Hocaefendi'nin avukatı Nurullah Albayrak, Tahşiye Kumpası soruşturmasıyla ilgili bilinmesi gereken hukuki gerçekleri anlatan önemli bir açıklama yaptı.
İşte Albayrak'ın o açıklaması
TAHŞİYE OPERASYONU VE SORUŞTURMASI HAKKINDA BİLİNMESİ GEREKEN HUKUKİ GERÇEKLER
1- İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KAPSAMINDAKİ AÇIKLAMALAR TERÖR ÖRGÜTÜ SUÇU KAPSAMINDA KABUL EDİLMİŞTİR.
Savcılık dosyası ve emniyet fezlekesi incelendiğinde, düşünceyi açıklama özgürlüğü kapsamında ki ifadeler var olduğu iddia edilen silahlı suç örgütünün delili olarak kabul edildiği görülecektir.
3713 sayılı Yasanın; düşünce açıklamak, yorum yapmak, eleştiri yöneltmek, sorunların çözümü için öneride bulunmak, bu şekilde oluşan düşünceler etrafında örgütlenmek gibi eylemlere uygulanma olanağı yoktur. 3713 sayılı Yasa kapsamında ancak şiddete yönelik tahrik, teşvik eylemleri hukuksal konuyu oluşturabilirler.
3713 sayılı Yasa demokratik kurallara, düşünce açıklama ve öğrenme hakkına, özgür haber dolaşımı özgürlüğüne ve örgütlenme özgürlüğüne sınır getiren bir biçimde anlaşılamaz ve uygulanamaz. Diğer bir deyişle, bu maddeler, “izin verilmeyen düşünce alanları yaratılmasına”, “resmi görüş zorlamasına” yönelik bir anlayışla uygulanamaz. Örneğin, Yasa’nın 7. maddesi, T.C.K.’nun yürürlükten kaldırılmış olan 163. maddesinin mantığıyla uygulanamaz.
3713 sayılı Yasa’nın “Genel Gerekçe”si, T.C.K.’nun 141., 142. ve 163. maddelerinin kaldırılması gerekçesi olarak, şu ifadeye yer vermiştir:
“Bir yandan Anayasanın tanıdığı temel hak ve hürriyetlere saygısı olmayan, şiddetli vasıta edinmiş terörizmle mücadele ederken, diğer taraftan çağdaş demokratik toplum düzenine ulaşmak için şiddeti vasıta kılmayan düşünceleri ifade etme hürriyeti ile şiddeti benimsemeyen düşüncelerin örgütlenebilmesi hürriyetini kısıtlayıcı hükümlerde de iyileştirici düzenlemeler yapmak gerekmektedir.”
Yasa’nın bu “Genel Gerekçe” sinde belirtilen düşünceden aşağıdaki sonuçların doğduğu ve uygulamanın da bu doğrultuda olması gerektiği kabul edilmek gerekir:
a) 3713 sayılı Yasa, düşünceyi değil, “terör” amacına yönelik eylemleri cezalandırmayı amaçlamaktadır.
b) “Şiddet yöntemi” ni içermeyen düşünce ve düşünce etrafında birleşme özgürlüğü suç sayılamaz. “Yıkıcı eylem” denilen bir eylemin varlığı için, “şiddeti öngören” bir davranışın varlığı zorunludur.
c) “Cebir içermeyen”, “terörü amaçlamayan” düşünce ve düşünce etrafındaki örgütlenme” nin suç sayılması 3713 sayılı Yasa’ya aykırıdır.
Terör, hukuksal olmaktan çok siyasal bir kavramdır. Anayasal, siyasal ve toplumsal düzenin “cebir-şiddet” e dayanan hukuka aykırı yöntemlerle değişimine yönelik eylemler “terör eylemi’dir. Terör, siyasal sistemin ancak şiddet eylemiyle değişebileceği inancından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, şiddet, bir amaç değil, araçtır.
Terör, siyasal şiddet eylemi olarak, siyasal iktidar düzenini değiştirmeye yönelik bir mücadele aracıdır. “Terörizm”, siyasal/toplumsal yapıyı siyasal şiddet yöntemiyle yıkarak amaçlanan yeni bir düzen getirmek dinamizmini içerir.
Gerçekleştirilen şiddet eylemi, belirli bir suç tipine uygun değilse, bu eylemin terör eylemi olup olmadığı tartışılamaz. “Terörle mücadele” için de olsa, “suçta kanunilik” kuralına aykırı suç saptaması yapılamaz. Suçta kanunilik kuralını geçersiz kılan “çerçeve norm” a, “beyaza norm” a dayanarak sorumluluk yaratılamaz.
Keza, ceza sorumluluğunun, anayasal temel kurallarına aykırı suç tipleri ve sorumluluk sistemleri de oluşturulamaz. Örneğin “terörle mücadele” için de olsa, “ceza sorumluluğunun kişiselliği” kuralına aykırı sorumluluk sistemi yaratılamaz. Bu kapsamda bireyi “üçüncü kişinin eylemlerinden sorumlu tutan”, “eylem+kusur sorumluluğu” yerine “salt eylem sorumluluğu/objektif sorumluluk” veya “şahıs kusurluluğu-salt kusur sorumluluğu” sistemini öngören yasal düzenlemeler yapılamaz.
Şiddet eyleminin “terör eylemi” sayılması için, eylemin demokratik düzeni yıkmaya, “siyasal iktidar düzenini” değiştirmeye yönelik olması gerekir.
Bu nedenle, şiddet eyleminin, anayasal düzeni değiştirmek, “demokratik sistemi çökertmek” amacıyla işlenmesi ve failin bu konudaki “özel kastı”nın, diğer bir deyişle, “amaç ve saiki”nin kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanıtlanması gerekir.
Oysa, mevcut soruşturma dosyasında müvekkilim tarafından cebir ve şiddet kullanıldığına ya da kullanılması istenildiğine dair somut bir tespit sunulmadığı gibi, tam aksine cebir ve şiddet kullanılmadığı belirtilmiştir. Yani cebir ve şiddet kullanmayan bir örgüt suçlaması ile karşı karşıya kalınmıştır.
Müvekkilimden talimat aldığı iddia edilen ancak bu konuda sadece kanaat ortaya konulan kişiler tarafından ‘Hocayı Kızdırma’ vurgusu yapıldığı bu şekilde korkutma ve sindirme yapıldığı iddia edilmiştir.
Öncelikle, bu şekilde bir ifade kullanılıp kullanılmadığına dair bir delil bulunmamaktadır.
İkinci olarak, bu ifadenin kullanıldığı kabul edilse dahi bu ifadeyi kullananlarla müvekkilim arasında bir ilişkinin olduğuna dair bir delil bulunmamaktadır
Üçüncü olarak, ‘ KIZDIRMA’ sözü korkutma ve sindirme olarak kabul edilerek bu ifade gerekçesi ile terör örgütünün şiddet unsurunun gerçekleştiğini kabul etmek, ülkedeki en küçük idari yapılanmadan başlayarak herkesin terör örgütü olarak kabul edilmesine yol açacak sağlıksız bir anlayışa neden olacaktır.
Şu an ülkemizde idarecileri kızdırmaktan korkan binlerce insan bulunmaktadır. Soruşturmayı yürüten anlayışa göre idarecilerimiz terör örgütü kapsamında değerlendirilebilir. Müvekkilimle ilgili kabul edilecek bu şekilde bir anlayış, onarılamaz bir hukuk kaosuna yol açacaktır.
2- SİLAHLI ÖRGÜT SUÇLAMASININ DELİLLERİ SUÇLAMANIN HUKUKSUZ OLDUĞUNU GÖSTERMEKTEDİR.
Dosyada yer alan ve suç örgütüne gerekçe olarak sunulan deliller tek başına suçlamanın haksız ve hukuksuz olduğunu göstermektedir.
Soruşturma kapsamında deliller şu şekilde sıralanmaktadır;
1- 06.04.2009 tarihinde www.herkul.org adlı internet sitesinde müvekkilim tarafından yapılan SOHBETTE DİLE GETİRİLEN HUSUSLAR,
2- 08.04.2009 tarihinde ZAMAN GAZETESİNDE YER ALAN BİR YAZI,
3- 09.04.2009 tarihinde Samanyolu Televizyonunda yayınlanan TEK TÜRKİYE İSİMLİ DİZİDE YER ALAN KONUŞMALAR,
4- 10.04.2009 tarihinde Zaman Gazetesinde Hüseyin GÜLERCE tarafından yazılan KÖŞE YAZISI.
5- 15.04.2009 tarihinde Zaman Gazetesinde Ahmed ŞAHİN tarafından yazılan KÖŞE YAZISI.
6- 23.04.2009 tarihinde Samanyolu Televizyonunda yayınlanan Tek Türkiye isimli DİZİDE YER ALAN KONUŞMALAR,
7- 26.04.2009 tarihinde Bugün gazetesinde NUH GÜNÜLTAŞ tarafından yazılan KÖŞE YAZISI,
8- 29.04.2009 Tarihinde İstihbarat Şube Müdürlüğü tarafından yazılan BİLGİ NOTU,
9- 04.05.2009 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığından soruşturma istenmesine dair YAZILAN YAZI,
10- 05.05.2009 tarihinde 2009/1016 sayılı SORUŞTURMA İZNİNİN ALINMASI,
11- 06.05.2009 tarihinde TEKNİK TAKİP KARARI ALINMASI,
12- 2009 Mayıs ortalarında Mehmet Nuri TURAN tarafından şüphelilerden birine müvekkilimin NEDEN TAHŞİYE İSMİNİ KULLANDIĞININ SORULMASI,
13- 04.11.2009 tarihinde Tahşiye GRUBUNUN İSMİNİN DEĞİŞTİRİLMESİ,
14- 10/12/2009 tarihinde Tarihsiz, isimsiz ve imzasız bu çalışmalar ile ilgili İHBAR MEKTUBU VE CD GÖNDERİLMESİ,
15- 22.01.2010 tarihinde Tahşiye grubuna yönelik EMNİYET TARAFINDAN GÖZALTI VE ARAMA İŞLEMİNİN YAPILMASI,
Silahlı bir terör örgütü suçlamasına delil olarak gösterilen 15 ayrı delilden 4 tanesi İki ayrı gazetede yer alan köşe yazısı, 2 tanesi bir dizide yer alan konuşmalar, 1 tanesi internette yer alan sohbet konuşması, geri kalanı ise emniyet tarafından yapılan işlemlerden ibarettir.
Bu deliller gerekçe gösterilerek bir suçun işlendiğinden bahsetmek mümkün değilken, maalesef savcılık tarafından bu delillerle terör örgütü suçlamasında bulunulmuştur.
3- SİLAHLI ÖRGÜTÜNÜN VAR OLDUĞU İDDİASININ SOMUT HİÇBİR DAYANAĞI BULUNMAMAKTADIR.
Müvekkilimin 06.04.2009 tarihinde internet sitesinde yayınlanan sohbeti sonrasında bu konuşmanın hizmet hareketine bağlı olduğu iddia edilen yayın organlarında yayınlandığı, sonrasında ise kolluk birimleri tarafından sohbette yer aldığı iddia edilen talimat doğrultusunda hareket edildiği belirtilerek bu durumun silahlı bir örgütün varlığına gerekçe gösterilmiş ve müvekkilimin de bu örgütün kurucusu olduğu iddia edilmiştir.
Emniyet Fezlekesine göre, müvekkilim tarafından, İstanbul Cumhuriyet Savcılığının 2009/1016 Sayılı soruşturma dosyasında yer alan şüpheliler hakkında şifreli bir şekilde soruşturma talimatı verildiğinin anlaşıldığı belirtilmiştir. Bu sonuca nasıl ulaşıldığı yine fezlekede ‘yapılan operasyonun neticesinden anlaşılmaktadır’ denilerek, sadece kanaatle bu şekilde bir değerlendirme yapıldığı açık olarak ifade edilmiştir.
Müvekkilim tarafından nasıl bir şifre kullanıldığı, bu şifrenin nasıl çözüldüğü konusunda bir değerlendirme doğal olarak yapılmamıştır.
Örgüt üyesi olduğu iddia edilen emniyet mensupları ile müvekkilim arasında ne tür bir irtibat tespit edildiği, örgütsel anlamda nasıl bir ilişki olduğu değerlendirmesi yapılmamıştır.
Emniyet mensupları ile müvekkilim arasında bir irtibatın olduğunun gerekçesi olarak Samanyolu televizyonunda emniyet mensuplarının açıklama yapması olarak gösterilmiştir. Bu gerekçe tam bir fecaattir.
Fezlekede örgüt suçlamasına delil olarak gösterilen hususlar, ‘değerlendirilmektedir’, ‘inanılmaktadır’, ‘düşünülmektedir’, ‘anlaşılmaktadır’, ‘şüphesini uyandırmaktadır’, ‘tespit edilememiştir’, ‘değerlendirilmiştir’, ‘desteklediği’ ve benzeri tarzda cümle ve ifadeler; bir soruşturmada bulunması olağan sayılamayacak nitelikte olup, bu durum suçlamanın somut delile göre değil şahsi değerlendirmelere göre yapıldığını göstermektedir.
Fezlekede yer alan değerlendirmeler şu şekildedir;
1- Fethullah Gülen grubuna yakınlığıyla bilinen yayım organlarında ve bu yayım organlarının köşe yazarları tarafından kamuoyunda algı oluşturulduğu ve ilerleyen dönemde yapılacak soruşturmaya zemin hazırlandığı değerlendirilmektedir.
2- Başkomser FERDİ TAŞKAYA’nın “SEN HOCAYI KIZDIRACAK NE HALT ETTİN” sözü, Iğdırda yayınevi sahibinin memleketinde araştırma yapan İstihbaratçı polis memurunun müştekinin kardeşine “ABİN HOCAYI KIZDIRACAK NE YAPTI” sözünün tek bir izahı vardır oda HOCA diye tabir edilen Fethullah GÜLEN’in talimatı ile hareket edildiği, bu yönde yapılan 2009/1016 sayılı soruşturmanın başlamasının ve devamının bunu tam olarak desteklediğidir.
3- 2009/1016 sayılı soruşturmanın Fethullah Gülen liderliğinde, Fethullah Gülen grubuna yakın yayım ve yayın organları, Fethullah Gülen grubuna bağlı olan yargı ve emniyet içindeki görevliler tarafından örgütlü bir şekilde kasıtlı, bilinçli ve sistemli bir şekilde yapıldığına inanılmaktadır.
4- 2009/1016 sayılı Soruşturma kapsamında terör örgütü oldukları iddiasıyla El-Kaide Yanlısı Radikal Mehmet DOĞAN grubu olarak yargılanan ve halen yargılamaları devam eden şahısların beraat etmesi ya da ceza alması bu soruşturma talimatının Fethullah Gülen tarafından verildiği gerçeğini değiştirmeyeceği,
5- Amerika Birleşik Devletlerinde ikamet eden ülkesinde hakkında hiç dava ve soruşturma bulunmadığı zamanlarda dahi burada kalmayı tercih eden, emekli vaiz olduğu hiçbir mal varlığı olmadığı, tek ceketi bulunduğu söyleminde bulunan, Samanyolu Televizyonu-Zaman Gazetesi–Bugün TV ve Bugün Gazetesi vb. ile hiçbir fiziki bağlantısı olmadığı söylenen Fethullah Gülen’in www.herkul.org adlı sitede yaptığı konuşmaların akabinde kamuoyuna duyurulma işlemini bu yayım ve yayın organlarının yaptığının, Fethullah Gülen her yaptığı ve söylediğinin takip edilmesinin, gazetelerin ve televizyonlarında adının geçmediği günün olmamasının tek bir sebebinin olduğu; bununda fiziki bağlantısı olmasa da tüm bu grubun liderinin Fethullah Gülen olduğu ve hep birlikte planlı bir şekilde hareket edildiğidir.
6- Yapılan Tahşiye operasyonunda bombaların çıktığı adreste bulunduğu belirtilen kağıtlarda OBAMA ve BAŞBAKAN yazması, Fethullah GÜLEN tarafından 06.04.2009 tarihli konuşmada TAHŞİYE diye bir terör örgütü talimatın ABD Başkanı Obama’nın Türkiye’yi ziyaret ettiği zamana denk gelmesi, Başbakan’a ve Obama’ya suikast hazırlığının önlendiği algısını oluşturulmakla bu durumun Fethullah Gülen açısından Hükümet ve Amerika Birleşik Devletleri nazarında yerini sağlamlaştırdığı değerlendirilmektedir.
7- Fethullah Gülen örgütünün nihai amacı olan DEVLETİ ele geçirmek yolunda Tahşiye operasyonun basit ve küçük kaldığı nihai hedefe yürürken bir basamak olarak görüldüğü bu sebeple açık ve net şekilde TAHŞİYE isimli operasyon talimatını vermekten, kendisi için çalışan sivil ve memurların ise HOCAYI KIZDIRMA vurgusunu yapmaktan çekinmediği bu sayede gözdağı korkutma ve sindirme yapıldığı,
Şeklinde değerlendirmeler yer almaktadır. Emniyet fezlekesinde yer alan bu değerlendirmeler göstermektedir ki, doğru olup olmadığı bilinmeyen ‘Hocayı Kızdırma’ şeklinde ifade edilen söz terör örgütünün cebir ve şiddet unsurunun gerekçesi olarak gösterilmiştir.
Bu anlayışla herkes terör örgütü kurucusu, yöneticisi ve üyesi yapılabilir. Bu anlayış en ilkel ülkelerin hukuk sistemlerinde bile kabul edilmesi mümkün değildir. Şu an iktidar yetkililerinin kızmasından toplumun en az yarısı çekinmektedir. Bu anlayışa göre insanlar korktuğu için iktidar mensupları terör örgütü olarak kabul edilebilecektir. Bu durum değerlendirmenin yersiz ve hukuksuz olduğunu göstermektedir.
Suç tarihi olarak 2009 yılı tamamı ve 2010 yılı Ocak Şubat ve Mart aylar gösterilmiştir. Bu neyin ve hangi suçun tarihidir, anlaşılamamaktadır. Ortada bir örgüt varsa bu örgüt ne zaman kurulmuş, ne tür faaliyetler yapmış ve hangi tarihlerde yapmış belli değildir.
Yine suç yeri olarak İstanbul ve Ankara gösterilmiştir. Suç yerinin neye göre belirlendiği anlaşılmamaktadır.
Deliller kısmında ağırlıklı olarak ifade ve basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilecek yazı, konuşma ve sanatsal eserler gösterilmiştir.
Delillerin emniyet mensupları ile ilgili kısmı ise; hangi objektif kriterlere dayandığı belli olmayan, kanaat, değerlendirme ve zanlardan oluşmaktadır. Emniyet mensupları ile müvekkilim arasında nasıl bir bağlantı olduğuna dair somut bir tespit gösterilmemiştir.
Emniyet fezlekesinde ve savcılığın tutuklama talep yazısında müvekkilimle Hidayet Karaca arasında geçtiği iddia edilen telefon görüşmesinin ne zaman ve nasıl kaydedildiği, içeriği itibariyle gerçeği yansıtıp yansıtmadığı ve hangi yasal düzenlemeye göre suçlama ve tutuklama gerekçesi yapıldığı belirtilmemiştir.
Gazetelerde yer alan yazıların müvekkilimle ilişkilendirilme tarzı bir yana bırakılsa bile, bu yazıların hukuka ve çağdaş uygarlığın ulaştığı düzeye neden aykırı olduğu; neden aynı doğrultuda açıklama yapan gazete ve basın mensuplarının dışarıda tutularak müvekkilimin yaptığı bir konuşma nedeniyle tutuklandığını hukuken anlayabilmek mümkün olamamaktadır.
4- TERÖR ÖRGÜTÜ SUÇLAMASI HUKUKEN DOĞRU DEĞİLDİR
Savcılığın yakalama talebinde terör suçu tanımlanırken, terörle mücadele yasasının 2003 değişikliğinden önceki hali esas alınmıştır. Savcılığın yazısında, ‘cebir şiddet, baskı, tehdit, yıldırma yöntemleri kullanılarak devlet otoritesinin ele geçirilmesini amaçlayan örgütlü yapı altında işlenen suçların terör suçu olarak tanımlandığı’ denilerek bu yöntemlerden birinin kullanılmasının yeterli olduğu ifade edilmeye çalışılmıştır.
Oysa, 15.07.2003 tarihinde yapılan değişiklik sonrası 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanununu 1. Maddesinde, ‘Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.’ Denilerek, savcılık yazısında belirtilen terör tanımının doğru olmadığı anlaşılmaktadır.
Terör suçundan bahsedilebilmesi için,
Cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden birinin kullanılması gerekmektedir. Cebir ve şiddet kullanmaksızın terör suçundan bahsedilmesi söz konusu değildir. Savcılık ise cebir ve şiddet kullanımını asli unsur olarak değilde yöntemlerden biri şeklinde değerlendirmiştir. Bu değerlendirme doğru değildir. Maddi anlamda cebir ve şiddet kullanımı terör suçunun asli unsuru olup olmazsa olmaz koşuldur.
Savcılığın talep yazısında, ‘Hizmet hareketi adı verilen oluşumun manevi cebir ve şiddet unsurlarına sahip olması nedeni ile aynı zamanda silahlı terör örgütü olarak vasıflandırılması gerektiğinin değerlendirildiği’ denilerek manevi cebir ve şiddet unsurlarına sahip olduğu iddia edilmiştir. Ancak, manevi cebir ve şiddet unsurlarının nasıl gerçekleştiği izah edilmemiştir.
Ayrıca manevi cebir ve şiddet değerlendirmesi de hukuken doğru değildir. Yasada açık olarak, “cebir” unsurunun yanında ayrıca “şiddet” unsurunun da getirildiği ve cebir ile şiddetin birlikte bulunması gerektiği açık olarak anlaşılmaktadır.
Yasa incelendiğinde, suçun “cebir ve şiddetle işlenmesi zorunluluğu” olduğu görülmektedir. Kanunda cebir ve şiddetin birlikte bulunması vurgulandığına göre suçtaki eylemin mutlaka cebir ve şiddet şeklinde ortaya çıkması gerekir. Yani, eylemin suç teşkil edebilmesi için “cebir ve şiddet kullanılarak ika edilmesi” aranmaktadır. Cebir ve şiddetin, zor kullanmanın böylesine önemli bir suçta eylemin bir niteliği olması ve amaç suça yönelen süreçte ortaya çıkması, devam etmesi, sonucu gerçekleştirme yönünde tekrarlanması suçun en önemli unsuru olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla suçun icra hareketlerini de cebir ve şiddet niteliğini taşıyan eylemler oluşturacaktır.
Savcılık tarafından yapıldığı gibi, cebir ve şiddeti, manevi cebirle genişletmek hatalıdır. Böyle olsa idi kanunda cebir ve şiddetin yanında manevi cebir de yer alırdı. Ayrıca kanunda yer alan bir kavramı geniş anlamıyla kabul etmek, suçta kanunilik ilkesi çerçevesinde mümkün değildir. Bu ilke hem TCK’de ve hem de anayasada önemli bir ilke ve güvence şeklinde yer almıştır. Bu nedenle savcılık tarafından nasıl gerçekleştiğine dair hiçbir açıklama yapılmaksızın manevi cebir ve şiddetin varlığından bahsetmek hukuken doğru değildir.
5- SİLAHLI ÖRGÜT İDDİASI HUKUKEN DE FİİLİNDE DOĞRU DEĞİLDİR.
Silahlı örgüt üyeleri silah taşıyan örgüt anlamına gelmemektedir. Silahlar bilfiil örgütün elinde ve kontrolünde bulunmalıdır. Örgüt üyelerinin kişisel olarak silahlarının bulunması, örgütün silahlı örgüt olarak kabul edilmesi için yeterli kabul edilemez.
Emniyet mensuplarının soruşturmanın şüphelisi oldukları ve emniyetçi olmaları nedeniyle silahlarının olması silahlı bir örgütün varlığı için gerekçe yapılamaz.
Müvekkilimin ya da soruşturma altında bulunan kişilerin var olduğu iddia edilen örgüt faaliyetleri kapsamında kullanılmak üzere bulundurdukları tek bir silah dahi yokken, silahlı bir örgütün var olduğunun iddia edilmesi hukuki bir değerlendirme olamaz.
Fezlekede tahşiye grubu olarak nitelenen kişilerden elde edilen silahlar bile onlar açısından silahlı bir örgüt kapsamında değerlendirilmemesine rağmen, hayatının hiçbir döneminde tek bir silahla uzaktan yakından bir ilgisi bulunmayan müvekkilime silahlı örgüt kurucusu demek hukuksuzluk bir tarafa insafsızlıktır.
6- MÜVEKKİLİM HAYATININ HİÇBİR DÖNEMİNDE ŞİDDET YANLISI OLMAMIŞTIR
Müvekkilim tarafından yapılan sohbet konuşmasından, gazete köşe yazılarından ve dizi filminden alıntılar yapılmak suretiyle, müvekkilimin “amacı” nın belirlenmesine çalışılmıştır. Bu “amaç” belirlemesi yapılırken, müvekkilimin yazdığı kitapları ve sohbetleri bir bütün olarak değerlendirilmemiştir. Aksine, söz konusu sohbette söyledikleri alıntılanarak, önyargıya dayalı “amaç” yönünde belirli “çıkarsama” larda bulunulmuştur. İtiraf etmek gerekir ki, bu yöntemle
HER KONUŞMADAN, HER KİTAPTAN, HER DİZİDEN, HER SORUŞTURMA DOSYASINDAN, EMNİYET TARAFINDAN YÜRÜTÜLEN HER SORUŞTURMADAN, SAVCILIK TARAFINDAN YAPILAN HER İŞLEMDEN, MAHKEMELER TARAFINDAN YÜRÜTÜLEN TÜM YARGILAMA FAALİYETLERİNDEN dahi suç çıkartmak olasıdır.
Müvekkilim tarafından yazılmış olan kitaplar ve yaptığı sohbetler içerik yönünden anlam bütünlükleri zorlanmadan değerlendirildiğinde; din ve onun çerçevesinde tanımlanan bir ahlak anlayışına ilişkin bireysel ve sosyal öğütleri pekiştirmeye yöneldikleri görülecektir. Yazdığı kitapların ve yaptığı sohbetlerin herhangi bir suç öğesini içermedikleri ve “Türkiye Cumhuriyeti Devletinin nizamını değiştirmeyi amaçlayan bir örgüt” kurduğu yolunda “delil” niteliğini taşımadıkları tam aksine illegal bir amacının olmadığı açıkça görülmektedir.
Müvekkilim tarafından yazılmış ve yayımlanmış bütün kitaplarında ele aldığı konular ve bunları anlatış tarzı dikkatle incelendiğinde ortaya çıkacak sonuçlar şu şekilde özetlenebilir: mensubu bulunduğu İslam inancının ve bunun etrafında tanımlanan ahlak anlayışının özellikleri, benimsenmesi ve daha geniş kitlelerce kabul görmesi için; her türlü çatışma ve sertlikten uzak, tamamen barışcı ve uzlaşmacı bir tarzda; bilimin sunduğu doğrulara saygılı ve bağlı kalarak; sadece ulusal çapta değil bütün insanlık dünyasına kardeşlik, barış, uzlaşma ve hoşgörü gibi olumlu temalar konusunda bir araya gelme konusunda dini ve ahlaki görüşler ve öğütler sunmaktadır. Bunu yaparken legalite ve legitimite'nin sınırlarına uygun davranmayı zorunlu koşul olarak görmektedir.
Bu düşünceleri ile müvekkilimin değil "devletin temel nizamını değiştirmek" tam aksine, kurulu sistemin benimsenmesi ve daha da iyileştirilerek güçlenmesi yönünde değindirmelerde bulunmakta, devletin varlığı ve devamlılığına kutsallık izafe eden, devlet kavramı çerçevesi içerisindeki tartışmalardan dahi kaçınmayı isteyen yorumlar getirildiği görülmektedir. Bunu da sadece yurttaşı olarak bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti için değil, daha geniş bir coğrafyada mesajının ulaştığı bütün ülkelerdeki okuyucu ve düşüncesini benimseyenlere öğütlemektedir.
Bilimin dinin anlaşılması için bile mutlak gerekliliği; cihadın birincil anlamının kan ve çatışma değil ruh terbiyesi olduğu; dini inançların zorla yayılmasının dinin özüne aykırı olduğu; bütün insanlara arasında kardeşlik, hoşgörü, uzlaşma ve barışın öğütlenmesi gibi hususlardaki sürekli tekrarlar ve vurgular; müvekkilimin kitaplarında ve sohbetlerinde bir bütün olarak değerlendirilmesi halinde varılacak olan sonuçlardır.
Doğaldır ki, müvekkilimin düşüncelerini paylaşma zorunluluğu yoktur ve eleştirilemez de değildir. Ancak düşünce ve inançlarını paylaşmıyoruz diye suçlanması da mümkün değildir. Hiçbir somut gerçekliği olmamasına rağmen silahlı terör örgütü suçlamasında bulunulması da hukuken ve vicdanen kabul edilemez.
6- TAHŞİYE SORUŞTURMASI DOSYASINDA YAPILAN DEĞERLENDİRMELERİN TAM AKSİ DEĞERLENDİRMELER MÜVEKKİLE YAPILMIŞTIR.
Tahşiye grubu olarak nitelenen ve Örgüt yöneticisi olmak suçundan yargılananlara ilişkin tahşiye yahut başka bir adla örgüt üyeliğine dair herhangi bir soruşturma yokken soruşturmaya başlanması eleştirilmiş ve suçlamanın kanıtı olarak sunulmuştur.
Müvekkilim ya da diğer zanlılarla ilgili bir örgüt tespiti ya da soruşturması mı var ki o insanlar masum müvekkilim suçlu kabul edilmekte,
Daha önceden adları, eylemleri ve görüşleri ile terör örgütü olarak kabul edilmeyen ve bu yönde bir tespit bulunmayan grup hakkında müvekkilimin sohbetinden sonra soruşturma başlatılmış olması dikkat çeken bir husus olarak nitelendirilirken, İsimleri, eylemleri ve görüşleri ile terör örgütü olarak kabul edilmeyen müvekkilim ve camia mensupları ile ilgili Cumhurbaşkanı tarafından meydanlarda ve televizyonlarda müvekkilimi ve camia mensuplarını örgüt olarak ilan ettikten sonra haklarında soruşturma başlatılması dikkat çekici bir husus olarak değerlendirilmemektedir. Oysa, ikisi arasında mantık itibariyle bir fark bulunmamaktadır.
Yine, tahşiye grubuna yönelik soruşturma kapsamında ele geçirilen malzemelerle ilgili olarak, ( ele geçirilen bombalar bir kenara bırakılsa dahi) birbiriyle uyumsuz tabanca ele geçmesi, 387 adet mermiye rağmen silahların ele geçmemesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu kabul edilmesine rağmen, müvekkilim ya da diğer şüphelilerde herhangi bir silah, mermi ya da başkaca bir suç unsuru elde edilmemesine rağmen bu insanların silahlı bir örgüt kurmuş olmaları hayatın olağan akışına uygun kabul edilebilmektedir.
Yine, Tahşiye şüphelisi Turgut Yıldırım’a ait evde ele geçirilen mühimmat gerekçe gösterilerek, örgüt yönetici ve üyelerinin başka hiçbir somut işlem ve eylemleri olmamasına rağmen ele geçen silahlar nedeni ile silahlı terör örgütü kurucusu yöneticisi ve üyesi olduklarının belirtilmesinin doğru olmadığı ve suç olduğu belirtilmesine rağmen müvekkilimde ya da diğer zanlılarda ele geçen tek bir silah ya da mühimmat olmamasına rağmen silahlı bir örgüt suçlamasında bulunulabilmektedir.
Yine, tahşiye grubuna ait olan ve toplatma ya da yasaklama kararı olmayan eser ve dokümanların suç unsuru olarak kabul edilmesi suç olarak kabul edilmesine rağmen, aleyhlerine yasaklama, toplatma kararı olmayan gazete yazıları, dizi film ve internette yayınlanan sohbet terör örgütünün suç delili olarak kabul edilebilmiştir.
Yine, maddi gerçeğe aykırı yorumlar yapılarak ve sahte oluşturulduğu değerlendirilen delillerle tahşiye grubu mensuplarının suçlandığı kabul edilmesine rağmen, müvekkilimle ilgili maddi gerçeğe aykırı yapılan değerlendirmeler ve sahte oluşturulan telefon konuşmaları gerekçe yapılarak suçlanması doğru kabul edilmiştir.
Emniyet fezlekesinde yer alan ve birbirine taban tabana zıt değerlendirmelerle birileri masum kabul edilirken müvekkilim suçlu kabul edilmiştir. Bu durum dahi yapılan soruşturmanın ve verilen kararın haksız ve hukuksuz olduğunu göstermektedir.
Yargılama aşamasında ve sonunda suçlamaların haksız ve yersiz olduğu mevcut hukuk uygulaması içerisinde bile kaçınılmaz olarak ortaya çıkacaktır. Bu soruşturmanın da diğerleri gibi hukuk dışı saiklerle yapıldığı şüpheye yer bırakmaksızın anlaşılacaktır.
Fethullah GÜLEN
Müdafi
Av. Nurullah ALBAYRAK