Dilipak'ın yazısında kreş ve kilise arasında etimolojik bir bağlantı olduğunu iddia edip şu ifadeleri kullandı:
"Sahi kreş ne demek: "Beşik", "Yalakta hayvanları yemlemek, sulamak", "yemlik" gibi anlama geliyor.. "Kirche" yani "Kilise" ile ses benzerliği var. Sadece ses benzerliği yok, kreşler, anaokulları, okullar, sağlık kuruluşları batıda büyük ölçüde kilisenin mülkiyetinde ve kontrolündedir.
Kirche"nin etimolojisine gelince, Latince bilen bir kardeşime sordum ve bana şu bilgiyi gönderdi: Germanik kökenli olup Almanca'daki "Krippe" kelimesine dayanıyor. "Krippe"nin manası "beşik" olarak geçiyor. Bu kelimenin kökeni ise aslında "beşiğe benzeyen, hayvanların otlanabilecekleri saman dolu yalak"a deniyor. Bu kelime "ahır tarzı, hayvanların bağlanarak beslendiği samanlık gibi açık alanda bulunan bir mekân"a karşılık geliyor. Bu kelimenin "Anaokulu" manasındaki "kreş" olarak kullanılması, ilk olarak Hz. İsa'nın bir samanlıkta doğmasını resmedebilmek için, bir Hristiyan azizi "Assisili Françesko"nun Beytüllahim ´deki "Noel beşiği" ya da "Noel samanlığı" adı verilen "Asisi de Noel"i inşa etmesinden sonra oluşmuş. İlk "Noel beşiği" kutlaması yani "Die erste Weinachtskrippe" 1223 yılında bu mekânda kutlanmış. Bu Katolikler arasında yaygın olarak bilinen bir hikâyedir. "Hz. İsa'nın beşiği" anlamında bu kelime kısaca "beşik" olarak yerleşiyor. Şu an "Kinderkrippe", "çocuk beşiği" ya da "anaokulu" diye de adlandırılıyor. Buradaki Beşik, Hz. İsa'nın beşiği ile özdeşleştiriliyor. Hristiyanlar bu şekilde çocuklarını "küçük / bebek İsacık" olarak gibi görmüş oluyorlar. "
EVDE EĞİTİM DAHA İYİ
Torunlarının evde eğitim görmesini tercih edeceğini belirten Dilipak şöyle devam etti:
"Bırakın torunlarımızın yuvaya gitmesini, kreşe gitmesini, anaokuluna da gitmesini istemem, ilkokula gitmesini de istemem. Yaşasın ev! Batılılar buna "Home schoole". Aile ve ev şartları buna uygunsa niye okula gitsin çocuğum. Dede-nine fizik ve psikoloji olarak yeterli ise, pedagojik formasyona sahipse, evet devlet denetlesin, resmi müfredatı uygulayalım, 2 ayda bir sınava tabi tutsunlar, aniden gelip denetlesinler. Aksilik varsa alsınlar, ama sorun yoksa kimse benim çocuğumu benden almaya kalkmasın. Tabi bu iddia ve imkândan yoksun olanlar devam etsinler.
İnşallah torunlarım büyüyene kadar, mesela örgün eğitimde lise okuyanlar, mesela açık liseden aynı zamanda İmam-Hatib okuyabilirler. Hatta hem normal lise, hem İmam-Hatip okuyabilirken, mesela elektronik lisesinden de bilgisayar dersi alabilirler belki. Yaşasın okulsuz toplum.
Bana desinler ki, şunlar mutlak zorunlu, şunlar seçmeli zorunlu, şunlar seçmeli, şunlar da isteğe bağlı. Önemli olan toplam puan ve kategorik puanların belli bir puanın üzerinde olması. O zaman üniversite sınavına da gerek yok. Üniversiteler tercih kriterlerini açıklasın, insanlar da o kritere uygun not toplasın ve sonra kontenjan kadar isim okula kaydını yaptırsın. Fakülte kontenjanını müzayedeye çıkartılan bir eser kabul edin, herkes elindeki not tablosundan talepte bulunsun, en fazla not veren kaydını yaptırsın. Her biri 2-3 günlük 2-3 etapta kim nereye yerleşecekse yerleşir. Sınav filan yok.
Neyse, ben söyleyeyim de, göle çaldığım bu maya belki bir gün tutar. Fil ordularını yenen ebabil kuşlarının Rabbine, Yusuf'un Rabbinin şanı ne yüce. Hamd O'na olsun.
Sahi, düşünsenize, bizim çocuklarımızı kim, hangi beşiklerde uyutuyorlar, kimler, onların kulaklarına hangi şarkıları söylüyorlar.