'Ali Ünal’sızlık üzerine'
Ülkemizin bir Tenkil sürecine girdiğini ilk tespit eden kişi Ali Ünal’dı. AKP’nin 2011 seçim zaferini herkesler alkışlarken, Ali Ünal rollerin kısa zaman içinde değişeceği öngörüsünde bulunuyordu. Haklı çıktı. Sonraki dönemde de Hizmet müntesiplerinin yaşadıklarını, yaşayacaklarının karşısında küçümseyen bir tavırla yazdı ve konuştu hep. Yaşadıklarımız her ne kadar ağır olursa olsun Ali Ünal için söylenecek tek şey vardı: “Daha bu ne ki!”
Olayları Kur’an paradigmasının içinden okumasının verdiği özgüvenle konuşuyordu. Celâlî bir yönü vardı bu okumanın. Ağır geliyordu bana… Anadolu’da dolaştığım günlerde, Ali Ünal’ın benden önce uğramış olduğu mahalleri darmadağın etmiş olduğunu görüyordum. Bir defasında karşısındaki salona “Buradakilerin yüzde yetmişi elenecek.” demişti. Bir başka defasında, “Hadiseler size, şu Hizmet’i tanıdığım güne lanet olsun dedirtecek!” diye okumuştu geleceğimizi… Tâlut’un ordusunun su içmekten imtina imtihanı karşısındaki dökülme oranını aynıyla bizlerin de yaşayacağından bahsediyordu… Geriye “kalîlen minna” — bizden çok az bir kısım — kalacaktı.
Ali Ünal’ın bu celâlî ve celalli okumasına karşı ben hep rahmet ayetleri üzerinden yorumlamaya çalıştım yaşadıklarımızı. Kanaatimce Ali Ünal, yaşadığımız asrı ve bu asrın aktörlerini Kur’an’ın küllî hakikatlerinin, cüz’î birer muhatabı değil, küllî ve aslî muhatapları olarak görüyordu. Bu bakış açısının Hizmet insanlarına atfettiği büyük makam, beraberinde de büyük sorumluluklar ve büyük acılar getiriyordu. Hazreti Kur’an esma-i hüsnanın her birinin azam derecesinden geldiği için, celâlî tecellilerin de en azim ve en dehşetli örneklerini sunar bize. Ama her daim her insan bu tecellilere en şiddetli seviyede muhatap olmaz. Cenab-ı Hakîm Samedaniyetinin aklımız ermez bir maslahatına binaen çile ve muvaffakiyet arasında bir alış veriş ilişkisi kurmuş olabilir. Ama Hazreti Rahman, bizden önceki ümmetlere çok pahalıya verdiği lütufları bizlere daha ucuza da verebilir… Hatta meccanen yarattığı, meccanen yaşattığı gibi meccanen de müttakilere imamlar kılabilir bizleri… Dahası madem büyüklükle çile arasında Nebevî beyanla kurulmuş bir doğru orantı ilişkisi vardır; biz kimiz ki o büyük lütuf ve onun gerektirdiği o büyük çile sırtımıza yüklensin…
Yaşadıklarımıza böyle bakıyor ve elimden geldiğince ümit mesajları vermeye çalışıyordum…
Yaşananlar, her kademede Ali Ünal’ın Kur’an paradigmalı okumasının doğru olduğunu gösterdi. Ülkenin başbakanının “İdam onlara lütuftur. Bir defa ölür kurtulurlar. Onları öyle bir ceza bekliyor ki ölmek için yalvaracaklar,” mealindeki sözleri, Firavun’un iman eden sihirbazlarına yaptığı tehditlere ne kadar da benziyor! Ve “Rabbim Allah’tır dedikleri için onları öldürecek misin?” diyen bir Mü’min-i Âl-i Firavn’ımız da yok…
Amacım Ali Ünal’ın kaleminin susturulduğu bu zamanda Ali Ünal’laşmak ve daha nice nice acıların bizi beklediğinden bahsetmek değil. Ali Ünal, Hizmet’in büyüklüğünün farkında olarak ona yüklenecek vazifenin, ve o vazifenin getireceği çilenin altını çizmiş olabilir; ben ise kendi küçüklüğümün farkında olarak, kollektivitemize yüklenecek vazife ne kadar büyük olursa olsun, sırtlarımıza bizden öncekilere yüklenmiş büyüklükte yüklerin yüklenmeyeceği ümidindeyim. Yine de havf-reca, korku-ümit dengesi açısından Ali Ünal’ın Kur’an paradigmalı okumasının vazgeçilmez olduğuna inanıyorum. Bu anlamda — ama sadece bu anlamda — Ali Ünal’ın susturulması Kur’an’ın susturulmasıdır. Onun boş bıraktığı celâl kürsüsü doldurulmalıdır ki, cemal esintileri, Hizmet müntesiplerini Polyannacı hayallere sürükleme endişesine kapılmaksızın esebilsinler…
Birileri Hud Suresini, Zilzal Suresini, kahır ayetlerini okumalı ki biz de şirazeden çıkma endişesine kapılmaksızın Fetih Suresini, inşirah ayetlerini var gücümüzle haykırabilelim…