Ersoylu'nun bugünkü köşesinde Üstad Bediüzzaman'ın eserlerine yer alan prensipler ışığında son yaşananlara bakmış
Adaleti savunmak darbeyi desteklemek değildir- İBRAHİM ERSOYLU
Darbe girişimi üzerinden bir aydan fazla zaman geçti.
Ülkenin havası hâlâ toz duman içinde. Toplumda gerginlik, çatışma, kaos, iftira, küfür, aşağılama, ispiyon bütün şiddetiyle devrede. İnsanların çoğu sağ duyusunu kaybetmiş durumda, bir kısım mensupları darbe girişimine karışmış bir cemaati siyaseten yargılayarak kısa yoldan toptan yok edilmesini istiyorlar. Onun yüzünden diğer cemaat ve tarikatlara ateş püskürüyorlar. Kur’ân’ın bir düsturu olan suçun şahsiliği askıya alınarak kurunun yanında yaşın yakılmasını alkışlıyorlar. “Daha beter olsunlar” diye yapılan zulümlere hararetle destek veriyorlar.
UMUMÎ MUSÎBETLER EKSERİYETİN YANLIŞA DESTEK VERMESİ SEBEBİYLE GELİR
Üstad Bediüzzaman, bir yerde vuku bulan zelzelenin umumî şekle girmesinin sebebini anlatırken, umumî musîbetin ekseriyetin hatasına terettüp etmesinden, insanların çoğunun o yerde yapılan hata ve zulümlere ya fiilen, ya iltizamen (sessiz kalarak), ya da iltihaken (onu savunarak) destek vermesi olarak ifade eder. (Sözler, 14. Söz, s. 67) Şimdi aynı durum yaşanmaktadır.
Diğerleri bir yana Risale-i Nurlar’dan beslenen bir kesime ne oluyor? Bunlar kraldan fazla kralcılık yaparak dinde hassas muhakeme-i akliyede noksan olanlarla birlikte kaba bir üslûp ile itham ve gıybet yarışına girmiş durumdalar. Yeni Asya camiası ve gazetesi onlar gibi hareket etmeyerek sağduyulu, temkinli, edepli bir üslûp ile son olaylara tavır koyduğu, yapılan zulümlere karşı çıktığı için ona ateş püskürüyorlar. Onu darbecilere arka çıkmakla itham etmektedirler.
RİSALE-İ NURUN MESLEĞİ NAZİKANE VE KAVL-İ LEYYİNDİR
Geçen gün Camiamızda bizimle yıllarca kalmış, kendisini Nur Talebesi olarak bildiğimiz, son İstanbul olaylarında muhalefete savrulmuş biriyle konuşmak durumunda kaldım. Telefonda sesimi duyar duymaz atışa başladı. Yeni Asya’nın Üstadın meslek ve meşrebinden saptığını, FETÖ Silâhlı Terör Örgütü ile paralel hareket ettiğini, hatta onların avukatlığını yaptığını bağırıp çağırarak sokak diliyle ifade etti. Ben de ona sakin olmasını, Risale-i Nur mesleğinin gereği “Nazikâne, nezihane ve kavl-i leyin” olduğunu hatırlattım. Yeni Asya’nın hiçbir yayınında darbeleri ve darbecileri destekler mahiyette en ufak bir ifadesinin olmadığını ve olmayacağını, eğer dikkat ettiyse geçmişi darbecilerle mücadele ile dolu olduğunu, bu yüzden hapis dahil her türlü baskı ve zulme maruz kalarak ağır bedeller ödediğini söyledim.
Onun malûm cemaate karşı olan tavrı yıllar öncesinden bellidir. Siyasîlerle birlikte çalışırlarken onların hizmet metotlarının Risale-i Nur ölçülerine aykırı olduğunu çok önce ifade etmişti. Kadrolaşma ve sadeleştirme işlerinin yanlış olduğunu, bu olaylar patlak vermeden yıllar önce kendilerine ve kamuoyuna defalarca ilân etmişti. Bu işten vazgeçmelerini söylemişti. Onu dinlemediler.
Şimdi Yeni Asya’nın itirazı, darbeyle ilgisi olmayan binlerce, on binlerce masumun hak-hukuku çiğnenip vazifesinden uzaklaştırılarak çoluk çocuğu ile sokağa atılıp mağdur edilmesine yönelik olduğunu anlattım.
BEDİÜZZAMAN HALKÇILARIN YÜZDE BEŞİNİ SORUMLU TUTMUŞTU
Geçmişte tek parti idarecileri, Üstad Bediüzzaman ve Nur Talebelerine 30 sene boyunca hapis, sürgün, zehirleme yollarını kullanarak kan kusturduklarını, hayatı onlara çekilmez hale getirdiklerini, buna rağmen Üstad yapılan zulümlerin mesuliyetini Halk Partisinin % 5’ine verdiğini, halkçıların % 95’ini bu işlerden sorumlu olmadığını söylediğini, (Emirdağ Lâhikası 2, s. 877) ne var ki şimdi darbecilerin bir kısmı içlerinden çıktı diye bütün bir cemaat fertleri sorumlu kabul edilip, işten atılarak mağdur edildiklerini, sokağa çıkamaz hale getirildiklerini, bunun da insanî ve İslâmî olmadığının dile getirilmesinin neresi darbeye destektir?” dedim. “Onlar hak ettiler” diyerek yapılanlara destek verdi. Ona ”Sen de darbeye karşı olduğun halde, hasbelkader onların kurumlarında bulunmuş, ya da onlarla irtibatlı olarak kamuda çalışırken, ailenle birlikte sokağa atılmış olabilirdin. O zaman böyle konuşabilir miydin?“ dedim. Sustu.
Sözün Özü: Ehl-i tahkik (araştırıcı) olmayan insanların, ellerinde ölçü olmadığı için yaşanan acı olaylarla ilgili fevrî ve yanlış bir tutum takınmaları bir dereceye kadar anlaşılabilir. Ancak ellerinde Risale-i Nur gibi doğru istikameti gösteren pusula bulunan insanlar, ona bakmayarak yanlış istikamete giden toplulukların peşine takılmaları ve onlar gibi akıl almaz zalim tavır takınmaları ne kadar hazin bir durumdur. Bunun sebebi Ahirette onlara sorulsa ne cevap vereceklerdir?
Cenâb-ı Hak cümlemize basiret versin. Bizi, milletimizi ve ülkemizi semavî ve arzî afet ve musîbetlerden muhafaza etsin. Amin..