Müebbet hapis cezasına çarptırılan gazeteci-yazar Ahmet Altan'a yönelik hak ihlallerine bir yenisi daha eklendi.
Artıgerçek yazarı Celal Başlangıç, Silivri Cezaevi'nde tutulan Altan'a gönderilen bir mektubun, "Adresten Ayrılmış" yazılarak iade edildiğini duyurdu.
6 Kasım tarihli yazısında, Başlangıç, mektubun üzerinde, "Sayın Ahmet Altan, Silivri Cezaevi, Silivri/TÜRKİJE" yazdığını ancak Altan'a ulaştırılmayarak üzerine büyük harflerle 'İADE' yazıldığını ve altına da 'Adresten ayrılmış' notu düşüldüğünü belirtti.
Mektubun, 30 yıldır Avrupa'da sürgün hayatı yaşayan Fatma Dikmen tarafından kaleme alındığını ifade eden Başlangıç, iade edilen zarfı açtığını, içinden sarı bir kart çıktığını ifade etti ve mektupta yazılanları aktardı:
İşte Celal Başlangınç'ın Artıgerçek.com'daki yazısı
Üzeri pullarla, etiketlerle, yazılarla, karalamalarla dolu bir mektup zarfı uzattı.
Sol üst köşesindeki adrese göre mektup Amsterdam’dan gönderiliyordu.
Mektubun üzerinde Türkiye’deki bir cezaevinin adresi vardı:
“Sayın Ahmet Altan
Silivri Cezaevi
Silivri/TÜRKİJE”
Ancak adresin üzerine bir çarpı atılıp üzeri karalanmıştı.
Büyük harfle “İADE” yazılmıştı.
Altında da küçük bir not vardı:
“Adresten Ayrılmış”
“Gördünüz mü” dedi “Ahmet Bey bulunduğu adresten ayrılmış! Ben şimdi bu mektubu Ahmet Altan’a nasıl ulaştıracağım? Yakınlarının adreslerini de bulamadım.”
Eğer özel değilse ve izin verirse mektubu yayınlayarak bir “açık mektup”a dönüştüreceğimi, böylelikle yakınları tarafından Ahmet Altan’a ulaştırılabileceğini söyledim.
“Hay, hay” karşılığını verdi.
Zarfı bana veren; 30 yılı aşkın süredir Avrupa’da sürgün yaşayan, saygın bir çevredeki Türkiyeliler arasında iyi tanınan Fatma Dikmen’di.
Hollanda’dan Türkiye’ye gitmiş, oradan geri gönderilmiş zarfı açtım.
İçinden çok şık bir kart çıktı. A5 büyüklüğünde bir kağıda yazılmış mektup katlanarak bu zarfın içine konulmuştu.
Fatma Dikmen, Ahmet Altan’a yazdığı mektuba “Efendim merhaba” diye başlamıştı:
“Bu çok geç kalmış ‘merhaba’yı kabul etmenizi rica ediyorum. Sebep şu: Rehin alındığınız günden beri size ve M. Altan’a göndermek üzere aldığım kartlar, masamda bir vicdan eziyeti gibi duruyor. Sanki ellerim kırıldı, kalemi tutamadım, gün be gün azalarak, utanarak, kendime öfkelenerek yaşadım.
Şimdi internette Sanem ile resminizi gördüm.
“Şimdi” dedim yaz, ne yazarsan yaz, ama yaz!
Ben Akşam (eski) gazetesinde Ç. Altan’ın makalelerini ve gazetenin tümünü okuyarak sağlam bir bilinç ve duruş edindim. Ardından sizi sürekli izledim. Bana ikinci bir yol feneri oldunuz.
Şimdi Amsterdam’da otuz yıldır mecburi ikametteyim. Size ulaşıp bir dal çiçek getirme şansım ile yok.
Beni bağışlayacak dev bir yürek ve akıl taşıdığınızı biliyorum. Eğilmez başınız önünde diz çökerek ve anlatılacak muhteşem Silivri hikayelerini bekleyerek en iyi duygularımı, saygılarımı iletiyorum.”
Fatma Dikmen’le Hollanda’nın Rotherdam kentinde gittiğimiz toplantıda karşılaşmıştık.
Rijnmond Alevi Kültür Merkezi ile Hollanda Türkiyeli İşçiler Federasyonu’nun ortaklaşa düzenlediği “Ortadoğu’da Durum” başlıklı panele katılmak üzere Ragıp Duran’la birlikte gitmiştik Rotherdam’a.
Gazeteci Füsun Erdoğan’ın modere edeceği panelde biz de geçen ay gittiğimiz Kuzey Suriye’ye ilişkin izlenimlerimizi de anlatma fırsatı bulacaktık.
Hollanda’da Türkiye’den tanıdığımız eski dostlarla buluştuk, yeni dostluklar kurduk.
Panele ilgi de dikkate değerdi. Salona gelenler Türkiye’de, Suriye’de ne olduğunu, Rojava’daki gelişmeleri hem yakından izleyen hem de yeni gelişmeler hakkında bilgi almak isteyen katılımcılardı.
Panel öncesinde, verilen arada ve sonrasında sohbet ettiğimiz insanların büyük bölümü Türkiye’den ayrılmak zorunda kalmışlardı.
Elbette bugün 70 yaşını aşmış Fatma Dikmen gibi yıllardır Avrupa’da sürgün yaşayanlar da vardı ama büyük çoğunluğu yeni gelmiş gençler oluşturuyordu.
Kiminin hakkında dava açılmış, kiminin hakkında verilen ağır hapis cezaları kesinleşmiş, onlar da çareyi yurtdışına çıkmakta bulmuşlardı.
Kimi pasaportuyla çıkma şansını yakalarken, kimi de tehlikeli bir yolculukla, deniz ya da nehir aşarak ulaşmıştı Avrupa’ya.
Panel öncesinde kavalıyla müthiş bir müzik ziyafeti veren Aziz Yiğit de bu gençlerden biriydi.
İnsanların öykülerini dinlerken insanın içi daralıyor. Bütün anlatımlar aynı kapıya çıkıyordu; Türkiye artık düşünen, muhalefet eden, haksızlığa boyun eğmeyen insanlar için koskocaman bir cezaevine dönüşmüştü.
Mevcut cezaevleri yetmiyordu. Türkiye’deki cezaevlerinin kapasitesi 200 bin dolayındayken tutuklu ve hükümlü sayısı çoktan 230 binlere gelmişti.
Fabrikalar kapatılıyordu Türkiye’de ama harıl harıl yeni cezaevleri yapılıyor, yeni cezaevleri açılıyordu.
AKP iktidarının belki de sözünü kesin kes yerine getirdiği tek alan vaat ettiği cezaevlerini açmaktı.
AKP iktidara geldiğinde 60 bin dolayında olan tutuklu ve hükümlü sayısı artık 250 binlere doğru tırmanıyordu.
Artık illere, ilçelere cezaevi yapılacak olması o kent halkına bir “müjde” olarak veriliyordu; “Develi’ye cezaevi müjdesi”, “Müjde, Çorum’a yeni cezaevi açılıyor” gibi başlıklar atılmış haberlerle dolu yerel ve ulusal gazeteler.
Hatta, iki bin kişilik yeni bir cezaevinin inşa edileceği bir kentin AKP İl Başkanı bakın nasıl da ballandıra ballandıra anlatıyor “cezaevinin nimetleri”ni:
“Cezaevinin kentimiz ekonomisine katkısı olacak. İnşaatlarında birçok işçi çalışacak. Tamamlandıktan sonra ise 750 personel istihdam edilecek. Yine buradaki bölük komutanlığının yerine tabur komutanlığı gelecek. Burada da personel artmış olacak. İki bin kişilik cezaevine sadece kentimizden değil, bölge illerinden de mahkumlar gelecek. Burası ziyaretçi akınına uğrayacak. Mahkum ziyaretine gelenler alışverişlerini kentimizden yapmış olacaklar.”
AKP iktidarı Türkiye’yi “serbest piyasa ekonomisi”nden “cezaevi piyasası ekonomisi”ne geçirmeyi başarmış sonunda. Yani “hayaldi, gerçek oldu”.
Adalet Bakanlığı verilerine göre geçtiğimiz beş yılda toplam 66,4 bin kapasiteli 79 yeni cezaevi yapılmış. Yine de yetmiyor. Gelecek beş yıl içinde de 228 yeni cezaevi daha açılacak. Türkiye’nin cezaevi kapasitesi 137,6 kişi daha artırılmış olacak.
İstatistikler de son 10 yılda tutukluluk oranının en çok arttığı ülkenin Türkiye olduğunu gösteriyor. Bu süreçte tutukluluk oranı Türkiye’de yüzde 161,7 artmış. Türkiye’yi Avrupa ülkeleri içersinde yüzde 81,8 oranıyla San Marino, yüzde 66 ile Arnavutluk izliyor. Aynı dönemde Hollanda’da tutuklu sayısı yüzde 38,9, Estonya’da yüzde 36,7 ve İsveç’te yüzde 26,2 azalmış.
Avrupa Konseyi ile Lozan Üniversitesi tarafından yapılan çalışmaya göre Avrupa’da 100 bin kişiye ortalama 127 tutuklu düşüyor. Bu konuda şampiyonluk Gürcistan’da; 100 bin kişiye 256 tutuklu. Avrupa’nın ikincisi ise Türkiye; 100 bin kişiye 244 tutuklu. Bu oran örneğin San Marino’da altı, İzlanda’da 37, Hollanda’da 51, Finlandiya’da 56…
Artık cezaevleri bir işkence evine dönüşmüş durumda. Hasta mahkumlar özellikle muhalifse ölmeden cezaevinden çıkmaları neredeyse imkansız.
Erdoğan’ın tek adam rejimi Türkiye’yi dünyanın en büyük cezaevine dönüştürüyor asıl olarak.
İşte “ileri demokrasi” diye ben buna derim.
Ama eminim, dünyadaki cezaevlerindeki tutuklular ve hükümlüler arasında bir münazara, bir bilgi yarışması, bir kompozisyon, bir gazetecilik, bir öykü ya da roman yarışması yapılsa, Türkiye bu alanda kesin dünya şampiyonu olur.
Çünkü gazeteciler, yazarlarla dolu Türkiye’nin cezaevleri. Büyük bölümü HDP’li olan milletvekilleri, parti yöneticileri içerde.
Türkiye’nin cezaevlerindeki sırf üniversite öğrencilerinin sayısı 70 bin.
Yani bir araştırma yapılsa, iddia ediyorum ki değil Avrupa’nın, en eğitimli, en yetenekli tutuklu ve hükümlüler oranı açısından Türkiye dünyanın şampiyonu olur.
Dışarıda kalanların çoğunluğu ise malum; Silivri Cezaevi’nde yattığı tüm dünya tarafından bilinen Ahmet Altan’a giden bir mektubun üzerine “Adresinden Ayrılmış” yazacak kadar yerli ve milli!