ABDULLAH AYMAZ
Hadis kitaplarının Bâbü’l-Fıten (Fitneler Babı) bölümlerinde, “Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak…” meâlli hadisler hakkında Üstad Bediüzzaman Hazretleri Şualar’da özet olarak şöyle diyor: Bu nevi hadisler, müteşâbih kısmındandırlar; hem cüz’î ve hususî değiller… Bu kısım ise, ümmetinin başına gelen dînî fitnelerden yalnız bir tek zamanı, Hicaz’ı ve Irak’ı misâl olarak gösterir.
Zâten Abbâsîler zamanında o tarihte Mutezile, Râfızî, Cebrî (anlayışların) perdesi altında (gizlenen bir kısım) zındıklar, inkârcılar ve İslâmiyet’i zedeleyen çok dalalet fırkaları meydana gelmişler. Şeriat ve itikad noktasında, ehemmiyetli sarsıntılar olması hengâmında Buhârî, Müslim, İmam Âzam, İmam Şâfiî, İmam Mâlik, İmam Ahmed İbni Hanbel ve İmam Gazzalî, Gavs-ı Âzam Abdülkadir Geylanî ve Cüneyd Bağdadî gibi pek çok İslam büyükleri imdada yetişip o dînî fitneyi mağlup ettiler. O tarihten üç yüz sene sonraya kadar o galebe devam etmekle beraber, perde altında yine o ehl-i dalâlet fırkaları, Siyaset Yolu ile Hülağâ, Cengiz fitnesini İslamların başına getirdiler. Bu fitneden hem hadis, hem Hz. Ali (R.A.) sarih bir surette aynı tarihiyle işaret ediyorlar. Sonra bu zamanımızın fitnesi en büyük bit fitne olduğundan, hem müteaddit hadisler, hem çok Kur’anî işaretler aynı tarihiyle haber veriyorlar.
Buna kıyasen, ümmetin başına geçireceği safhaları küllî bir surette bir hadis beyan ettiği vakit, bazen o küllînin bir tek hadisesini misal olarak tarih gösterir. Böyle müteşâbih ve manası tamam anlaşılmayan hadislerin Yirmi Dördüncü Söz’de ve Beşinci Şua’da, bu hakikatı düsturlarla beyan edilmiş. (On Üçüncü Şua)
Beşinci Şua’da iki husus dikkatimizi çekmişti. O müthiş şahsın bütün dünyayı gezmesi, On Yedinci Mesele’de şöyle tevil ediliyor: “Ve gezmesi, her yeri istilâ etmek için değil, belki (uğradığı yerlerde) fitneyi uyandırmak ve insanları baştan çıkarmak içindir.” deniliyor. Yine bununla ilgili olarak, Yedinci Mesele’de ise, “Maarifi rehber edip tamimine şiddetle çalışır, demektir.”
Abdülkadir Geylanî Hazretleri, kasidesinde “Fe’l-Vâsılü ilâ sâhıli’s-selâmeti hüve’s-Saîd’ül-Mukarreb’tir.” (Yani sözleriyle selâmete ulaştırıcı; o Saîd’ül-Mukarreb’tir.) Zülhelâki hüve’ş-Şakiyyül müba’ad ve’l-muazzeb (Yani zülhelâk. Hülâgu ise Allah’tan uzak ve azaba müstehak olan eşkıyadır.
Abdülkadir Geylanî Hazretleri Hülagu için asırlar öncesinden keşfen kerâmeten zülhelâk (helâk sahibi, her şeyi tahrip edip helâke sürükleyen kişi) tabirini kullanıyor. Gavs-ı Âzam Abdülkadir Geylanî Hazretleri, “Feminhüm şakıyyün ve saîdün.” Hûd Suresi, 105. ayetinin bir nevi tefsiri olarak diyor ki: “Şu âyetin küllî mânalarından bir kısım efradını, altıncı asır ve on dördüncü asırda âyetin külliyetinde dâhil bir kısım özel fertlerini gösterdiğine dair çok emareler var. Âyetin külliyetinde tevafuk sırrıyla “fe minhüm şakıyyün ifadesinden bu zamanın (bilhassa Mahrem İnnâ Âteynâ tefsirinde bahsedilen) en büyük şakilerinden üçüne cifirce tevafuk etmesi, o küllî âyette bunlar dahi kasten murad edildiklerine emâredir, belki işarettir. İşte Hz. Gavs, bu âyetteki bu emâreden, bu zamana bakmış. (Yukarıda bahsedil tamamen birer keşif ve kerâmet olan) fıkrasını küllî âyete bir nevi hususî tefsir yaparak, kasidesinde kerametkârâne bahsetti Âhirzaman fitnesi içinde şâkirtlerini görüp, o zamanın şakilerinin şerrinden muhafaza edildiği ve burada münâcâtında dahi o kasidenin meâline bakıyor.
Şu fıkrada Hz. Gavs’dan bir îmâ var. Buradaki saîd lâfzında, meşhur kasidesindeki “taîşû saîden” (yani mesut olarak yaşarsın) ifadesine gizli bir işaret olduğu gibi, “Zülhelâkî hüve’ş-şakıyyü’l-müba’ad” fıkrasıyla, kendisinden sonra vuku’ bulan ve İslâmî ilimleri mahvetmek niyetiyle kütüphaneleri Dicle ve Fırat Nehri’ne atan Hülâga felaketini haber vermekle beraber, Hülâga gibi İslâmî ilimlere perde çeken şakileri dahi zikredilen âyete dayanarak haber veriyor.
Gavs-ı Âzamın istikbalden haber verdiği nev’inden meşhur Şeyhülislam Ahmed Cami dahi İmam Rabbanî (R.A.) olan Ahmed Farukî’den haber verdiği gibi Celâleddin Rumî (Mevlânâ) Nakşibendilerden haber vermiş. Daha bu neviden çok evliyalar, vâkıa mutabık haber vermişler; fakat onların bir kısmı sarâhatı yakın haber vermişler. Diğer bir kısmı, haberleri gerçi bir derece mübhem (kapalı) mutlaktır; fakat bahsettikleri zatlar makam sahibi ve büyük olduklarından, büyüklükleri ve malum ve muayyen olmaları cihetiyle o mübhem gaybî ihbârı, hakları olarak kendilerine almışlar. Mesela Ahmed Câmî (k.s.) demiş ki: “Her dört yüz sene başında, mühim bir Ahmed gelir. Bin tarihi başındaki Ahmed en mühimidir.” Yani o binin müceddidir. İşte böyle mutlak bir surette söylediği halde, İmam Rabbânî’nin (k.s.) büyüklüğü ve teşahhusu, o gaybî haberi katiyen kendine almıştır.
İşte bu kerâmetkârâne gaybî ihbar nev’inden Gavs-ı Âzam (k.s.) dahi, Hizbu’l-Kur’an’dan işârî bir surette haber verdiği gibi Hizbu’l-Kur’an’ın bir hâdimi olan bu bîçâre Said’i (R.A.) iki yerde sarahaten haber veriyor. (Sekizinci Lem’a)
Âhirzaman fitnelerine çâre olacaklar zâtların, başta Kur’an olarak, İslam büyüklerinin isim ve sıfatlarından gaybî, işârî bişârî surette bahsetmeleri hikmetin gereğidir…