“Evine misafir olduğumuz Semmur adındaki Filistinli Arap, bir ara oğlu Yahya’ya bir şeyler fısıldıyor. Orta boylu, sarışın, sevimli, enerjik bir genç olan Yahya dışarı çıkıyor ve biraz sonra elinde yağlı boya ile yapılmış yaşlı bir adam resmiyle dönüyor. Üzerinde, rengi solmuş olduğundan gri mi siyah mı olduğu pek belli olmayan bir ceket başında beyaz bir sarık, tatlı bir gülümsemenin gölgelediği nuranî bir yüz… ‘Babam’ diyor Semmur, ‘Medine Müdafaası’nda Fahreddin Paşa’nın askerlerindendi, orada yaşananları anlatırdı bize: ‘İstanbul Hükümetinin Medine’yi teslim edin, emrine rağmen yedi ay daha savunmayı sürdürdük. Ama sonunda asker açlıktan çekirge yemeye başladı, Fahreddin Paşa, kendi komutanları tarafından zorla İngilizlere teslim edildi. Medine Müdafaasının en hazin tablosu o gün yaşandı. Paşa kendini uğurlayan üstü başı perişan askerlerine tek tek sarıldı. ‘Hakkınızı helâl edin, siz görevinizi yaptınız’ dedi. Resulullah’ın türbesindeki gümüş parmaklıklara yüzünü yasladı ve ‘YÂ RESULULLAH! Seni korumak için buraya geldim ama beni de korumak sana düştü’ diyerek hıçkırıklara boğuldu.” (Harun Tokak, BEN KÜDÜS)
Yıkılış ve yokluklar içinde, âdeta cinnet geçirmiş muzdarip bir ruhun, dertli bir vicdanın tercümanı olarak; “Nur istiyoruz Sen bize…” diye başlayan Mehmet Akif Ersoy’un inleyişine bir nazire olarak M. Fethullah Gülen Hocaefendi diyor ki: “Ya bugün? Dünyanın dört yanını aydınlatma azmiyle harıl harıl koşanlar, bir bir silinmeye yüz tutan asırlık teşvişler.. âhenkle işleyen bir saat gibi yürüyenler.. çoktan hırıltıya düşen karanlık.. her tarafa oluk oluk akan nurlar.. ve bunların gerçekleşmesi için âdeta başımızdan aşağı dökülen lütuflar, inayetler, nimetler, fırsatlar.. hayır hayır.. Âkif bugünleri görseydi belki şöyle diyecekti:
“Nur istiyoruz, hüzme hüzme nur gönderiyorsun;
Yandık diyoruz, üzerimize ÇAĞLAYANLAR salıyorsun..
Esiyor hep bir ezelî nefha ruhumuzda
O tufanla bu Nevbahar arasında
Nimet üstüne nimet yağıyor göklerden
İnandım, kalacak yerlerin altındaki esnâm (putlar) ebediyen.”
(Fasıldan Fasıla, Tarihî Prizma, Nisbetler Perskpetifinde Bugün)
“Bu fedakâr ÖĞRETMENLER, kimi zaman, gittikleri yerlerde savaşın ortasında kalmış, bulundukları şehir kuşatma altına alınmış olmasına rağmen orayı terk etmemiş engin bir vefa hissiyle öğrencilerine sahip çıkmışlardır. Öğretmenlerin ölümü göze alarak eğitimlerine devam etmeleri, gönül kapılarının kendilerine açılması için de bir vesile olmuştur.
“Mefkure muhaciri bu yiğitler, Çanakkaleye (müdafaaya) gidiyor gibi, dünyanın değişik yerlerine seyahatler tertip ettiler. Kimi zaman evlerinde duvaklı gelinleri bırakıp gittiler. Kimi zaman parmaklarında nişan yüzüğüyle yollara döküldüler. Kimi zaman da gözü yaşlı anne-babalarının ellerini öptü, onları Allah’a emanet etti ve öylece yola koyuldular. İşte bütün bu fedakârlıklar karşısında, bence onların alnı değil AYAKLARI BİLE ÖPÜLÜR.
“Yürüdükleri yolun felsefesini belki de derinlemesine bilmeyen o insanlar, “YÜRÜ’ denildiğinde hiç diriğ etmeden yüreklerindeki teslimiyet duygusuna sarılarak yürümüşlerdi. Allah onları SEVK EDİYOR ve onlar da MÜBAREK BİR İNSİYAK içinde gidiyorlardı. Ben, gidenler arasından şikayet edip de geriye dönene rastlamadım. Böyle bir şey vuku bulduysa bile ben bilmiyorum. (…) Kitaplara, dergilere, değişik televizyon programlarına yansıdığı üzere bu arkadaşlar gittikleri yerlere hep SELAM ile gitmişler, yazı tahtalarına yazdıkları gibi gönüllere de SELAM yazmışlardır. Bunun ESENLİK demek olduğunu öğretmişlerdir. Kendileri lâf atanlara dahi ‘SELÂM size ESENLİK içinde kalın.’ deyip geçmişlerdir.
“İşte siz gittiğiniz yerlere böyle giderseniz, orada KALICI olursunuz. SELAM mesajınız da vicdanlarda yer bulur, gönüllerde yankılanır durur. Cenab-ı Hak, atılan bu adımları boşa çıkarmaz. Çünkü bir Kudsî Hadis-i Şerifte beyan buyurulduğu üzere, siz O’na doğru bir KARIŞ giderseniz, O bir adım gelir; siz bir adım giderseniz, O yürüyerek gelir; siz yürüyerek giderseniz O koşarak gelir ve sizin gören GÖZÜNÜZ, işiten KULAĞINIZ ve konuşan DİLİNİZ olur. Cenab-ı Hakk’ın bu engin lütfu olunca, siz niye müessir olmayasınız ki!
“Hâsılı, maddi kılıcın kınına girdiği günümüzde SELAM bizim tek sermayemizdir. SELAM, dövene elsiz, sövene dilsiz ve kalb kırana karşı da gönülsüz olmayı gerektirir.” (Buhranlı Günler ve Ümit Atlasımız)
Yol bu, erkan bu. Bu yolun kaderi bu…