var.