NUMAN YILMAZ YİĞİT
Buna vesile olan Hizmet insanı hiç mi hiç kendini düşünmedi. Öğretmen maaşını alamamasına rağmen hayatını, gençliğini verdi, eğitim öğretimi, görevini aksatmadı. İş insanları ekonomileri oldukça zayıf olan o imkânı hicret etti, yatırım yaptı. Bunların pek çoğu ticari olarak kayda değer bir şey kazanamasalar da zor zamanlarında o insanların yanlarında tercih etmeyi tercih ettiler. Onlar zaten almaya değil vermeye gitmişlerdi. Oralardaki okulların açılışı için hep kendilerinden geldiler ama -rıza-i ilahi dışında- bir şey almayı düşünmediler. Hatta bunu ahiretteki mükafatlarını burada tüketmek olarak değerlendirdiler.( Ahkâf 46/20)
İlerleyen zamanlarda TUSKON, Türkiye ile okulların faaliyette bulunduğu ülkeler arasında ekonomik ve ticari alanlar her iki ülkeye de katkı sağlayacak köprüler oluşturdu. Onlarca toplantılar fuarları düzenlendi. İş birlikleri karşılıklı yatırım anlaşmaları imzalandı. Türk Okulları ve eğitim harcaması şahsında Türkiye bir güven ülkesi haline geldi. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde belki de ilk defa Türkiye alan değil bir ülke zirvesine yükseldi. Artık Türkiye'nin uluslararası eğitim ihracatını yapan bununla da itibar ve güven devşiren bir ülke yükselişini gerçekleştirmişti. İnsanımızın dünya ve insanlığa sunduğu bu katkı ile yeniden kendine olan güvenini tazelemiş ve 'Biz de bir şeyleri barındıran' ümidini yakalamıştı. O dönemler Türkiye'nin tüm dünya da İslam ve az gelişmiş idaresi modernizmle İslam'ı birbirine bağlayan model bir ülke olarak gösteriliyordu.
Evet 15 Temmuz sözde darbesini üçüncü şahıslar bir kısım tahakkümlerle Hizmet İnsanını darbe girişiminin içinde genişlemeye çalışmakla iki yüz elli insanı ölüme sebebiyet veren anlayış, acımasızca iftira ve yapılan tasfiyelerle değil aslında ülke ekonomisine ve onun parlak istikbaline kastetmiştir. Dolayısıyla da ülke ve geçmişi kaybolmuştur. Türkiye uluslararası arenada adalet, hukuk, insan hakları, inanç hürriyeti gibi hüküm oldukça gerilerde kalmış gibi, dış siyasette de saygınlıktan daha çok 'Bulaşılmaması, şerrinden emin olunması gereken bir devlet,' hakkına düşmüştür. Ekonomik durum da maalesef hiç de iç açıcı değildir. Çünkü ülkede hedef zayıflaması yolsuzluk, rüşvet gibi gayr-i kanuni işlerin çoğu, güven ortamının yok olması iç ve dış yatırımcıları ya kaçırmakta ya da ürkütmektedir. Şimdilerde dünya kitapları arasında bir kutup yıldızı olabilecekken ülke ülke dolaşıp borç arayacak bir duruma düşülmesi akıl ve basiret sahibi kişilerin bir eşya ifade etmesi değil mi? Bu yaşanılanlar musibet isterler ya ne?
Keşke demek memnudur ama keşke bu imkan zayi edilmeseydi. Bu geniş ağı aslında AKP'nin tutuşturduğu 15 Temmuz darbe fitnesi; başkalarını kendi nefislerine tercih edenlerle kendi nefislerini öncelikleri tercih edenlerin, infak ehli verenler ile şahsi menfaati önce alıcılayan nifak ehlinin, ülke ve insanı düşünenlerle kendini, ailesini ve yakın çevresini düşünenlerin bir ahlak, fazilet ve karakter çatışmasıdır. Bir de tabi ki kaba kuvvet. Kendi işletmeki bu son derece iyi niyetli insanlara bile bu kötü muameleleri reva gören böyle bir zihniyetin dış dünya da itibarlı olması güvenilirliğini yitirmemesi tabi ki düşünülemez.
'İyilik ve hayır yapma Düşüncesi' nin 15 Temmuz darbesiyle zarar görmesi
Normal demokrasilerde halk patronu, ülke ise büyük bir şirket, ülkeyi yöneten siyasilerde üst düzey çalışanlar olarak eklenir. Üst düzey idareciler o şirketteki departmanları bir orkestra şefi gibi ne derece ahenkle yönetebiliyorlarsa o ölçüde başarılı sayarlar. Herhangi bir departman, şirket içi iş bölümüne göre işi iyi yapar, başarılı olursa bu hem patronun hem CEO'nun hem de şirketin başarısından yararlanır. Bu açılış. Durum böyle olmasına rağmen CEO ve ekibi alt departmanlardaki elde ettikleri başarılarını, patrona, şirkete bir desteği bir katkı olarak değerlendirmek yerine dışlayıcı bir rekabet duygusuyla kıskanır, engellemeye çalışırlarsa, bu sağlıklı bir yaklaşımı değerlendirme mi? Tabi ki sayılmaz, sayılmamalıdır. Bu yadırganması gereken, şirket mantalitesi ile bağdaştırılamayacak, oldukça bencil, anlamsız, kaba ve yoz bir tavır olur. Aynen bunun gibi demokratik bir memleketin vazgeçilmez bir yönü olan sivil toplum yerleşimi, cemaatler, anayasaları ve kanunlar çerçevesinde ürettikleri katkılar, yapmış oldukları yasal yasal çalışmaları takdir etme yerine kıskanmak, rekabet duygusuna uğramadığı kötülemek, daha kaba olmamış kuvvetle engellemeye çalışmak, oldukça etkili, psikoloji ve mürüvvet ve kadirşinaslıktan uzak bir tavır olarak değerlendirilecek bir tavırdır. Bu şirkette, kendinden motivasyonlu görev şuuru mükemmel, sürekli çabalayan ve çalışan artı değerleri üreten arıza ve eksikleri tamamlamaya bitirmeye gayret eden samimi, içten, başarılı bir çalışanı üst düzey yöneticinin takdir etmesi, önünü açması, ödüllendirilmesi gerekirken kıskanması, rekabete girmesi, önünü kesmeye çalışması gibi cahilane bir davranıştır. Böyle oyuncuya sahip bir şirkette çalışan genellikle aşağıdaki gibi çizimleri görür; Otur oturduğun yerde, işte görüyorsun ne zaman iyi niyetle bir şeyler yapmak istesen azar işitiyorsun, şirkete katkıda bulunuyorsun, bir sorun ortaya çıkmak için çabalıyorsun ama takdir ediyorsun yerine fırçalıyorsun, işe atılıyorsun, bu şirkette iyilik yapmak yaramıyor, bu şirkette işler böyle görünen böyle gider, salla elbisesi al maaşını falan şöyle yaptı böyle çalıştı da ne oldu? Ha! Otur oturduğun yerde ,işini yap başka bir şeye de karışma! Böyle bir şirket binası, başarılı olması mümkün müdür? Başarılı olsa da o şirkette huzur güven ortamı samimiyet fedakârlık iyilik ruhu düşüncesi kalır mı? İşte maalesef 15 Temmuz ve sonrasında ülke ve şartlara göre bu hale dönüşmüştür. şirkete sahip olmak, bir sorunu geçmek için çabalıyorsun ama takdir yerine fırçalıyorsun, işe atılıyorsun, bu şirkette iyilik yaramıyor, bu şirkette işler böyle gelmiş böyle gider, salla başını al maaşını şöyle yaptı böyle çalıştı da ne yapmaya çalıştı? Ha! Otur oturduğun yerde ,işini yap başka bir şeye de karışma! Böyle bir şirket binası, başarılı olması mümkün müdür? Başarılı olsa da o şirkette huzur güven ortamı samimiyet fedakârlık iyilik ruhu düşüncesi kalır mı? İşte maalesef 15 Temmuz ve sonrasında ülke ve şartlara göre bu hale dönüşmüştür. şirkete sahip olmak, bir sorunu geçmek için çabalıyorsun ama takdir yerine fırçalıyorsun, işe atılıyorsun, bu şirkette iyilik yaramıyor, bu şirkette işler böyle gelmiş böyle gider, salla başını al maaşını şöyle yaptı böyle çalıştı da ne yapmaya çalıştı? Ha! Otur oturduğun yerde ,işini yap başka bir şeye de karışma! Böyle bir şirket binası, başarılı olması mümkün müdür? Başarılı olsa da o şirkette huzur güven ortamı samimiyet fedakârlık iyilik ruhu düşüncesi kalır mı? İşte maalesef 15 Temmuz ve sonrasında ülke ve şartlara göre bu hale dönüşmüştür. Otur oturduğun yerde ,işini yap başka bir şeye de karışma! Böyle bir şirket binası, başarılı olması mümkün müdür? Başarılı olsa da o şirkette huzur güven ortamı samimiyet fedakârlık iyilik ruhu düşüncesi kalır mı? İşte maalesef 15 Temmuz ve sonrasında ülke ve şartlara göre bu hale dönüşmüştür. Otur oturduğun yerde ,işini yap başka bir şeye de karışma! Böyle bir şirket binası, başarılı olması mümkün müdür? Başarılı olsa da o şirkette huzur güven ortamı samimiyet fedakârlık iyilik ruhu düşüncesi kalır mı? İşte maalesef 15 Temmuz ve sonrasında ülke ve şartlara göre bu hale dönüşmüştür.
15 Temmuz Darbe fitnesi ile ülkedeki eğitim artışlarının yükselmesine ,fakir fukaranın imdadına koşmaya ,toplumdaki kutuplaşmaların izalesine dahil olmak için çabalayan , bu konuda da herhangi bir maddi karşılık beklemeyen gönüllü ,yüzlerce vakıf, dernek, özel teşebbüsün kurduğu eğitim kurumları kapatıldı. Bu kaba muamele ile bu kuruluşlarda hizmet veren çalışan on binlerce faziletli insan, fedakârlık, şefkatlik, iyilik, dostluk ve sevgi duyguları hiçe sayılmış, mükafatlandırılmaları gerekirken adeta cezalandırılmışlardır. Bu çirkin muameleyi bunu gören diğer insanlara ibret(!)olmuş derslerini almışlardır. Bu ,bir devlet için ,ne büyük muhafazakarlıktır. Buna maruz kalan binlerce insan için de ne büyük bir yıkımdır. İyi niyetin, samimi ,karşılıksız ,fedakârca yapılan bir çalışmayı görmemezlikten gelinmesi,
Eğitim seviyelerinin yükseltilmesi için fakir, zeki Anadolu evladına sahip çıkan, onları okuma imkanı sağlamak maksadıyla devletten resmi izin alarak kurulan ve tamamen hayırsever iş insanları tarafından finanse edilen okul, dershanelerde yetişen öğrenciler ulusal ve uluslararası bilim olimpiyatlarında pek çok kez yürütülmesiini ülkeni dalgalandırmış, Güneydoğuda başlatılan yurt okuma ve etüt merkezlerinde kalan öğrenciler ise dağa çıkmaktan, terörist olmaktan kurtulmuş, vatanına milletine yararlı birer fert haline geldi. Bunun etkisi ülkede o kadar çok hissedilmişti ki Hizmet Hareketi ve vatansever insanlar 'terörist gruplar, radikal kesimler' tarafından düşman kategorisine konulmuştu. Çünkü bu 'iyilik hareketi' kötüleri ve kötü niyetli kesimleri rahatsız ediyordu.
Yine hayırsever iş insanlarının desteğiyle faaliyet gösteren Kimse Yok Mu gibi dernekler maddi ölümler içinde boğuşan insanlara yardım ellerini uzatmak suretiyle onların yaralarını sarmaya çalışıyorlardı. Bunlar sadece birkaç misal. Bu sürelerle devletin yükünü hafifletmeyi amaçlayan Hizmet Hareketi ve sivil toplum kuruluşlarının yaşadıkları hiçbir karşılık, ödül, mükafat beklemeden 'Aferinsiz' olarak bu çalışmaları yaptılar, yaptılar, yapmaya da devam edeceklerdir. Rıza-i İlahi için bu hizmetleri yapan kişiler, kınayanın kınamasından çekinerek görevlerini ihmal etmezler/etmeyeceklerdir. Ama devletin yaptığı bu çirkin muamele, aynı düşünce kurallarına ulaşamamış ama içlerinde azıcık dahi olsa nezaket, iyilikseverlik duyguları olan insanlar yapmak istedikleri olumlu işlerden vazgeçmeye yetti de arttı bile.
Bu yönüyle bakıldığı zaman, 15 Temmuz darbe fitnesinin toplumunu topluma katkı sağlayacak, problemlerin çözümüne yardımcı olacak sivil toplum ve cemaat odaklı 'İyilik ve hayırda bulunma, hayır işlerine koşturma' çocuklar sarstığı toplumdaki faziletli insanlar himmet ve civanmertlik yıkıcılarının bunun da ülke ve insanının zararına bir durumu ortaya çıkarsa açık.
15 Temmuz'la 'Adalet, Güven, sıla-i rahim, dostluk ve kardeşlik duyguları'nın kaybolması
Bu konuyu fazla uzatmak istemiyorum. Zira bu konu herkesçe malum olan sık sık dile getirilen bir meseledir. Adı ve iddiası 'Adalet' olan bir partinin işi sonunda zalimlik ve zulümle anılır bir hale dönüşmesi hem büyük bir ironi hem de bir çalıştırmakdır . İşlerin bitiş/sonuca göre gerçekleşmesi'(Ahmet ibn Hanbel,Müsned,28/67) hadisine göre bu tam bir fiyaskodur, aksü'l ameldir, yani hedeflediği şeyleri tam zıddı bir durumla karşı karşıya kalmaktır. Burada hüzün olan bir partinin bu felakete düşmesinden daha çok sayıda bir ülke ve insanı için önemli bir bereket ve hayır kapısı olan varlığın en temel ilkesi adaletten mahrum olmak, işin daha fazla insanın bunun için varamamaktır.
Adaletin olmadığı bir yerde güvende olmayacak. Dış dünyayı muhafaza etmede gerçek dikkate alınmadığı bir ülkeye güvenip yatırım yapmayacağı gibi yaptığı yatırımları da kullanmaktır. Maalesef ülke dış dünya nezdindeki eski sempatikliğini yitirmiştir. İç bakış açısı açısından; Türkiye'deki insanlarla konuşulduğu zaman 15 Temmuz vakasından sonra ne hükümetin ne de onun uzantılarına sahip olduğu derin devlet güçlerine insanların güveni kalmadığı anlaşılmaktadır. Bu devletimiz ve milletimiz adına oldukça ağır bir yükümlülük. Ancak ne yazık ki ki bunlar için bu işleyişin hiçbir önemi olmadığı anlaşılmaktadır. Hatta insanların korkup sinmesinden son derece zevkini duyan bir anlayış var gibi. Bu hale teşkilatıyet veren tabi ki halk değil devletlerdir. Çünkü, insanlar yakinen karşılanıyor, götürülüyor, devlete ve millete bağlılığından asla şüphe duymadığı hatta her halükârda ülke ve devleti için gece gündüz fedakârca gördüğüne tanık olduğu insanlar 'terörist' yaftasının asılmaya çalışılması halk da şok tesiri ortaya çıkar. Halkın kafasında 'Bu kadar iyi insanlar bile göze göre göre terörist yaftası bulmaya çalışılıyorsa o zaman iyi kim, iyilik nedir?' gibi sorgulamalara sebebiyet vermiş gençlik dinden, dindarlıktan hoşlanarak, ateizm ve deizminin kucağına itilmiştir. Bu kötü muamele ile gerçekten 'İyi ve İyiliği' temsil eden insanların teröristlikle suçlanmasının geri tepmesine neden olmuş ve mahkumiyetine bu iftirayı atanlara karşı bir şüpheye, bir ölüme dönüşmüştür. Şu anda 'Korku' atmosferi ile insanların vicdanına baskı yaparak bu hakikati örtmeye çalışılsa da kalpler Allah'ın elindedir.
Yine Türkiye'den insanların ifade ettiğine göre, en çok dile getirilen husus, insanlar arasında eski dostluk, kardeşlik, samimiyet ve içtenliğin kalmadığıdır. 'Eski arkadaşlarla, komşularla ,akrabalarla hangi partiden anlayıştan olursa olsun evde kahvede parkta oturur muhabbet ederdik, artık akrabamız, eski muhabbetler yok oldu, tadımız kaçtı, huzurumuz kalmadı' serzenişleri çevresinde dile getirilen şikayetlerden sadece bazılarıdır. İnsanlar 'Yanlış bir şey söylerim de konu-komşu, akraba dost gider şikayet eder' endişesi ile kendi dünyasının kapanmış bir vaziyette. İnsanların korku ile yaşamaları ve bunu umursamamak bir ülkeyi yönetenler açısından utanılacak bir sonuç olacaktır.
Evet 15 Temmuz darbe ülke ve insanımızın hatta insanlığın maddi-manevi pek çok değerden mahrum kalmalarını netice verdi. Eğer ülke ve insanımızın sosyal, ekonomik pek çok sorunu boğuşuyor ve bir türlü işler yolunda gidecek gibi de gözükmüyorsa sebeplerinden biri ve en önemlisi bu büyük yanlışta ısrar edilmesidir. Ne zaman bu yanlıştan dönülür maddi manevi dini hukuki haklar yerine konulur, iade edilir, helallik alınır, insanların haysiyet ve onurları tebrie (temize götürülür) yapılırsa işler doğruya irca (döndürüldüğü) verildiği için rahmet rahmeti elde edilecek olacak, sonsuza dek gideceklere dönüşecektir.
15 Temmuz'un meydana geldiği tahribat ve yıkım ülke ve insanımız için küçümsenemeyecek bir boyuttur. Bunun tamirine de kırık kalplerin onarılmasıyla başlanmalıdır.