Bir önceki yazımda memleket hatıralarımı tam aksi istikametteki hadiseler eşliğinde yazacağımı söylemiştim. Okumaya başladığınız yazı, o yazı.
Bir haftalık memleket ziyaretim öncesi bir cümlelik ya e-posta ya da tweet almıştım. Üç kelimelik bu cümle aynen şunu diyordu: “Af etmeye hazır mısınız?” Çok anlamlı geldi bana gönderilen bu mesaj ve üzerinde düşünmeye başladım; neden? Ne oldu da tanımadığım birisi bana bunu yazma ihtiyacı duydu? Elbette tahmin ediyordum; AKP-Cemaat kavgası diye lanse edilen şeyin –ki 17 Aralık’ın üzerinden daha 15 gün geçmeden yazdığım yazılarda, Türkiye’nin 5 büyük vilayetinde yaptığım geniş çaplı konuşmalarda bunun böyle olmadığını, asıl meselenin tek parti, tek adam devletine gidiş olduğunu, partili cumhurbaşkanından otoriterliğe kadar bu işin uzayacağını söylemiştim- asıl yüzünü görmüş birisi olmalıydı. Belki de havuz medyasının algılarına kendini kaptırmış, o toz duman arasında hakikati gerçek yüzüyle göremediği için şahsıma veya cemaate yönelik hakaretler savurmuş birisiydi ve şimdilerde vicdanın sesine mağlup olup aftan bahsediyordu.
(...)