1923'te Üstad'ın ikazlarından bazıları
ABDULLAH AYMAZ | Samanyoluhaber
Bir önceki yazımızda Üstad Hazretlerinin Büyük Millet Meclisin’deki uyarılarının bir kısmını takdim etmiştik. Şimdi de devamını arz edeceğiz:
Onuncusu: Bir yolda dokuz tehlike ihtimali ve sadece bir tane kurtuluş ihtimali varsa; hayatından vazgeçmiş, mecnun bir cesur lâzım ki, o yolu tutup gitsin. Şimdi yirmi dört saatten bir saati meşgul eden FARZ NAMAZ gibi dinin zaruri vazifelerinde yüzde doksan dokuz, kurtuluş ihtimâli var. Yalnız gaflet ve tembellik haysiyetiyle, bir ihtimal, dünyalık zarar olabilir. Halbuki farzların terkinde, doksan dokuz, zarar ihtimali var. Yalnız gaflet ve dalâlete istinaden tek bir kurtuluş ihtimali olabilir. Acaba dine ve dünyaya zarar olan ihmal ve farzların terkine ne bahane bulunabilir? Hamiyet nasıl müsaade eder?
Bilhassa bu mücahitler grubunun ve bu yüksek Meclisin yaptıkları işler, ameller ve fiiller taklid edilir. Kusurlarını millet ya taklid veya tenkit edecek; ikisi de zarardır. Demek onlarda hukukullah (Allah’a ait haklar), kulların haklarını da içinde barındırıyor. (Yani herhangi bir şahsın hatası, kusuru kendisine aittir. Ama halkın önem verdiği, Meclisin üyeleri, âlimler ve diğer saygı duyulan önderlerin kötü örnek olmak açısından hata ve kusurları, asla diğer sıradan insanları şahsî günahları gibi değildir.)
Şu inkılab-ı azîmin temel taşları sağlam gerek. Şu yüce Meclisin mânevî şahsiyeti –sahip olduğu kuvvet cihetiyle – saltanatın mânasını üzerine almıştır. Eğer İslâmî şeâiri (İslamın şiarı olan emir ve yasakları) bizzat imtisal etmek ve ettirmekle, hilâfetin mânasını da vekâleten üzerine almazsa, hayat için dört şeye muhtaç, fakat devam edip gelen anane ile günde en azından beş defa dine muhtaç olan şu fıtratı bozulmayan ve medeniyetin (İslama uymayan) günah ve eğlenceleri ile ruhî ihtiyaçlarını unutmayan bu milletin dînî ihtiyaçlarını Meclis tatmin etmezse, mecburî olarak Hilafetin mânasını, tamamen kabul ettiğimiz isme ve lâfza verecek. O mânayı devam ettirmek için kuvveti dahi verecek. Halbuki Meclis elinde bulunmayan ve Meclis yoluyla olmayan böyle bir kuvvet, ihtilaf ve tefrikaya sebebiyet verecektir. İhtilaf ve tefrika ise, “-Toptan hepiniz Allah’ın ipine sarılınız.” (Âl-i İmran Suresi, 103. âyet) âyetine zıttır. Zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatin ruhu olan şahs-ı mânevî daha metindir. İslâmî hükümlerin icrasına daha ziyade muktedirdir. Şahıs olarak Halife, ancak ona dayanarak vazifeleri üzerine alabilir. Cemaatin ruhu olan şahs-ı mânevî eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kâmil olur. Eğer fenâ olsa, pek çok fenâ olur. Ferdin iyiliği de, fenalığı da sınırlıdır. Cemaatin ise sınırsızdır. Dış dünyaya karşı kazandığınız iyiliği, dahildeki fenalıkla bozmayınız. Bilirsiniz ki, ebedî düşmanlarınız ve zıtlarınız ve hasımlarınız İslâmın şeâiri tahrip ediyorlar. Öyle ise zarurî vazifeniz, şeâiri ihya ve muhafaza etmektir. Yoksa, şuursuz olarak şuurlu düşmana yardım etmiş olursunuz. Şeâirde gevşeklik, milliyetin zaafını gösterir. Zaaf ise, düşmanı durdurmaz, saldırmaya cesaret verir.
Allah bize yeter ve O’ ne güzel vekil, ne güzel Mevlâ ve ne güzel Yardımcıdır.”
Üstad Hazretleri bu görüşlerini, Meclisteki milletvekillerinin bazılarında dine karşı gördüğü lakaytlık sebebiyle hem de millet vekillerinin ibadete bilhassa namaza devam etmelerinin lüzum ve ehemmiyetini beyan etmek için yazıp neşretmiş olduğundan Kâzım Karabekir Paşa da bu beyannâmeyi Mustafa Kemal’e okumuştu.
Bunu okuyan milletvekilleri üzerine tesiri görülmüş namaz kılanlara 60 mebus daha ilave olmuştu. Hatta namazgâh olan küçücük oda, büyük bir odaya çevrilmişti. Ama Reis ile şiddetli bir münakaşaya da sebebiyet vermişti. Bir gün Divan-ı Riyasette, 50-60 mebus içinde, karşılıklı fikir teâtisinde, M. Kemal Paşa: “Sizin gibi kahraman bir hoca bize lazımdır. Sizi, yüksek fikirlerinizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz, en evvel namaza dair şeyleri yazdınız, aramıza ihtilaf verdiniz” dedi. Bu söz üzerine Bediüzzaman Hazretleri, birkaç makul cevap verdikten sonra, şiddet ve hiddetle, iki parmağını ileri uzatarak: “Paşa! Paşa! İslamiyette, imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan hâindir, hâinin hükmü merduttur.” dedi. Fakat Paşa, özür dileyip, ilişemedi…
Halbuki o günlerde Topal Osman birilerinin tahriki ile, o zaman Ankara’da bazı Risalelerin de basıldığı bir matbaanın sahibi olan Ali Şükrü Beyi vurup öldürmüştü. Sonra Topal Osman da emri kimden aldığını söyleyemeden vurulup öldürülmüştü. O zaman bu cinayetlerle ilgili Hüseyin Avni Ulaş’ın Meclisteki çığlıkları da meşhurdur. Onun için Üstad’ın başına da bir şeyler gelir diye telaş edenler vardı.