Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Agnes Callamard'a DW'nin yönelttiği sorular ve yanıtları:
Deutsche Welle Türkçe: Birleşmiş Milletler Yargısız ve Keyfi İnfazlar Özel Raportörü olarak Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesine ilişkin soruşturmayı siz yürütmüştünüz. Bu nedenle Suudi yetkililerden ölüm tehditleri dahi aldınız. Kaşıkçı davasının Suudi Arabistan'a devredildiğini öğrendiğinizde neler hissettiniz?
Agnes Callamard: İlk günden beri düşündüklerim değişmedi. Utanç verici olduğunu düşünüyorum. Davaya ihanet olduğunu düşünüyorum. Türkiye'de adaletin bir pazarlık meselesi haline dönüştüğünü gösteriyor. Davanın Suudi Arabistan'a devri, davayı cinayetten sorumlu olanların ellerine teslim etmek demek. Türkiye'de gerek savcılar gerek politikacılar gerekse hükümet, başta Suudi Kral olmak üzere Suudi Arabistan'daki yetkililerin adalete, Türkiye'deki soruşturmaya müdahale ettiğinin oldukça farkında. Türkiye'ye cinayeti araştırmak için gönderdikleri ekip, delilleri ortadan kaldırdı. Buna rağmen dava Suudi Arabistan'a devredildi. Yani adaletin tesis edilemeyeceğinin bilinmesine rağmen bu devir yapıldı. Tam da bu yüzden bu durumun utanç verici olduğunu, ihanet olduğunu söylüyorum.
Danıştay'ın 23 Haziran'da İstanbul Sözleşmesi davasında son sözü söylemesi bekleniyor. Kadın hareketinin İstanbul Sözleşmesi'nin feshine karşı verdiği mücadeleyi nasıl görüyorsunuz?
Sözleşmeden çekilme kararı da başka bir ihanet. Karara verilen tepki hükümetin kolay bir yol seçmediğini gösteriyor. Kadınlar karara karşı savaşıyor. Kadın hareketinin kararlılığı, tutunmak istediğim bir kararlılık. Kadınların ve insan hakları savunucularının kadına şiddetle mücadele adına karara karşı gösterdiği direnç beni çok etkiliyor. Hükümetin tavrı kadına şiddete karşı mücadelenin ortadan kalkacağı anlamına gelmiyor. İstanbul Sözleşmesi önemli bir taahhüt idi. Fesih kararı, kadınların şiddete karşı mücadelesini zayıflatan bir karar değil. Aksine, kadınların mücadelesini yükselttiğini, güçlendirdiğini ve büyüteceğini düşünüyorum. Kadınların bu saçma karara gösterdiği direnç, yolunu şaşıran bir hükümetin müdahalesiyle eşitlik mücadelesinin durdurulamayacağını gösteriyor. Türkiye'deki kadınların hükümete verdiği tepkinin gerek Türkiye'deki gerekse dünyadaki insan hakları hareketi için ilham verici olduğunu düşünüyorum. Türkiye'deki kadınların yanındayız, onlardan ilham alıyoruz. Onların yanında durmaya devam edeceğiz. Eşitlik ve şiddete karşı mücadele eden kadınlar için adaletin geleceğine inanıyorum.
Diyarbakır'da bir hafta önce gözaltına alınan 16 Kürt gazeteci tutuklandı. Seçime giderken basın özgürlüğünün kötüleşeceği yönünde endişeler var. Siz de bu endişeyi paylaşıyor musunuz?
Evet, kesinlikle. Af Örgütü olarak toplumun genelini etkileyen basına özgürlüğündeki gerilemeyi yakından takip ediyoruz. Son tutuklamalar, basına yönelik engelleme, susturma ve hak ihlalleri deryasına eklenen son damla oldu. Yetkili makamları rahatsız edecek şekilde haber yapan gazeteciler risk altında. Tutuklanan 16 gazetecinin dosyasında yaptıkları haberlere odaklanıldığını anlıyoruz. Bu da gazetecilerin yaptıkları haberler nedeniyle hedef olduklarını gösteriyor. Türkiye'de gazeteciler yıllardır terörizm suçlamalarıyla susturuluyor. Bu durum oldukça endişe verici.
Gezi davası kararında açıklanan gerekçeli kararı tatmin edici buldunuz mu?
Hayır, hiç de tatmin edici bir karar değil. İş arkadaşlarım 600 sayfayı aşkın kararı detaylı bir şekilde inceledi. Gerekçeli kararın bu kadar sayfa yazılıp kararda bu kadar az tartışılacak içerik olması inanılmaz. Kararda, insan hakları standartları ile uyumlu kabul edilebilir hiçbir gerekçe yok. Hiçbir sanık için itham edilen suçlar hakkında delil yok. Bu durum, Osman Kavala'nın tutukluluk süreciyle başladı. Davanın ilk duruşmasına kadar sürdü. Ardından ilk beraat kararı verilene kadar da devam etti. Bu kötü durum sadece daha da kötüye gitti. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi mahkûmiyet kararlarını delil olmamasına rağmen verdi. Mahkeme heyetinden bir hâkim de delil yokluğuna dikkat çekerek beraat kararı verilmesi gerektiği yönünde görüş bildirdi. Gerekçeli kararda, ajanlıkla suçlanan Osman Kavala'nın tutukluluğuna dair gerekçe yok. Dava kapsamında yargılananların bunca yıl hapse mahkûm edilmesi şok edici. Oldukça uzun hapis cezalarından bahsediyoruz. Başından sonuna kadar adaletsiz bir süreç. Gerekçeli kararda, verilen mahkûmiyet kararlarına gerekçe olacak hiçbir şey yok.
Türkiye'deki cezasızlık kültürü insan hakları ihlallerini nasıl etkiliyor?
Cezasızlık kültürü, insan hakları ihlallerinin temelini oluşturuyor. Türkiye de dahil olmak üzere dünyanın birçok yerinde süren sistematik adaletsizlik, cezasızlıktan kaynaklanıyor. Af Örgütü tam da bu nedenle cezasızlığa son verilmesi çağrısıyla çok sayıda kampanya yürütüyor. Cezasızlık, hak ihlallerinin sürmesine neden oluyor. Cezasızlık beraberinde yetkinin kötü kullanımına da yol açıyor. Kişiler ve kurumlar yetki ve güçlerini kullanarak can yakıcı hareketlerde bulunuyor. Cezasızlık kültürü bununla ilgili işte: Gücün kötüye kullanılması ve mağdurların adalet bulamaması. Türkiye'de olan da bu. Çarşamba günü insan hakları avukatı Tahir Elçi'nin öldürülmesine ilişkin davanın duruşması vardı. Duruşma bir kez daha ertelendi. Avukatların talepleri mahkeme heyeti tarafından reddedildi. Bu ve buna benzer durumlar, cezasızlık kültürü pekiştiriyor. Kurumlara yönelik güvensizlik yaratıyor. Bu, korkunç bir durum. Söyleşimize Cemal Kaşıkçı davasını konuşarak başladık. Kaşıkçı, Türkiye toprakları üzerinde öldürüldü. Türkiye cinayet sonrası açılan davada adaletin tesis edileceğine ilişkin söz verdi. Sonra ne oldu? Dava Suudi Arabistan'a devredildi. Bu bir skandaldır. Hükümetin adalete yönelik tavrını ortaya koyuyor. Adalet bir pazarlık meselesine dönmüş durumda.