AKP yamaçlarında dumanlar tütmeye başladı
Kuyudaki taşlar iyice birikti.
Bir kişinin kaç zamandır atıp durduğu bu taşları şimdi 40 kişi çıkarmaya çabalıyor.
Kaç zamandır ‘bir bildiği vardır’ diye veya sırf korkudan o kişinin kuyuya taş atmasını seyreylediler.
Ama herşeyin bir taşma noktası var.
AKP hafiften sallanmaya başladıysa bundan.
Gayet net: Parti içinde Davutoğlu’nun tasfiyesiyle iyice içine kapanan bir kesim 15 Temmuz’un toz dumanı dağılma emareleri gösterdiğinde, OHAL’in bir ucunun kendilerine değme ihtimalini resim içinde gördükçe kıpır kıpır olmaya başladılar.
Zemin eğimi kayıyor, ve kayganlaşıyor.
AKP’li bakanlar da milletvekillerinin bir kısmı da huzursuz.
Bunu kapalı kapılar ardında, dar ölçekli kulislerde muhalefet milletvekilleriyle paylaşıyorlar, ‘bu böyle gitmeyecek’ mealinde.
AKP’liler geleceği – bakmayın siz – o kadar net görmüyorlar.
Bir kısmı için tetikleyici olan Rusya ambargosu ile turizm ve yan sektörlerinin muazzam bir krize girmesi, bir başka kesim için Kürt barış masasının Erdoğan tarafından göstere göstere, bahanelerle devrilmesiyle siyasetin şiddete kırılgan hale gelmesi, bir üçüncü kesim için ise AB’den demir alarak belirsiz sulara açılmanın ekonomiye sarsıcı etkisini görmeleriydi.
Bu kesimlerin hemen tümü de OHAL’in partinin eline ayağına dolanmakta olduğunun, devamında ısrarın kimseye hayır getirmeyeceğinin, uzun vadede AKP’yi de kemireceğinin farkında.
Sesler yükseliyor şimdi sağdan soldan.
AKP'DE KİMLER RAHATSIZ?
Mehmet Şimşek ‘AB başarı hikayesidir’ derken kime meydan okuduğunu bilerek diyor. Bakmayın sonradan attığı mesajlara. Ne düşünüyorsa söyledi. Geri adım atmadı, sadece bir işaret fişeği yaktı.
Nihat Zeybekçi ‘OHAL istemiyorum’ lafını uygun bir çerçeveye yerleştiriyor.
Numan Kurtulmuş daha dikkatli bir şekilde Türkiye-Batı ilişkilerinin rayından çıkmaması için karda yürüyor, izini belli etmemeye çalışarak.
‘İsteriz ki yarın bitirilsin ama OHAL gerektiği kadar ilan edilecek. OHAL vatandaşlarımızın günlük hayatını etkilemiyor, bu odaklar devletten temizleniyor.’ diyor ama ekliyor:
‘Ümit ederiz referanduma gidilmeden evvel OHAL sonuçlanmış olur, işlerimizi bitirmiş oluruz. Devlet gelecek nesillere umarız bu yükü bırakmaz.’
Partinin eski ağır toplarından Nabi Avcı açıkça ‘sıkıntıdayız, dört koldan bela geliyor, dua edin’ diyor.
Abdullah Gül’ün son ‘temkinli’ çıkışları da bu çerçevede yerini almış durumda.
OHAL ile başkanlık referandumu arasında kurulan denklem, bir anlamda, işin püf noktası.
‘İncelmekte olduğu yer’ diyelim.
TUĞRUL TÜRKEŞ'İN AÇIKLAMALARI
AKP Başkan Yardımcısı Tuğrul Türkeş’in sözleri yabana atılır cinsten değil:
“Bakın bir tehlikeye dikkat çekmeye çalışıyorum. Özal’ın istediği referandumun sonunda ne oldu? Demirel tekrar siyaset sahnesine çıktı, Erbakan çıktı, Türkeş çıktı. Ve rahmetli Özal’ın düşüşü başladı. Referandum genel seçim değildir. 7 Haziran’da yüzde 41 alırsın, 1 Kasım’da yüzde 49.5’e çıkarırsın ve mutlak galipsin. Referandumda aynı yüzde 49.5’u aldığında seçimi kaybettin demektir. Referandumu kaybetmek cumhurbaşkanının yasal ve meşru olduğunu tekrar tartışmaya açar. AK Parti’nin buna dikkat etmesi lazım.”
BİNALİ YILDIRIM RAHATSIZ MI?
Ve Binali Yıldırım.
OHAL ile ilgili şu sözlerinin alt anlamları çok açık:
“Tabii hemen 2017’ye girer girmez kaldırılacak diye bir şey yok. Bu daha çok referanduma gitmeden OHAL’in kaldırılması düşüncesidir. Şimdi, referandum olması halinde, elbette kimseye, ‘OHAL altında seçime gidildi, OHAL şartlarında referandum yapıldı, gibi bir söz söyleme fırsatı vermeyiz. Bu nedenle referandum öncesi OHAL kaldırılır diye düşünüyorum.”
Peki Erdoğan öyle düşünüyor mu?
O yönde en ufak bir emare yok.
Tam tersi.
Geçen konuşmasında ‘üç artı üç’ dedi Erdoğan, altı ay daha uzatma niyetini ortaya koyarak.
Ama dikkat:
Bunu söylerken, Erdoğan’ın aklında, OHAL ile iyice sindirilmiş ve Saray güdümüne sokulmuş bir medya ve yargı eşliğinde, OHAL koşulları altında bir referandum var.
Ancak böyle düdüklü tencere gibi kapağı kapalı ve yüksek basınçlı bir ortamda oldu-bitti şeklinde bir referandumla şansı olduğunu düşünüyor Erdoğan.
‘OHAL bitecek, sonra referandum olur’ demek, OHAL’in ürettiği tüm enkaz içinden tüm mağdur kesimlerin OHAL kalkar kalkmaz ortalığı ellerinden geldiğince birbirine katması, mahkemeleri kilitlemesi, AİHM’e koşturması, yeniden tüm demokratik mekanizmaları canlandırması demek.
AKAM araştırmasına göre şansı şu anda yüzde 40 altında görünen Erdoğan, evet, siyasi kumar sever, ama büyük risklere girmez.
Dolayısıyla, Yıldırım ve saydığım diğer isimler, eğer arka planda farklı bir siyaset hamlesi yoksa, kendilerini bir mayın tarlasına atmış durumdalar.
Başbakan son dönemde bazı AB liderleriyle konuştu. Bazı başka AB bakanları gibi kapalı kapılar ardında olabildiğince yumuşama mesajları vermeye çalıştığından emin olabilirsiniz.
Öyle ama Yıldırım bu yolu seçerek aynen Ahmet Davutoğlu gibi, Saray’ın ‘kapsama alanı’na girdi.
CHP Milletvekili Barış Yarkadaş’ın yorumları bu açıdan ilginç.
‘Yıldırım da yolcu’ diyor Yarkadaş.
Şu görüş ve iddiaları ortaya atıyor:
Binali Yıldırım, referandum üzerinden halkı tehdit ediyor.
“Referandum olursa OHAL kalkar” mesajı veriyor. Bu açıkça şantajdır!
OHAL’in sürmesi için mantıklı hiçbir gerekçe yoktur.
Ancak; iktidar bunu yapacak güçten yoksundur.
OHAL’in sürmesini Saray istemektedir.
Saray, olağan üstü hali, topluma ‘olağan hal’ olarak benimsetmek ve halkı olağan üstü hal rejimiyle yaşamaya alıştırmak istemektedir. Ohal’in kaldırılması şu an şantaj malzemesine dönüştürülmüştür.
Binali Yıldırım, referanduma gidildiği taktirde OHAL’in kaldırılacağına ilişkin mesaj veriyor ama sanırım başına ne geleceğinden habersiz…
Saray, Yıldırım’ın performansını Ahmet Davutoğlu’ndan daha kötü buluyor. Referanduma gidilirse, bu sürecin Berat Albayrak’ın Başbakanlığı koordinasyonunda yürütülmesi planlanıyor. Yani; Binali Yıldırım’ın akıbeti de Davutoğlu’ndan farksız olmayacak.
Yıldırım bu gerçeği henüz tam kavramış değil.
Saray, artık OHAL’siz yaşayamayacağını görmüştür.
Saray, OHAL’e mecburdur. Bünyesi artık olağan bir düzeni kaldırmaz. OHAL döneminde yapılan hukuksuzluklar, ancak OHAL’le sürdürülebilir.
Binali Yıldırım da bu gerçeği bilmesine rağmen, demokrasi güçlerini Saray’ın isteği doğrultusunda ikna etmeye ve teslim almaya çalışıyor. Yıldırım’a tavsiyem, bizi Saray’a boyun eğdirmeye çalışacağına, koltuğunu damada kaptırmamanın yolunu ara…”
Önümüzdeki kısa vadeli dönemde, genelde sakin mizaçlı bir siyasi olan Binali Yıldırım’ın giderek gerilmesine, sertleşmesine, ihtimal ki hatalar yapmasına tanık olacağız.
Ve Erdoğan her zamanki taktiğini uygulayarak tüm suçu-kabahati medyadaki kiralık kalemleri üzerinden başta Yıldırım ve diğer çatlak sesli bakanlara atacak ve bir tur daha gitmeyi deneyecektir.
Nasıl olsa AKP’de ‘hazır mezar ölüsü’ çok.
Partinin Meclis grubunda kifayetsiz muhteris sayısı eksik değil.
Hepsi sırada ‘bize de iş çıksa’ diye bekliyor.
Halbuki bekleseler, ve hevesi aklının beş fersah önünde giden Süleyman Soylu’nun aynen Efkan Ala gibi Saray ve militarist müttefikleri tarafından tarafından tepe tepe posasının çıkarılarak bir kenara atılmasını bekleseler belki ders de çıkaracaklar, ama idrak gücü parti kesiminde çok zayıf.
Belki de, Necmettin Erbakan ile “Adil Düzen” fikrini inşa eden isimlerden Süleyman Karagülle’nin Akit’te yazdıklarını dikkatle okusalar kuyudaki taşları fark edecekler.
Şöyle yazıyordu Karagülle:
- MHP zannediyor ki HDP kapanırsa Türk milliyetçiliği güçlenir. Oysa tam tersi olur. Neticede temsilcileri kalmayan Kürtler HDP’nin yanında yer alırlar, bu da Türkiye’yi böler.
- Türkiye ulusal bir devlettir ama ırkçı devlet değildir. Türkiye’de Türk ırkında olanlar çoğunluk değildir. Türk kültürü hâkimdir. Türkiye halkları soy ile değil kültürleri ile Türk’tür. Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, Gazneliler, Selçuklular, Osmanlılar ve Cumhuriyet devletlerinden hiçbiri ırkçılık yapmamış, o sayede varlıklarını devam ettirmişlerdir.
- AK Parti zannediyor ki ben MHP ile bir olursam gücümü korurum.
- Önce Doğu Anadolu’daki oylar CHP’de toplanmaya başlar ve AK Parti’nin oyları % 40’dan aşağı düşer, CHP’nin oyları yükselir. Böylece 1950’den beri bir türlü ekseriyeti sağlayamayan CHP ekseriyeti elde eder. Ayrıca AK Parti’ye oy verenler MHP’liler değil Müslümanlardır.
- Yani AK Parti yalnız OHAL ile intihar etmiyor, Meclis’teki anayasa çalışmasıyla da mezarını kazıyor. Hazırlanan bu anayasa ABD usulü anayasadır, müellifi belli değildir. BD türü bir başkanlık Türkiye Devletini uçuruma götürür.
- Başkanlık sistemi demek sonunda Türkiye’de askeri yönetim olur demektir. Oysa askeri usullerle devlet yönetilmez; devlet kurulur ve korunur. AK Parti zannediyor ki başkanlık sistemine geçince yine Erdoğan seçilecektir. Tam tersine, halk belki de K. Derviş’i seçmek zorunda kalacaktır; bunun Türkiye’ye getireceği felaketi düşünün…
- Biz ne öneriyoruz? 1) Seçimde barajlar kaldırılsın, yeter oy alan herkes Meclis’e gelsin. Milletvekilleri partilerin değil halkın vekilleri olsunlar. Partiler milletvekillerini atamasın, milletvekilleri partileri oluştursun. Hükümeti cumhurbaşkanının atadığı başbakan oluştursun. 2) Bakanları başbakan seçsin, yeter sayıda milletvekilinin desteğini alırsa bakan olsun. Cumhurbaşkanının veto hakkı olsun. 3) Milletvekilleri ve partiler bakanlıkları denetlesinler. Sınırlı sayıda olmak üzere bakan aleyhine hakemlere gidilsin, hakemlerin kararı ile düşsün. 4) Kanunları Meclis uzlaşma usulü ile yapsın. Uzlaşılamayan yerlerde hakemlere gidilmesinde uzlaşılsın. Hakemlere gitme hususunda uzlaşılamazsa kanun çıkmasın, Cumhurbaşkanının kararı ile yönetilsin. Hükümetin tüzük ve kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi olmasın.
- Bundan daha demokratik ve istikrarlı bir sistemi bulamazsınız.
Bir kişinin kuyuya attığı taşları görüp toplama çabaları başladı, ama öyle hiç kolay olmayacak bilesiniz.
Saray son derece kararlı.
Önüne ne çıkarsa yıkarak gidecektir.
Toz duman kalkacaktır.
Göreceğiz.
Kaynak: prizma.wordpress.com