[Abdullah Aymaz] Zaten her şey O’nun

Cenab-ı Hak, Kendisini tanıtmak ve imtihan etmek için gönderdiği bizleri şu dünyadan istediği zaman almaya hem muktedirdir, hem de hakkı vardır. Biz O’nun hem mülküyüz, hem memlûküyüz, hem de mülkünde çalışıyoruz. Yani her şeyimiz O’na ait. Onun için bizim hiçbir itiraz hakkımız olamaz. Haddimizi iyi bilmemiz gerekiyor.

SHABER3.COM

ABDULLAH AYMAZ 

İslamî dikkat ve hassasiyetlerden haberi olmayanlar, zelzele ile ilgili zararlı sözlerde ve isyanlarda bulunabiliyorlar. Her şeyin sahibi O. Mülkün sahibi mülkünde dilediği gibi tasarruf edebilir. O, herkesten hesap sorar ama hiç kimse O’na hesap soramaz. Yoklukta yok olan mahlukatı varlık alemine getiren O’dur. İsteseydi esir zerresi, halinde bırakabilirdi. Bitki ve hayvan halinden yükseltip şuurlu bir insan seviyesine getirmiştir. Bunların her seviyesi büyük birer lütuftur ve hep şükür ister. Bu hususla ilgili soru-cevaplar. Risale-i Nur Külliyatı’nda ve Pırlanta Serisinde bulunmaktadır. Onlara havale ediyoruz.

Cenab-ı Hak, Kendisini tanıtmak ve imtihan etmek için gönderdiği bizleri şu dünyadan istediği zaman almaya hem muktedirdir, hem de hakkı vardır. Biz O’nun hem mülküyüz, hem memlûküyüz, hem de mülkünde çalışıyoruz. Yani her şeyimiz O’na ait. Onun için bizim hiçbir itiraz hakkımız olamaz. Haddimizi iyi bilmemiz gerekiyor.

İmtihanlar çeşit çeşit, malla, canla, evlatla, hastalıkla, fakirlikle… Ama sabırla, şükürle, her şeyi O’ndan bilerek katlanmakla, kat kat ihsanlara, nimetlere, saadetler mazhar buyuracak. Ufuksuz anlayışlar, kısır görüşler, sonsuz sayfalı bir romanın bütününden haberdar olmadıkları için daha ilk sayfadaki sıkıntılardan hükümlerini yanlış olarak verebiliyorlar. Her şey bu geçici ve fani hayattan ibaret değil ki…

Bu münasebetle diyoruz ki, aslında imanın, Marifetullah’ın ve onlardan tezahür eden muhabbetullahın ve lezzet-i ruhaniyenin zevkine erişmeden bu ince kaza ve kader sırlarının kolayca anlaşılamayacağını da itiraf etmeliyiz. Bu itirazların çoğu dışarıdan gazel okumak ve bilmediği konularda ahkâm kesmekten ibarettir. 

Allah’ı ve onun güzel isimlerini bilmeyenler, şu ifadelerden ne anlayabilirler ve ne gibi bir zevk alıp haz duyabilirler: “Cemil-i Zülcelâl (olan Cenab-ı Hakk’ın)  bütün isimleri, Esmâ-i Hüsnâ tabiri ile gösteriyor ki; güzeldirler. Mevcudat içinde en lâtif, en güzel, en câmi ayna da hayattır. Güzelin aynası güzeldir. Güzelin hüsn-ü cemâllerini gösteren ayna güzelleşir. O aynanın başına o güzelden ne gelse güzel olduğu gibi, hayatın başına dahi, ne gelse, hakikat noktasında güzeldir. Çünkü güzel olan o Esmâü’l-Hüsnâ’nın güzel nakışlarını gösterir.”  (Yirmi Beşinci Lem’a, Hastalar Risalesi, 19. Deva)

“Gördüm, hissettim ve hakkalyakin zevk ettim ki, bekâmın lezzeti ve saadeti, aynen ve daha mükemmel bir tarzda Bâki-i zülcelâl olan Cenab-ı Hakk’ın bekasına ve benim Rabbim ve İlahım olduğuna tasdik ve imanımda ve iz’ânımda vardır.”  (Yirmi Altıncı Lem’a (İhtiyarlar Risalesi 14. Rica) 

“Onun bekâsı ile benim için lâyemût (ölmez) bir hakikat tahakkuk eder. Zira  ‘Benim mâhiyetim, hem bâkî, hem sermedi bir ismin gölgesi olur;  daha ölmez.’  diye îmanî şuur ile takarrür edip yerleşir. Hem o iman şuuru ile mutlak mahbub (sevgili) olan Mutlak Kemâl’in varlığı bilinmekle, şiddetli ve fıtrî olan zâtî muhabbet tatmin edilir. Cenab-ı Hakk’ın bekâsına ve varlığına ait îmanî şuur ve kainatın da, insanın da kemâlâtı bilinir ve bulunur. Böylece kemâlâta karşı fıtrî meftûniyet, hadsiz elemlerden kurtulup zevk ve lezzetini alır. Hem o iman şuuru ile Bâki-i Sermedî olan Cenab-ı Hakk’a bir intisap ve o intisabın imanı ile umum mülküne bir münasebet peyda olur. Ve intisap münasebetiyle hadsiz bir mülke bir nevi bir mâlikiyet gibi iman gözüyle bakar, mânen istifade eder. Hem iman şuuru ile intisap ve münasebet, alâka ve bağlılık cihetiyle güya onun bir nevi varlığı olmuş gibi var olur. Varlığa karşı fıtrî aşk teskin edilir.”  (On  Dördüncü Şua, Birinci Mertebe-i Nuriyye-i Hasbiye)  Evet bu güzellikler ancak iman ile hissedilir.

Halkımız arasında “Sadece Allah’a dayan”  mânasına “Duvara dayanma yıkılır, ağaca dayanma çürür, insana dayanma ölür”  diye bir söz vardır.  “Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarma. O’ndan başka ilâh yoktur. O’ndan başka her şey helâk olacaktır. Hüküm O’nundur ve O’na döndüreceksiniz”  (Kasas  Sûresi, 88)  âyetinde de böyle bir ferman vardır. Onun için bu âyetin mealini ifade eden “Yâ Bâkî, Ente’l-Bâkî, Yâ Bâkî Ente’l-Bâkî” iki cümlesini, büyük mürşidler özel bir hatme yapmışlar. Bediüzzaman Hazretleri de bu hususa şöyle bir izah getiriyor:

“Birinci defa  ‘Yâ Bâkî  Ente’l-Bâkî’ dendiğinde cerrahî bir ameliyat hükmünde, kalbi Allah’tan başka her şeyden tecrit ediyor, kesiyor. Şöyle ki: İnsan, mahiyetinin camiiyeti itibariyle, mevcudatın hemen ekserisiyle alâkadardır. Hem insanın (her şeyi içine alan ve kendisini minyatür bir kainat  haline  getiren) mâhiyet-i câmiası itibariyle, mevcudatın hemen ekseriyetiyle alâkadardır. Hem insanın mahiyetine hadsiz bir muhabbet istidad ve kabiliyeti yerleştirmiştir. Onun için insan bütün varlığa karşı bir muhabbet beslemektedir. (Onun için bu muhabbetin Cenab-ı Hakk!a döndürülmesi gerekir ki, bütün varlığa karşı muhabbet ona elem vermesin) 

Bütün sevgisini Allah’a hasrettiğini ifade eden ‘Yâ Bâkî Ente’l-Bâkî’  olan birinci cümlesi,  ‘Yâ Bâkî Ente’l-Bâkî’  cümlesi, ‘Hakikî Bâkî, yalnız  Sensin.  Senden başka her şey fânidir. Fânî olan elbette, bâkî bir muhabbete, ezelî ve ebedî bir aşka ve ebed için yaratılan bir kalbin alâkasına vesile olamaz.’ Mânasını ifade ediyor. Madem o hadsiz sevgililer fânidirler, beni bırakıp gidecekler. Onlar beni bırakmadan evvel ben onları ‘Yâ Bâkî Ente’l-Bâkî’ demekle bırakıyorum.’  Yalnız Sen Bâkîsin, ve ancak Senin bâkileştirmenle mevcudat bekâ bulabildiğine bilip itikat ederim. Öyle ise, Senin muhabbetinle onlar sevilir. Yoksa kalbin alâkasına lâyık değiller, demektir. İşte bu durumda kalb, hadsiz fâni sevgililerden vaz geçiyor. Çünkü güzellik ve cemâlleri üstünde fânilik damgasını görüyor, alâkasını kesiyor. Eğer kesmezse, sevdikleri sayısınca mânevî yaralar oluyor. İkinci cümle olan “Yâ Bâkî Ente’l-Bâkî’ o hadsiz yaralara hem merhem, hem ilaç oluyor. Yani ‘Yâ Bâkî Ente’l-Bâkî’ Madem Sen Bâkisin, yeter, her şeye bedelsin. Madem Sen varsın, her şey var.”  (Üçüncü Lem’a)

Bu muhteşem kaynaklarımızdaki feyizli irfani güzellikler bulunmaktadır, bizler de bunlardan kana kana istifade etmeliyiz. Biliyoruz ki, bir çeşmenin yanı başında bir testi,  kırk sene de dursa, kendiliğinden dolmaz…
<< Önceki Haber [Abdullah Aymaz] Zaten her şey O’nun Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER