Safvet Senih / samanyoluhaber.com
İşârâtü’l-İ’caz tefsirini tercüme eden Doç. Dr. Şâdi Eren’in ifadesiyle “Münafık, BUKALEMUN gibidir; bulunduğu araziye göre renk değiştirir. Tüneller şeklinde yuvalar yapıp, istediğinden girip çıkarak, düşmanlarını aldatan JERBUA gibi hareket eder. Zarar verme noktasında ise, pirincin içindeki (pirinç gibi görünen) BEYAZ TAŞ’a benzer.”
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Kur’an’ın kâfirlerle ilgili olarak Bakara Suresinin başında iki âyette iktifa ettiği halde münafıklarla on iki âyetle beyanda bulunmasının hikmetini şöyle izah ediyor:
“Düşman GİZLİ olduğunda daha MUZIR olur. SİNSİ olduğunda daha HABÎS olur. YALANCI olduğunda FESADI daha şedit olur. DÂHİLÎ olduğunda ZARARI DAHA BÜYÜK olur. Çünkü dâhilî düşman, salâbeti kırar, kuvveti dağıtır. Halbuki hâricî düşman, salâbeti kuvvetlendirir, metaneti artırır. Maalesef münafıklığın İslam’a cinayeti cidden çok büyüktür. Bu müşevveş durum, ancak münafıklık yüzündendir. Bundan dolayı Kur’an, sıkça onların şenaatini ortaya koymuştur. Münafık, müminlerle iç içe yaşaması sebebiyle peyderpey onlara ünsiyet eder, yavaş yavaş imana ülfet eder, kendi amellerini ve hareketlerini çirkin görerek kendi hâlinden nefret etmeye hazır bir duruma gelir. Sonunda tevhid kelimesi dilinden kalbine inebilir. Münafığın küfre ilave olarak ‘Müslümanlarla dalga geçme, onları aldatma, hile, yalan ve riya gibi cinayetleri vardır. Münafık çoğu kere kitap ehlinden ve cerbezeli, vehimli kimselerden olduğundan hileci dessas ve şeytanî zekâ sahibidir. Böylelerini daha ayrıntılı anlatmak, belâğata daha uygundur.”
Başka bir açıdan, münafıklarla ilgili ilk âyet şöyle de mânalandırılabilir: “Allah’a ve âhiret gününe iman ettik, diyenlerden bir kısmı da insanlardandır.” Bu mâna üzerine şöyle bir soru çıkıyor: “Münafıkların insanlardan olması açık ve normal bir şey olduğu halde niçin böyle ifade edilmiştir?” Üstad Hazretleri cevaben diyor ki: “Hüküm açık olduğunda, maksat onun lâzımlarından biri olur. Burada maksat , muhatapları hayrete sevk etmektir. Sanki şöyle der: ‘Rezil münafığın bir insan olması hayret verici bir durumdur. Çünkü insan mükerremdir, bu derece seviyesiz bir duruma tenezzül etmemesi gerekir.”
Kur’an-ı Kerim’în münafıkları isim isim teşhir etmeyip “insanlardan bir kısmı” diye bir tabirle ifade etmesinin hikmetini de Üstad şöyle açıklıyor: “Kur’an, münafıkları şahıs olarak belirtip ifşa etmedi, ‘insanlardan bir kısmı’ diyerek perdeledi. Onların bu şekilde örtülüp çirkin yüzlerinden perdenin kaldırılması Hz. Peygamberin (S.A.S.) siyasetine daha uygundur. Çünkü, şayet ifşa ederek onları belirleseydi, müminler ‘Acaba biz de münafık mıyız?’ diye vesveseye düşerlerdi. Zira nefsin desiselerinden emin olunmaz. Böyle bir vesvese korkuya, korku riyaya, riya ise nifaka yol açar. Ayrıca, Kur’an onları belirlemek suretiyle kınasaydı, ‘Hz. Muhammed (S.A.S.) mütereddittir, kendi adamlarına güvenmiyor.’ denilirdi. Aynı şekilde bir kısmı perde altında kalsa, azar azar söner, sahibi de onu gizlemeye çalışır. Şayet perde kaldırılsa, ‘utanmadığında dilediğini yap!’ denildiği gibi, o şahıs ‘ne olacaksa olsa’ der, nifakı neşre başlar, aldırmaz. ‘İnsanlar’ tabiri şuna işaret eder. Münafıklıkla bağdaşmayan diğer sıfatlara bakılmasa dahi, en genel bir özellik olan ‘insan olmak’ bile ona aykırıdır. Çünkü insan, şerefli ve mükerremdir, böylesi bir rezalet ona yakışmaz. Bu ifade nifakın bir tâife ve tabakaya has olmayıp, insan nevinin her tabakasında bulunmasına bir remizdir. Münafıklık, insan olan herkesin haysiyetini ihlal eden bir problemdir. Herkesin öfkesi ona karşı harekete geçmeli, her insan ona haddini bildirmelidir, tâ ki bu zehir yayılmasın. Nitekim içlerinden birinin çirkin bir hareketiyle bir toplumun namusu zedelenir, bundan dolayı öfkeleri harekete geçer.”
Âyette “Münafıklar, Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Halbuki ancak kendilerini aldatırlar da şuurunda değiller. Kalblerinde bir hastalık var. Allah da onların hastalığını kat kat yaptı. Yalanlarına karşılık onlar için elem verici bir azap vardır.” (Bakara Suresi, 2/9-10) buyuruluyor. Bu ayette hilekârlıkları, ifsatları, istihzaları ifade edilmiş oluyor. Yani onlar kendi kendileri aldatan ahmaklardır. Çünkü hâşâ Allah’ı aldatmak gibi ahmaklığın zirvesinde bir imkansızlığı istiyorlar. Böyle bir şey de gerçekten şaşılacak bir durumdur.
Üstad Hazretleri “Asya münafıkları” tabirini kullanıyor ama hep onları piyon gibi kullanan sömürgeci ruhlara da işaret ediyor. Zaten Avrupa’dan bahsederken ikiye ayırarak ele alıyor. Hz. İsa Aleyhisselamın getirdiği hakikatlerle insanlığa faydalı işler yapan Avrupa’ya hiç cephe almıyor; bilakis onları takdir ediyor. Hatta sosyalizm çıktığı ilk dönemlerde, kapitalizme göre onu İslam'a daha yakın görüyor. Ama avam halka yönelik “ikmâli yakın” olan bu “şarkî fikrin” uzun ömürlü olması için kudsiyet kazanması gerektiğini ama kudsiyet verecek içtimaî iki din bulunduğunu bunlardan en başta gelenin İslamiyet, ikincisinin Îsevilik olduğunu söylüyor. Eğer dînî bir hüviyet kazanmazsa materyalist ve zâlim ellerde insanlık ve İslamiyet için zararlı olacağını da ifade ediyor. nitekim Bolşeviklik ve komünizm olarak önce Rusya’da sonra Çin’de ve yarı Avrupa’da yayılan korkunç bir heyula oluyor.
İslamın ilk dönemindeki münafıkların ve Mescid-i Dırarın arkasında, daha sonra irtidad hareketlerinde ve peygamberlik iddia eden yalancıların arkasında da o sömürgeci ruhların asıl ve analarının olduğu da bir gerçektir. Aslında yaşadığımız süreci başımıza musallat edenler de, zalim-gaddarları bir maşa gibi kullananlar da yine onlardır. Belki de sadece bir test gibi. Her neyse herşeyin üstünde bir de hikmet sahibi İlahî bir İrâde bulunmaktadır.