Ali Şaşal Vural: "Kendimi kaleciliğe adadım" 01.07.2015
Bir sezon önce 2. Lig'de Altay'ın kalesini korurken, bu sezonun ikinci yarısındaki performansıyla Eskişehirspor'un '1' numarası olan ve kendini A Millî Takım'da bulan Ali Şaşal Vural, "Kendimi kaleciliğe adadım." dedi.
İki ayağını da bir libero ustalığıyla kullandığını, bununda kendisine farklı bir özellik kattığını belirten Ali Şaşal Vural, en başından beri başka bir iş yapmayı düşünmediğini ve kendini kaleciliğe adadığını anlattı. Futbol Federasyonu Basın Departmanı'nın hazırladığı aylık yayın organı TamSaha'ya konuşan Ali Şaşal Vural, Mazlum Uluç'un sorularını cevapladı.
İkinci ismi olarak yazılan ancak bazılarının soyadı olduğunu sandığı Şaşal adının nerden geldiğini anlatarak söze başlayan Ali Şaşal Vural, "Şaşal benim anne tarafımın soyadı. Aslında ben de tam olarak nereden geldiğini bilmiyorum. Anneme sorduğumda o da cevap verememişti. Tek bildiğim, annemin aile soyadının bana ikinci isim olarak verildiği." diye konuştu.
TamSaha Dergisi'nde yayınlanan Ali Şaşal Vural'ın röportajının detayları ise şöyle:
Bize ailenden bahsedebilir misin? Annen, baban ne iş yapıyorlar, kaç kardeşsiniz?
Üç kardeşiz. İki ağabeyim var. Yani ben ailenin en küçük oğluyum. İzmirliyim ama köyde ve köy ortamında yetiştik. İzmir'in Uzundere köyündeniz. Şu anda pek köy sayılmaz, zaten artık mahalle oldu ama benim çocukluğumda tam anlamıyla bir köydü. Annem oranın doğal şartlarında zeytin ve ot toplardı. Ben bile eski alışkanlıkla zeytin ve ot toplamayı sürdürüyorum. Babam erken yaşta TEDAŞ'dan emekli oldu. Şimdi vaktini daha çok arkadaşlarıyla geçiriyor.
Ağabeylerin ne yapıyor? Onların futbolla ilişkisi var mı?
Onların futbolla ilgileri sadece izleyici düzeyinde.
Peki, sen futbola nasıl başladın?
Futbol oynamayı çok seviyordum. Küçükken futbolla yatıp futbolla kalkardım. Günde üç kere maç yapardım ve kaleciliği çok severdim. Diğer mevkilerde de yeteneğim iyiydi ama kaleciliği bir başka severdim.
Ben de bunu soracaktım. Çocuklar için kalecilik çok cazip bir mevki değildir aslında. Sendeki bu heves nereden kaynaklanıyor?
Bilmiyorum. Aslında çocukken hiç de öyle örnek aldığım veya özendiğim bir kaleci olmadı. Ama top oynarken kaleye geçerek oradan oraya atlayıp zıpladığımda kendimi çok mutlu hissederdim. Sadece toprakta değil, betonda, çakıl taşlı zeminlerde bile kaleye geçerdim. Hep büyüklerimle maç yapıp onlara nasıl oynadığımı göstermek isterdim. Anneme ve babama hep bir kulübe gitmek istediğimi söylerdim ama onların beni bir kulübe götürecek maddi imkanları yoktu. Yine de ne yapıp edip bir yerden başladım.
Altay altyapısına girişin nasıl gerçekleşti?
Ortanca ağabeyim Çağdaş, üniversitede okuyordu. Arada bir benim mahalle maçlarımı izlemeye gelirdi. Bir gün, "Gel bakalım, seni Altay'a yazdıracağım" dedi. Bunu duyunca sevinçten havalara uçmuştum.
İzmir'de birçok kulüp varken neden Altay'a gittiniz? Bu tercihin sebebi neydi?
O dönemde çevremdeki bütün arkadaşlarım Altay'da oynamak istiyordu. Ben de aynı şekilde Altay'ı çok seviyor ve orada oynamak istiyordum. Bir de Altay o dönemde Süper Lig'deydi. Ağabeyim beni Altay'a yazdıracağını söyleyince hemen kabul ettim ve tam da doğum günümde futbola başlamış oldum.
O sırada kaç yaşındaydın?
12 yaşındaydım.
Peki, futbolcu olman konusunda ailenin tavrı ne oldu? Bazı aileler çocuklarının futbolcu olmasına karşı çıkabiliyor. Bir de ağabeyinin üniversiteye gitmesi, ailenin senin de okumanı istediği gibi bir izlenim veriyor.
Biz zaten kısıtlı imkânlar içinde büyüdük ve her aile çocuklarının elbette okumasını ister. Ama buna rağmen annem ve babam, futbolcu olma isteğime karşı çıkmadı. Ben de çok sevdiğim futbolu oynamaya kararlı olsam da eğitimimi yarım bırakmak istemiyordum. En azından liseyi bitirene kadar okuyacaktım. Açıkçası bugünün profesyonellik şartlarında bir oyuncunun üniversiteye devam etmesi de çok kolay değil. Onun için ben liseden sonra okumayı hiç düşünmedim "Benim geleceğim kalecilik" dedim, daha çok kaleciliğimin üzerinde durdum. Babam bana her zaman, "Sen okulunu oku, futbol işinde torpil işliyor, bu işten para kazanamazsın" derdi. Ben de ona "Paramı futboldan kazanacağımı. Evet, altyapılarda bir yere kadar torpil olabilir ama ben yeterince iyi olursam bu işi başaracağım" cevabını verirdim. Nihayetinde başardım ve babam da ilk maçıma gelip beni yalnız bırakmadı.
İlk maçım derken?
Profesyonel anlamdaki ilk maçımdan söz ediyorum. Babam sanki futbol çevresine inanmıyordu ve o nedenle ağırlığı okula vermemi istemişti.
Yokluk içinde büyüdüğüne çok vurgu yaptın. Peki, şimdi ailenin hayatını değiştirmek için çaba harcıyor musun?
Aslında profesyonellik hayatımdaki her şey son bir yıl içinde gelişti. Daha önce futboldan maddi anlamda pek bir şey kazanmamıştım. Bu anlamda sıkıntılar yaşadım. Ama son bir yıldır aileme destek olabilecek kadar kazanmaya başladım. Zaten hayatım boyunca da ailesine destek vermeye çalışan birisi oldum.
Futbolcu olmayı küçük yaşlarda kafana koyduğunu anlatıyorsun. Bu kararda "Çok para kazanırım, hayatım değişir" düşüncesinin etkisi var mıydı?
Hayır. İnsan küçükken futboldan para kazanabileceğini düşünmüyor ki. Düşünemez de zaten. O yıllarda kaleciliğe bir aşk ve tutku gözüyle bakıyordum. Sadece "Ben burada oynayacağım" diyordum, o an için parayı düşünmüyordum. Hatta o kadar ki, o yaşlarda yıldız oyuncuların kazandığı paraları bile bilmiyordum.
Altay geçmişte Türk futboluna önemli yıldızlar kazandırmış bir kulüp. Mustafa Denizli bir Altay markasıdır mesela. Son dönemde de Aytaç Kara gibi bir oyuncu yine oradan geldi. Sen Altay'daki eğitim sürecinde neler kazandın?
Manevi anlamda çok şey kazandım aslında. Hocalarımdan çok şey öğrendim; üzerimdeki emekleri inkâr edilemez. Altyapıda kaleci antrenörü Mücahit Dönmez var mesela. Ben 17 yaşındayken altyapıya gelmişti. İlk geldiği günden itibaren yeteneğime inandı ve bana güvendi. Ayrıca her zaman haksızlığa göğüs geren biridir ve üzerimdeki emeği büyüktür. Sadece antrenmanlarda değil, saha dışında da bilgi ve tecrübelerinden çok yararlandım. Profesyonel olduğum dönemde de Haluk Kaplan Hocam bana çok emek verdi. O da işinde çok başarılı ve yurtdışında sürekli seminerlere çağrılan bir kaleci antrenörüdür. Ondan kalecilikle ilgili çok fazla bilgi edindim. Beni kaleciliğin bir geometri işi olduğuna inandırdı. Açıları, açıortayı, nerede durmam gerektiğini hep ondan öğrendim. Bunları bana tahtaya çizerek de gösteriyordu. Ben de kaleciğin geometri işi olduğuna gerçekten de inanıyorum. Son olarak da Öztürk Tanrıbilir Hocam beni Eskişehirspor'a aldırdı. Bana kattığı çok şeyin yanında bir nevi babalık da yaptı.
Bu babacan yaklaşım sana güven mi veriyor?
İdmana geldiğimde bir hocayla çalışıyorum diye gelmiyorum. Bu sadece benim için değil, diğer kaleci arkadaşlar içinde de geçerli. Bana çok fazla güven veriyor. En başından beri, "Sen çok yetenekli bir kalecisin ve bir gün Millî Takım'da oynayacaksın" diyerek bana büyük bir güven duygusu aşıladı.
Altay günlerinden devam edersek, sanırım 2010-11 sezonundaki Altay-Tavşanlı Linyit maçı senin için bir dönüm noktası niteliğini taşıyor. Takım ilk yarıda 2-0 geriye düşünce Cenk Tekelioğlu'nun yerine oyuna giriyorsun ve sonrasında o sezonun sonuna kadar kaleyi devralıyorsun. Bize o maçtan ve sonrasındaki gelişmelerden söz eder misin?
İlk lig maçım, ondan önceki sezon oynadığım Konyaspor maçıydı. Ancak sezonun son müsabakasıydı ve ben son on dakikada kaleyi korumuştum. Dediğiniz gibi, benim için en anlamlı maç Tavşanlı Linyitspor'a karşı oynadığım müsabakaydı. Önceki sezonda takımın üçüncü kalecisiydim. Kendi kendime "Bari ikinci kaleci olayım, sonra yavaş yavaş birinci kaleci olurum" diye düşünüyordum. Ama yeni gelen teknik direktörümüz beni altyapıya gönderdi. Bu duruma gerçekten çok şaşırmıştım. Takımdan ayrılmayı düşünüyordum. Ama sabrettim ve çalışmayı sürdürdüm. Sonra takımın başına Coşkun Demirbakan Hoca geldi ve beni görüp beğendi. Antalya kampındaki dört hazırlık maçında da bana görev verdi. Dört maçta oynadıktan sonra "Bundan sonra benim kalecim sensin. Ama Cenk ağabeyini hemen yedek bırakamam. Biraz bekleyeceksin ve ikinci yarının ilk maçında da kadroya gireceksin" dedi. Gerçekten de beni kadroya aldı. O dönemde Cenk ağabey sakat olmasına rağmen oynuyordu. Tavşanlı Linyitspor maçının ilk yarısında sakat hâliyle iki gol yiyince ikinci yarıda oyuna girip başarılı bir maç çıkardım. Bu da benim için bir dönüm noktası oldu.
O sezon sonuna kadar kaleyi koruyorsun ancak ertesi sezon takım İkinci Lig'de olmasına rağmen sadece bir maçta oynayabiliyorsun. Bunun nedeni neydi?
Dediğiniz gibi o sezonun sonunda İkinci Lig'e düşmüştük ama beni isteyen birçok kulüp vardı. Ancak kulübün istediği bonservis bedeli yüksek olunca takımda kaldım. Yeni sezonda takımın birinci kalecisi ben olacaktım ama maçların başlamasına on gün kala omzumdan sakatlanınca yedi ay futboldan uzak kaldım. O dönemde de takımın kalesini çok sevdiğim Recep Biler ağabeyim korudu. Son maça yetişebildim ve o müsabakada da Altay kariyerimdeki en iyi performansımı sergiledim.
2012-13 sezonunda sürekli oynadın, ertesi sezon ise yirmiiki maça çıktın. Buna rağmen daha az oynadığın bir sezonun ardından Süper Lig'e transfer olabildin. Bu iki sezonun performanslarını kıyaslar mısın?
Son sezonumda daha az oynamamın nedeni son haftalarda kadro dışı kalmamdı. Kulüple sözleşmem bitiyordu ve yeni sözleşmeyi imzalamamdan dolayı kadro dışı kalmıştım.
İsmin Beşiktaş'ın da transfer listesinde geçerken Eskişehirspor'a gittiğini biliyoruz. Bize bu süreci anlatır mısın?
Beşiktaş'ın beni istediği dönem bir sezon öncesiydi. O dönem ismim Beşiktaş'la anıldığı için kulüp başkanımız bonservis bedelimi yüksek tutmuştu. Beşiktaş'ın bunun üzerine transferimden vazgeçtiğini düşünüyorum. Ama Ertuğrul Sağlam Hocanın da beni iki yıldır istediğini biliyorum. Onlara karşı oynadığımız kupa maçında beni beğenmiş ve kadrolarına katmak istemişlerdi. Sözleşmemin bitmesine 1 yıl kala Eskişehirspor'a söz vermiştim. Onlar da beni bonservisimle almak istemiş ancak kulübüm yüksek bedel isteyince bu transfer gerçekleşmemişti. Bunun üzerine ertesi sezon sözleşmemi uzatmadım ve Eskişehirspor'la anlaştım.
Eskişehirspor'a transfer olduğunda verdiğin ilk beyanatta "A Millî Takım kalesini korumayı hedefliyorum" demiştin ve bugün de ay-yıldızlı kadrodasın. O gün 2. Lig'den gelen ve adını pek kimsenin duymadığı bir kaleciyken, üstelik Eskişehirspor'da henüz birinci kaleci bile değilken bu sözleri sarf edecek güveni nereden alıyordun?
Kendi özelliklerime inanan bir kaleciyim ve kendime de bu konuda çok güveniyorum. Çevremdeki herkesin bana iyi olduğumu söylemesi de bende bu güvenin oluşmasını sağlıyor. Herkes böyle söylüyorsa boşuna söylemiyordur diye düşünüyorum. Gittiğim hiçbir yerde beklemeyi sevmem. Çok hırslı bir yapım var ve hep başarıyı kovalarım. Boffin gibi bir kalecinin birinci yedeğine gelmek kolay bir iş değildir. Tamam, oraya ikinci kaleci olarak gittim ama bunun da bir garantisi yok ki. Kötüysen üçüncü, iyiysen birinci olursun. İnsanların hem hedefleri hem de hedeflerinden daha büyük hayalleri vardır. Benim hedeflerim ve hayallerim hep yüksektir ve adım adım bu doğrultuda ilerlerim. Millî Takım hedefim daha çabuk gerçekleşti ve böyle olması da daha iyi oldu. Seçilmeyi başardım, şimdi sırada oynamak var. Ondan sonrasında ise daha iyi yerlerde oynamak ve inşallah ülkemi Avrupa'da temsil etmek var. Yeteneklerime güvendiğim için kendime büyük hedefler koyabiliyorum.
Futbola başladığında seninle birlikte olan pek çok arkadaşın şimdi bu oyunun dışında kaldı. Sense önce Süper Lig'i gördün, şimdi de Millî Takım kadrosundasın. Seni diğerlerinden ayırıp bugünkü noktaya getiren hangi özelliklerin oldu?
Diğer insanların kaleciliğe nasıl baktıklarını bilemem ama ben bu işe kendime çok inanarak baktım. Bir defasında vazgeçme noktasına bile gelmiştim, ama ben "kalecilik yapmadan ben olamam" dedim kendi kendime. Hayal etmekten de hiç vazgeçmedim. Çünkü kendimi bu işe adamıştım.
Eskişehirspor'da sezonun ikinci yarısında Boffin'i kulübeye gönderip kaleye geçmeyi başardın. Sanırım burada yedek kaldığın süreyi çok iyi değerlendirdin. Bu süreci bize biraz anlat istersen. Yedek kaldığın dönemde neler yaptın da böyle bir ilerleme kaydettin?
Ertuğrul Hoca görevdeyken yedek kaldığımda her zaman iyi çalıştım. Antrenmanlarda hevesimi göstererek hocanın güvenini kazandım. "Zaten bir süre sonra kaleye geçeceğim" diyerek o anı beklemeye başladım. Özellikle kupa maçlarında oynadığımda da kendimi her maçta göstermeyi başardım. Sonra Ertuğrul Hoca ve ekibi tam da devre arasında gitti. Yeni bir hocanın gelmesi benim için çok önemliydi. Sonuçta yine Boffin oynayacaktı ama ben de yine "Burada varım" imajını vermeye çalışmalıydım. O dönemde çok çalıştım. Özellikle Skibbe'nin gelişinden 3-4 gün sonra yaptığımız bir antrenmanda gösterdiğim performansla "Burada Ali de var" imajını onun kafasına yerleştirmeyi başarmıştım. Başarılı olmak için sadece kaleci antrenmanları yapmak da yetmez. Ekstra çalışmalar da yapmak gerekiyor. Ben her idmandan önce salona gitmeye çalışırım. İdman bittikten sonra da hâlâ gücüm varsa elimden geldiğince yine ekstra çalışmalar yaparım.
Yabancı teknik adamların kaledeki ilk tercihleri de genellikle yabancı kaleciler olur. Ama Süper Lig'de sana formayı veren teknik direktör Skibbe oldu. Bize onunla ilişkinden söz eder misin? Sana neler söylüyor, senden beklentileri neler?
Boffin çok iyi bir kaleci ama o şanssız bir dönem geçiriyordu. Aslına bakarsanız Boffin'in kalitesi ve böyle bir kaleciyle girdiğim rekabet bana da çok şey kattı. Onun önüne geçebilmek için daha çok çalışmak zorundaydım. O da gerçekten iyi çalışıyordu ve ben de hep daha iyisini yapmam gerektiğini biliyordum. Kendi kendime "Boffin bunu yapıyorsa ben ondan daha fazlasını yapmak zorundayım" diyordum. Kendimi bu şekilde motive ederek ilerledim. Boffin de Eskişehirspor'a çok şey katmış, taraftar ve yönetim tarafından çok sevilen bir kaleci. Ancak Skibbe de çok iyi bir teknik direktör,daha önemlisi âdil ve dürüst bir insan. Boffin'in iyi bir kaleci olmasına rağmen verimli bir dönem geçirmediğini görünce ilgisini bana çevirdi. Kayseri Erciyesspor'la oynayacağımız maç çok önemliydi. Aramızda 7 puan fark vardı ve eğer kaybedersek ligin bitmesine 6 hafta kala bu fark 4 puana düşecekti. Sıkıntılı bir maçtı ve deplasmanda oynayacaktık. O maçta sanırım başka hiç kimse Boffin'in yerine beni oynatma cesaretini gösteremezdi. Ama Skibbe bana bu şansı verdi ve Kayseri Erciyesspor maçı benim için milat oldu. Benim açımdan kendimi gösterme maçıydı. Gol yemeden bitirdiğimiz o maçtan alnımın akıyla çıktım.
Kendine örnek aldığın kaleciler var mı?
Örnek aldığım ve beğendiğim kaleciler elbette var. Fakat ben izlediğim her kaleciden bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum. Alt ligdeki bir kaleciden bile kendime bir şeyler katmaya çalışıyorum. Dünya futbolunda Neuer'in başka bir yeri var tabiî ki. Her anlamda çok başarılı bir kaleci. Ve bir kalecide olması gereken bütün özelliklere fazlasıyla sahip. Eli ve ayakları iyi, önde oynuyor, yan toplarda başarılı. Adeta libero gibi bir kaleci. Bence bütün kaleciler böyle olmak zorunda. Yani iki ayağını da kullanabilecek ve önde oynayabilecek.
Sen de iki ayağını kullanabiliyorsun. Oysa bazı futbolcular bile iki ayağını kullanamaz. Sen bu özelliğini geliştirmek için neler yaptın?
Çocukken arkadaşlarımla iddialaşır ve sağ ayağımı değil de sadece sol ayağımı kullanarak oynardım. Sol ayağım da zamanla böyle gelişti. Nasıl bir Almancı çocuk hem Almanca hem de Türkçe konuşabiliyorsa ben de aynı şekilde iki ayağımı da kullanabilecek hale geldim.
Peki, Millî Takım'dan bu daveti bekliyor muydun?
Fatih Terim Hocamızın geçen yıl sonu kampına PTT 1. Lig'denVolkan Babacan'ı davet edişi, bütün genç kalecileri olduğu gibi benim de motivemi ve kendimi gösterebilirsem davet alabileceğim beklentilerimi artırmıştı; dolayısıyla bekliyordum. Ayrıca Eskişehirspor'da büyük takımlarda oynamış Serdar Özkan, Sezer Öztürk gibi oyuncular bana "Senin gibi kaleci görmedik" diyerek güven veriyorlardı. Onlara "Ağabey belki erken olabilir" desem de içimden "Ah bir telefon gelse de beni Millî Takım'a çağırsalar" diye geçiriyordum. Bu defa olmasaydı, ben yine çok çalışacak ve ay-yıldızlı kampa gelmek için uğraşacaktım zaten. Ama bir yandan da beklentim vardı açıkçası.
Bizlere yeteneklerinden ve özelliklerinde bahsettin. Ama bunları bize biraz daha teknik olarak açabilir misin? Hocaların hangi özelliklerini daha çok beğeniyor. Millî Takım kadrosuna hangi özelliklerinden dolayı çağrıldığını düşünüyorsun?
İki ayağımı da aynı seviyede kullanabiliyorum. Bu özelliğimi görenler "Biz senin gibi iki ayağını da iyi kullanabilen bir kaleci görmedik" diyor. Mesela Serdar ağabey (Özkan) "Senin gibi bir kaleci olarak sadece Cordoba'yı gördüm ama senin ayakların ondan daha iyi" diyor. Bu sözler de özgüvenimi artırıyor. İki ayağımı kullanmanın dışında sanırım sezgileri de iyi olan bir kaleciyim ve topun nereye düşeceğini çok yaklaşık kestirebiliyorum. Neuer'in dünya futbolunda bir yeri var demiştim ya, o özellikleri ben kendimde geliştirebiliyorum. Yan toplara cesaretle çıkabiliyorum. Kalecinin biraz gözünün kara olması lâzım. Kalecinin korktuğu an, her şeyi kaybettiği andır.
"Şurada biraz eksiğim var, bunun üzerinde daha çok durmalıyım" dediğin noktalar var mı?
Tabiî ki var. 'Ben oldum' dediğiniz zaman bitersiniz zaten. Mesela benim konsantrasyon özelliğimi artırmam lâzım. Örneğin, büyük maçlara çok iyi hazırlanıyorum ama nispeten kolay maçlardaki genel rahatlık havası beni de olumsuz etkileyebiliyor. Oysa her maça aynı konsantrasyonla çıkacak bir noktaya gelmem gerekiyor.
Millî Takım'daki kaleci antrenörün Alper Boğuşlu Hoca, Tolga Zengin, Onur Kıvrak gibi önemli kalecilere ciddi katkılar sağlamış bir isim. Sen de burada onunla çalışma imkânı buldun. Alper Hocanın diğer kaleci antrenörlerinden farkı nedir sence?
Alper Hocayla ilk defa bu kamp sırasında tanıştım. Elbette gıyabında tanıyor ve yaptıklarını biliyordum. Kendisiyle tanışma fırsatı bulduktan sonra dikkatimi en fazla çeken özelliği, inanılmaz disiplini oldu. İşine müthiş bir saygısı var. Yaşına rağmen çok şık ve çok enerjik birisi. Onu görünce kendime "Şimdiye kadar yaptıklarından çok daha fazlasını yapmalısın" diyorum. Alper Hoca antrenmanlar sırasında her şeyin hesabını yapan, inanılmaz detaylara dikkat çeken bir antrenör. Ama bir yandan da kaleciliğin bizim düşündüğümüz kadar zor bir iş olmadığını, sadece her şeyin basitini yapmamız gerektiğini öğretiyor bize. Alper Hocayla çalışmış olmanın benim için büyük bir tecrübe olduğunu söyleyebilirim.
Millî Takım oyuncusu olmak nasıl bir duygu? Burada olmak sana neler hissettiriyor?
Geçen sezon 2. Lig'deydim şimdi ise Millî Takım kampındayım. Bu çok önemli bir şey. Ülkeni temsil ediyorsun. Bir millî maça çıktın mı insanlar seni izleyecek ve üzerinde 80 milyon insanın sorumluğu olacak. Onun için şu salona bile girerken içimden sürekli, 'Sen artık Millî Takım'dasın ve artık daha çok çalışman lâzım' diye geçiriyorum. Artık daha fazla sorumluluğum var. 'Bu ülkenin insanlarına, çevreme, futbola ve kendime daha çok şeyler katmam lâzım' diye düşünüyorum ve bu düşünce altında çalışıyorum."
CİHAN