Hazreti İsa Aleyhisselam
SAFVET SENİH | Samanyoluhaber
M Fethullah Gülen Hocaefendi, Fetih Suresinin son âyetini izah ederken Hz. İsa Aleyhisselam hakkında şunları ifade ediyor:
“Hz. Mesih (İsa ) Aleyhisselam, olabildiğine maddeci bir topluma peygamber olarak gönderilmiştir. Böylesine maddeci bir topluluğa ıslahı adına Hz. Mesih, onların karşısına RUHÇU BİR DÜŞÜNCE ile çıkmış ve onların MADDECİ DÜŞÜNCELERİNİ ta’dil etmiştir.
“Müşrikliği ve putperestliği, doğrudan doğruya din ünvanı ve din referansıyla diyanet blokajı üzerine oturtan toplumların, daha sonra o dini telakkîden sıyrılıp, yeni bir dînî düşünceye ulaşmaları oldukça zordur. İşte Hz. Mesih, peygamber olarak gönderildiği toplumdan, maddeciliği ta’dil ederek, METAFİZİĞE kapı aralamış.. ve aynı zaman semavî vahiy ile ifrat ve tefrika girmeden MADDE ve RUH arasında bir DENGE tesis ederek bu zorluğu aşmıştır. Ne var ki, daha sonra gelen onun müntesipleri, bu dengeyi muhafaza edememiş.. bundan dolayı da zamanla, bütün güçleriyle ruhçuluğa ve sprütüalizme yönelerek maddeyi bütün bütün inkâr etmişlerdir. Kur’an’-ı Kerimin ifadesiyle (Hadis Suresi, 57/27) onlar, ruhbanlığı kendilerine FARZ kılarak sözde bununla değerler üstü değerlere ulaşacaklarını zannetmişlerdir. Oysa ki, onlara böyle bir zorluk yüklenmemişti. Evet onlar, Allah’ın rızasını tahsil maksadıyla, dinin ruhunda olmayan şeyleri icat etmiş ve daha sonra da icat ettikleri bu şeylere yenik düşüp, onların ağırlığı altında dinin aslından uzaklaşmışlardı. Halbuki meşru dairedeki zevk ve lezzet, hem keyfe kâfi, hem de zarurî ve lüzumludur. İnsan için aile hayatı, çoluk çocuk, hayatî bir ihtiyaçtır. Onların bir kısmı, bu mübaha karşı çekimser kalmış ve farkına varamayarak ve bazıları o işin gayr-i meşru levsiyatı ile hayatlarını kirletmişlerdir.
“Yuhanna İncil’inde, ‘Eğer yüzüne bir tokat vururlarsa, dön diğer yüzüne de bir tokat vursunlar’ diye bir ifade vardır. Günümüzde bu mâna ve ruh, belli, ölçüde değerlendirilebilir. Bu bir nevi, ‘Dövene elsiz, sövene dilsiz’ sözünün değişik bir versiyonudur. Ancak insanların zulümlere karşı teslimiyetçi bir şekilde davranmaları yanlışlığı da açıktır. Zira, zulmedenler hiçbir zaman zulmetmeye doymazlar. Hıristiyanlık zuhur ettiği zaman itibariyle, değişik baskılar altında kendini anlatma ve kendini isbat etme imkânını elde edememişti. Bu baskı ve zulümlere karşı onlara ‘mukabele etmeme’ fikri aşılanmış ve bu, daha sonra onlarda bir karakter haline gelmiştir. Bu düşüncenin uzantısı olarak onlar, harp etmemeyi, kendilerine ne yapılırsa, yapılsın, karşı koymamayı ve dünya zevklerinden uzak kalarak ruhbanca bir hayat yaşamayı vs. bir DİSİPLİN olarak benimsemişlerdi. Ne var ki, bu disiplinlerin pratik hayattaki yansımalarına bakıldığında manzaranın hiç de aslına uygun ve iç açıcı olmadığı görülecektir…
“Hz. İsa Aleyhisselamın materyalist bir topluma uyguladığı ıslah hareketi, aynı zamanda kendisinden sonra gelecek olan ve müjdesini de bizzat kendisinin verdiği ‘İnsanlığın İftihar Tablosu’na giden yolları da açmıştır. Ancak, başta da ifade ettiğimiz gibi O’nun daha sonraki müntesipleri, ifrata karşı tefrite düşerek, bütün bütün fiziği de maddeyi de inkâr etmişlerdi. Yukarıdaki Fetih Suresinin en sonunda yer alan uzunca âyet, bu mevzuya ışık tutmaktadır. Burada o âyetle alâkalı birkaç hakikatı arzetmek istiyorum:
“Muhammed, Allah’ın Resulüdür. Onun beraberindeki müminler de kâfirlere karşı şiddetli olup kendi aralarında şefkatlidirler. Sen onları rükû ederken, secde ederken, Allah’tan lütuf ve rıza ararken görürsün. Onların alâmeti, yüzlerindeki secde izi, secde aydınlığıdır. Bunlar, TEVRAT’taki sıfatları olup İNCİL’deki meseleleri ise şöyledir: Öyle bir EKİN ki, filizini çıkarmış, sonra da onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış da artık gövdesi üzerinde doğrulmuş. Öyle ki, ekincilerin hoşuna gider, kâfirleri de öfkelendirir.’ (Fetih Suresi, 48/29)
“Âyet ‘Muhammed Allah’ın Resulüdür’ diye başlamaktadır. Âyetin başındaki bu ifade ile, Peygamber Efendimizin (S.A.S.) peygamberliği vurgulanmış ve değişik yerlerde geniş olarak bu hakikat ifade edildiği için de, icmâlen geçilmiştir. Bu âyette, daha ziyade Kur’an, Efendimizin (S.A.S.) etrafındaki insanlara dikkat çekmekte ve değişik evsaf ve kategoriler halinde, birbirinden farklı maddeye ve mânâya bakan yanları ile onları nazara vermektedir. ‘Muhammed Allah’ın Resulüdür.’ önemli ve hayatî bir gerçektir. Bunun için Sâdî, Üstad’ın da Mektubat’ta ifade ettiği gibi, ‘Muhammedün Rasulullah demeden râh-ı selâmet muhaldir.’ der. Necip Fazıl da bu hakikati ifade adına, Pascali koştura koştura rıhtıma kadar getirir, ancak ‘Muhammedün Resulullah’ demediği için gemiyi kaçırdığını söyler. Evet bu mânâda Efendimizin (S.A.S.) rasat noktasına ulaşamayanın sahil-i selamete ulaşması zordur.” (Kur’an’dan İdrake Yansıyanlar)
Aslında Tevratve İncil’de geçen temsiller üzerinde ayrıca çok dikkatli bir şekilde düşünmek gerekmektedir…
Bir sonraki yazıda da bu husus üzerinde durulacaktır, inşaallah…