Adem Yavuz Arslan / Tr724
2008 Mart başında Bugün Gazetesi Ankara Temsilcisi olduğumda ilk yaptığım şey Zaman Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Ünal’ı ziyaret edip tavsiyelerini almak olmuştu.
Yılların saygın gazetecisi Mustafa Ünal, Başkent’e dair tecrübelerini anlattıktan sonra “Ayak oyunları bakımından İstanbul’a ‘Bizans’ derler ama unutma İstanbul Bizans ise Ankara ‘Kahpe Bizans’tır” demişti.
Gerçekten de Ankara Temsilciliği yaptığım 7 yıl boyunca Mustafa Ünal’ın tarif ettiği ‘Kahpe Bizans’ın envai çeşit örneğini gördüm, yaşadım, duydum.
En başta bana bu tavsiyeleri yapan Mustafa Ünal’ın ‘terörist’ suçlaması ile şu anda Silivri zindanlarında olması bu ‘kahpeliği’ teyit etmeye yeter de artar.
Düşünsenize: Erdoğan ve Gül’ün en zor zamanlarında yanında olan, 30 küsur yıllık gazetecilik hayatını tertemiz geçirmiş Mustafa Ünal zindanda, AKP’ye kapatma davası açılında kadeh tokuşturup ‘çak’ yapanlar şimdi Erdoğan’ın uçağında!
DEMİRTAŞ PERDEYİ ARALADI
Bana bugün Ankara’nın ‘kahpe Bizans’lığını hatırlatan olay ise Selahattin Demirtaş’ın ifadeleri.
Demirtaş’ın savunması perde gerisinde başka işler yapıp mikrofonlara tam tersi demeçler veren siyasileri deşifre etmiş oldu.
Türkiye’nin en büyük üçüncü partisinin yakın zamana kadar eş genel başkanlığını yapmış bir ismin her biri manşetlik ifadelerinin ortalığı karıştırması gerekirdi fakat medya tamamen iktidarın kontrolünde olduğu için Demirtaş’ın ifadelerini çok az kişi duyabildi.
HDP eş başkanı iken bir türlü mahkemeye ‘getirilemeyen’ Demirtaş, başkanlıktan indikten sonra hakim önüne çıkabildi. 15 aydır tutuklu olan Demirtaş’ın savunmasında verdiği detaylar en yalın ifadesiyle ‘AKP iktidarının, Kürt sorununu kendi çıkarları için nasıl istismar ettiğini’ gözler önüne serdi.
Demirtaş’ın savunmasından üç başlığa özellikle dikkat çekmek istiyorum:
1- “2010 referandumunda partim boykot kararı aldı. Bizim üzerimizde ‘evet’ oyu verilmesi için baskı oluşturuldu. Ne yaptılar biliyor musunuz? ‘Bunlar İmralı’dan talimat alıyor’ diyorlardı ya. Abdullah Öcalan’ın el yazısıyla Bakanın kendisi İmralı’dan yazı getirdi. Bana getirdi. Niye, referandumda hem parlamentoda hem dışarıda ‘evet’ oyu vermemiz için. İnkar ederlerse tanıkları burada dinleteceğim.”
2- “2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi. 2014’te de İmralı çözüm süreci vardı. Hiçbir şekilde Cumhurbaşkanı adayı olma talebim yoktu. Ama partim beni aday gösterme kararı aldı. Onur duydum. Ne yaptı, İmralı üzerinde adaylığımı geri çekme baskısı yaptı. Tanıkları var. Devlet adına görüşmeyi yürüten heyet, ‘Beyefendi (Erdoğan) çok rahatsız oldu adaylığınızdan, hem çözüm süreci yürütüyor hem niye aday oldunuz’ dedi.”
3- “7 Haziran seçiminde parti olarak seçime girmeyelim diye İmralı üzerinden bize baskı yapmaya kalkıştılar. Devlet, İmralı Heyeti; ‘Çözüm sürecine aykırıdır’ dedi. ‘20-25 milletvekili neyinize yetmiyor, bağımsız girersiniz’ dedi.”
Demirtaş’ın ifadelerinde Çözüm Süreci ve İmralı-Kandil hattına dair başka çarpıcı detaylar da var.
Normal şartlarda bu ifadelerin siyaseti alt üst etmesi gerekirdi.
Fakat iktidar cephesi sanki bu ifadeler yokmuş gibi davranıyor. Bağımsız medya kalmadığı içinde kimse iktidar partisinden bir isme ‘Öcalan’dan talimat getirdiniz mi?’ ya da ‘Seçimlere müdahale etmek için PKK ile pazarlık yaptınız mı?’ diye soramıyor.
Demirtaş önümüzdeki duruşmalarda Çözüm Süreci’ne dair bilinmeyen detayları açıklar mı bilemiyorum.
Temennim açıklaması yönünde.
Böylece Kürt sorunu gibi hayati bir meselenin iktidar cephesinde nasıl istismar edildiğini herkes daha iyi görmüş olur.
Zira o döneme dair bilinenler, bilinmeyenlerin yanında bir şey ifade etmiyor. Mesela PKK ile görüşmeler aslında 2007’de bizzat Erdoğan’ın talimatı ile dönemin MİT Müsteşarı Emre Taner tarafından başlatılmıştı.
Bir devletin terör örgütü ile görüşmesinde bir anormallik yok. Terör örgütleriyle mücadelenin bir parçası da müzakere yürütmektir.
Ancak Erdoğan’ın Çözüm Süreci’nin çok temel bir sorunu vardı.
Derdi terörü bitirmek, Kürt sorununu çözmek falan değildi.
Selahattin Demirtaş’ın ifadelerinde açıkça görülebileceği gibi her şeyi tamamen siyaseti maniple etmek, kendi iktidarını korumak için yaptı.
Bunun içinde özellikle MİT’i aktif olarak kullandı.
Ankara Temsilcisi olduğum dönemde bu konuda MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile uzun konuşmalarım olmuştu. Konuşmalarımız ‘off the record’ yani yazılmamak kaydıyla olduğu için meslek ahlakı gereği detaylarını yazmayacağım.
Fakat Fidan’ın anlatımları ile Demirtaş’ın ifadelerinin örtüştüğünü söyleyebilirim.
Bu noktada şöyle bir savunma olabilir: “Her iktidar, iktidarının devamını ister ve bunun için politik manevralar yapabilir. Hükümetin de seçimleri kazanmak için PKK’yı oyalama ve kafa karıştırma taktikleri uygulaması normaldir.”
Ortada yitirilen canlar olmasa pekala bu argüman tartışılabilirdi. Fakat bu politikanın ‘maliyeti’ çok ağır oldu. O dönem uygulanan politikaların ‘gelecekteki maliyetleri’ ise tahmin bile edilemiyor.
Bu argümanın ne kadar sağlıklı olduğuna dair yorumu okuyucuya bırakıp ‘Çözüm Süreci’ne dair bazı anekdotlara gelmek istiyorum.
Öcalan ile AKP hükümeti arasındaki müzakereler çok sıkı yürütülüyordu. Sayısız görüşme yapılmıştı. Hatta Öcalan’ın açıklamaları iktidara mensup kalemlerce ‘edit’ edilir olmuştu.
Mesela meşhur 21 Mart 2013 tarihli Nevruz mektubu böyleydi.
İmralı’dan gelen mektubun AKP’li Yalçın Akdoğan tarafından ‘edit’ edildikten sonra tekrar İmralı’ya gönderildiği ve Öcalan’ın da ‘olur’ verdiği Ankara’da ‘herkesin bildiği sırlardan’dı.
Yine aynı dönemlerde kapalı kapılar ardında güvenlik bürokrasisine ‘hepsini tutuklayın, KCK operasyonlarını çok önemsiyorum’ diyen Erdoğan ve AKP’li bakanların mikrofonlara gelince ‘operasyonlara karşıyım’ dediğine şahit olmuş çok kişi var.
Mesela herkesin kafasına kazınan ‘elleri kelepçeli HDP’li siyasiler’ görüntüsünün failinin AKP’li bir bakan olduğu da güvenlik bürokrasisinde çok konuşulmuştu.
‘Dolmabahçe Mutabakatı’ açıklaması ‘kimin hangi koltuğa oturacağına’ kadar Erdoğan’ın belirlediği, yönettiği bir süreçti. İktidar medyası manşetlere taşıyıp ‘büyük müjde’ olarak vermişti. Fakat ‘kimin hangi koltuğa oturacağına’ dahi karar veren Erdoğan, buradaki rolünü de inkar etti.
Oysa ki Demirtaş’ın mahkeme salonunda anlattığı gibi İmralı ile AKP arasında süren müzakerelerde HDP’li siyasiler ‘aracı’ydı. Bir nevi posta güvercini oldular. Erdoğan’ın bilgisi ve onayı ile Kandil’e gittiler. İmralı’dan ve Kandil’den servis edilen fotoğraflar da bizzat iktidarın onayı ile gerçekleşti.
Ancak ne zaman ki Demirtaş ‘seni başkan yaptırmayacağız’ dedi o zaman işin rengi değişti.
‘SENİ BAŞKAN YAPTIRMAYACAĞIZ SONRASI HER ŞEY DEĞİŞTİ’
KCK operasyonlarında talimatları verip daha sonra tüm suçu Cemaat’ten olduğu iddia edilen bürokratlara kesen Erdoğan, bu kez de suçu HDP’li vekillere yıktı ve ‘Kandil’den talimat alıyorlar’ suçlamasını yaptı.
Yani Erdoğan tarafından kullanılanlar listesine HDP’li siyasiler de eklenmiş oldu. 15 Temmuz olmasaydı belki de Güneydoğu’da yaşanan olaylar, düz edilen şehirlerden dolayı bazı generaller, polis şefleri ‘Erdoğan’ı aldatanlar’ listesine eklenecekti.
‘Aldatıldım’ bahanesinin ardına sığınan ama aslında herkesi ‘aldatan’ Erdoğan çok sayıda HDP’li siyasetçi ve belediye başkanının hapse girmesine yol verdi.
Özetlemek gerekirse…
Demirtaş’ın mahkemede söyledikleri tarihi öneme sahip.
Keşke başlamışken ‘diğer detayları’ da anlatsa. Mesela Öcalan’la kim neyin pazarlıklarını yaptı, hangi şartlarda ve ne zaman serbest kalacağı sözü verildi?
Paris Suikastları kimin talimatıyla oldu?
O döneme dair sorulacak çok soru var.
Fakat Demirtaş’ın şu ana kadar söyledikleri bile Türkiye’nin beka sorunu olan Kürt meselesinin Erdoğan’ın siyasi hedefleri uğruna nasıl istismar edildiğini teyit ediyor.
Erdoğan’ın aslında ‘Çözüm Süreci’ne hiçbir zaman inanmadığı, tek hedefinin seçimler olduğunu yakın halkasında olan herkes biliyordu. Hatta o dönemde ‘seçimden sonra süreci Cemaat sabote etti deriz’ diyen ‘danışmanlar’ da vardı.
Erdoğan PKK ile kavga ederken de müzakere ederken de aldanmadı, bilerek ve iradi olarak yaptı.
Tek önceliği sandık-koltuk denklemiydi. Bu ‘politika’nın risklerine dair uyarı yapanlar ise ‘hain’ ilan edildi.
Demirtaş’ın anlatımları ‘Çözüm Süreci’nin bilinmeyenlerini öğrenmemiz için fırsat olabilir. Şahitlerin çoğu hala Ankara’da. Bir kısmı cezaevinde ama yaşıyorlar. Türk halkının o dönemde ne olduğunu öğrenmeye hakkı var.
O dönem Ankara’da olan birisi olarak şu kadarını söyleyebilirim: İmralı-AKP hattında yaşananlar Bizans oyunlarını aratacak türden.