Mektubun her iki partinin üyeleri tarafından imzalanması ise tepkiye ‘partilerüstü’ bir kimlik verdi. Mektup uzun bir şekilde basın özgürlüğüne vurulan darbeleri, referandumun şeffaflıktan yoksun yapıldığını ve hapisteki muhalif gazeteci ve siyasilere vurgu yaptı. Erdoğan ile görüşmede ve Türkiye politikasında İnsan haklarının önceliğinin olması gerektiği ifade edildi.
Schneider mektupta şu ifadelere yer verdi: “Türkiye NATO üyesi ve özellikle de IŞİD ile mücadelede Birleşik Devletler’in önemli bir müttefiki ve tam da bu yüzden dostunuz olarak, demokrasiye ve insan haklarına saygıya duyduğumuz endişeyi dile getirmeliyiz. Erdoğan ile yapılan bu görüşme, Başkan Trump’ın, sivil özgürlüklerin ve hukukun üstünlüğünün, işleyen bir demokrasi için hayati önem taşıdığının ve Türkiye’nin ve bölgenin geleceğinde kritik olduğunun açık bir mesajını vermesi için eşsiz bir fırsat.”
Johnson ise şu cümleleri kullandı: “İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda Türkiye, tarihsel açıdan son derece hassas bir bölgede ABD için güvenilir bir müttefik olmuş, komünizm ve İslami radikalizm gibi tehditlere karşı çok değerli stratejik destek sağlamıştır. Bununla birlikte, Cumhurbaşkanı Erdoğan yönetimi altında gerçekleşen insan hakları ihlalleri ve antidemokratik uygulamalar, bu ortaklığı baltalamakta ve Birleşik Devletler için büyük zorluklar yaratmaktadır. Trump yönetiminin, Türk hükümetine rotayı değiştirme ve insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü konusundaki taahhütlerini yerine getirme çağrısı yapması zaruri bir hal almıştır.”
Türkiye 16 Nisan 2017’de, olağanüstü hal altında, muhalefet medyası ve sivil toplum temsilcilerinin sıkı kontrol edildiği ve hatta hapse atıldığı bir ortamda anayasa referandumu düzenledi. Buna ek olarak, seçim meşruluğunu değerlendirmekle görevli Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) seçim gözlemcileri seçimlerin orantısızlığını ve demokratik özgürlüklerin azaltıldığını raporladılar. Referandumun sonucu, Türkiye’de yürütme gücünün önemli ölçüde genişlemesine neden oldu.
Anayasa referandumundan önce de Türkiye’nin demokrasisi gazetecilere yönelik kısıtlamalar ve siyasi muhalefet üyelerine verilen göz dağı nedeniyle tehlike altındaydı ve bu 16 Nisan 2017’den bu yana devam etti. Uluslararası Af Örgütü’ne göre bugüne kadar 120 gazeteci hapsedildi ve 150’den fazla medya organı kapatıldı. Buna ek olarak hükümet, milletvekillerini ve muhalefet partisi liderlerini hapsetmekte ve etnik azınlıklara karşı sert önlemler almaktadır.