15 Temmuz 2016’dan iki gün sonra eşimin, yaklaşık on gün sonra da benim ve çocuklarım için başlayan gaybubet hayatımızın ikinci ayında gelen ilk bayram 11 Eylül 2011 Kurban Bayramı'ydı.
Çocuklarımla beraber iki ayda üç şehir, üç farklı aile yanında geçirdikten sonra gerçeklerle yüzleştiğimiz, çaresizliği sonuna kadar yaşadığımız ilk Kurban Bayramı. Çocuklar uzun zamandır babalarını görememekten, sürekli yer değiştirmekten başkalarının evinde kalmaktan çok yorulmuşlardı. Psikolojileri altüst, birbirleriyle bağırarak konuşmaya başlamalar, ağlama krizleri…
Havalar çok sıcak, benim rahatsızlığım ve 24 saat bir odanın içinden başka bir yere çıkamama, istediğin gibi hareket edememe, yatmak istiyorsun yatamıyorsun, istediğin zaman çayını demleyip içemiyorsun ya da istediğin bir şeyi çıkıp alamıyorsun. Yanında kaldığın ne kadar yakının da olsa…
Kaldığımız ilk ev eşimin bulunduğu şehre çok uzaktı. Telefon kullanmadığı için eşim ile uzun zaman görüşemiyor, hiç dışarı çıkamadığı için konuşamıyorduk. Arada bir tanımadığımız biri arayıp iyi olduğunu haber veriyor, selamını iletiyordu. Çocuklar babası için hem endişeleniyorlar hem de çok özlemişlerdi.
Bir taraftan da okullar açılacaktı. Eğitimleri ne olacaktı? Okullarına devam etmek istiyorlardı ama bunun için eve dönmemiz gerekiyordu eve dönersek benim tutuklanacağımı biliyorlardı. Bu kararsızlık hali de eklenince psikolojimiz iyice kötü oldu. Artık normal şeylerden bile konuşurken gözümüzden yaş geliyordu.
Gülemiyorduk, yemek yerken bir üçüncü lokma boğazımızdan geçmiyordu. Her şeyi yapıyormuş gibi görünüyorduk artık. Hep beraber otururken komik bir şeyler oluyordu, herkes gülüyordu ama ben çocukların yüzüne bakıyordum, aslında gülmüyorlardı, gülüyormuş gibi yapıyorlardı. Her şeyi ‘mış’ gibi yapıyorduk artık. Kaldığımız eve alışmış gibi, uyumuş gibi, doymuş gibi, dinlenmiş gibi…
BAYRAM HEDİYESİ: BABANIN SESİNİ DUYMAK
10 eylül 2016 arefe günü eşimden haber aldığımız bir gün oldu. İlk defa eşimle telefon konuşması yaptık. Çocuklar için bir ümit oldu bu görüşme, bayram öncesi çok güzel bir hediye gibi olmuştu. İnsanın eşinin sesini, çocukların da babasının sesini telefonda duyması bile çok büyük bir nimet ve şükür vesilesiymiş ama farkında değilmişiz. Çocukların konuşmalarına can gelmişti.
Arefe günümüzü dualarla, Kur’an-ı Kerim okuyarak geçirdik ama gene de hepimizin içinde bir sıkıntı vardı. Sessiz sessiz gözlerimizden yaş geliyordu. Benim içim sıkıldıkça sıkılıyor sanki kalbime bir değil birkaç bıçak birden saplanıyordu, bir süre sonra elimde Kur’an-ı Kerim’i tutamaz hale gelmiştim ve sessiz gözyaşlarım tutamadığım hıçkırıklara dönmüştü.
Paramparça bir aile olarak geçireceğimiz ilk bayramdı bu; eşim bir tarafta, annem babam bir tarafta, kardeşlerimiz bir tarafta… Hiç kimseden haber alamadığımız bir bayram… Acaba kardeşim, eniştem tutuklandı mı onlar ne yaptılar, ya tutuklanırlarsa çocukları ne yapar, onlar daha küçük kim bakar onlara gibi bitmek bilmeyen sorular, endişeler sanki beynimi yiyordu. Birer kurşun gibi geliyordu kafama… Her aklımdan geçen soruda ölüp tekrar diriliyordum sanki…
Çocuklarım beni teselli etmekten yorulmuşlardı mübarek arife gününde… Sürekli ağlıyordum, susamıyordum o gece hiç uyumadan elimde tespih sabahlamıştım. Belki de ömrümde ilk defa hiç yerimden kalkmadan sürekli tespih çekip ağlayarak karşıladığım ilk bayram sabahı idi.
11 Eylül 2016 karanlık dönemin ilk bayramı. Kurban bayramı; çok anlamlı idi aslında… Gerçekten nefislerin, eşlerin, anne ve babaların, İsmail aleyhisselam gibi evlatların kurban edildiği ilk bayramdı.
Ev sahibi akrabam kalktı, sonra benim yanıma geldi, hiç uyumadığımı görünce ağlamaya başladı, bugünler geçecek üzülme, sen sağlığına dikkat et diyerek teselli etmeye çalıştı ama öyle değildi… Bir şey vardı kalbimin sıkıntısı geçmiyordu. Herkes bitecek derken nedense ben daha kötü oluyordum.
KİMSENİN BAYRAMLAŞMADIĞI BAYRAM
Sonra çocuklar kalktı, herkes abdestini aldı, bayram namazı vakti idi, giyindiler. Büyük oğlum “Biz namaza gidip gelelim anne sonra bayramlaşırız bize bayram parası verirsin herhalde” diyerek bayram havası vermeye çalıştı, yüzümüzü güldürdü, babasının yerine babalık yapıyordu. Küçük oğlum “Biz bayram namazına gidersek bizi görürler ve yerimizi söylerlerse ne olacak” dedi ve birden bir sessizlik oldu.
Çünkü biz bir gören olur diye hiç evden çıkmıyorduk, hatta kaldığımız ev zemin kat idi dışarıdan bir gören olur diye pencereye yakın bile oturmuyorduk. Çünkü memlekette bir akrabanın evindeydik. Akrabalarımız, bizi tanıyanlar arandığımızı biliyorlardı. Çoğu akrabamız birer fitne memuru gibi nerede birini görsek izini bulsak da şikayet etsek diye iz sürüyorlardı…
Küçük oğlumun pat diye hatırlatmasıyla hepimiz kendimize geldik. Ve bu bayram bizim için normal bir bayram olmayacaktı, hatta aslında zaten bayram değildi ama çocuklar benim için ben çocuklar için bir bayram günü olsun diye kendimizi zorladığımız, bayrammış gibi yaptığımız bir an idi. Büyük oğlumun tabiriyle “hayatımıza normalmiş gibi sonradan monte ettik” dediği anlardan biri…
Bayram namazına ev sahipleri gitti, bizim oğlanlar kaldı. Çok sinirlendiler, büyük oğlum odaya geçti, elini yumruk yapıp duvara vurmuş, eli morarmış uzun süre bizden saklamaya çalıştı. Küçük oğlum sinirle ağlayarak babam nerede, bu nasıl bayram ben eve gitmek istiyorum diye ağlamaya başladı. Kızım eline Kur’an-ı Kerim’i aldı ağlayarak okumaya başladı. Ben yerimden kalkamadım zaten, ağır hastalıklarım vardı, onların da etkisiyle ayağa kalkamadım.
AKRABALARDAN KAÇILAN BAYRAM SABAHI
Kahvaltı hazırlandı, herkes namazdan geldi, ama kimse bayramlaşamadı. Kimse birbirine bayramın mübarek olsun diyemedi. Çünkü ne bayramdı ne de insanı mutlu eden bir gündü. Zorla boğazımızda hıçkırıklarla kahvaltı yaptık. Bir süre sonra teyzenin telefonları çalmaya başladı kuzenler, kardeşler bayram tebrikleri başlamıştı. Bir telefon geldi teyzenin yakın akrabası ama daha önceden çok arayıp sormayan birisiymiş size geliyoruz dediler…
Teyze kızdı ama bir şeyler söyleyemedi, zaten yoldalarmış. Bunlar bizi vatan, haini terörist ilan eden en yakın akrabalarım. Bu telefondan sonra biz hemen hareketlendik, onlar bizi bu evde görürlerse herkese anlatabilirlerdi. Hemen bizi götürebilecek arabası olan kendisi de ihraç bir akrabamızı aradık, onlara gidelim bari diye ama onların evinde de misafirleri varmış, ben arabamla sizi her yere götürürüm ama bizim ev güvenli değil dedi bize…
Eşi tutuklu olan bir akrabamızın daha kapısını çaldık bizi anlar diye… Kendisi memlekette annesinin yanında idi, bize anahtarı vereyim bizim eve gidin, bayramdan sonra bizde gelir beraber kalırız dedi. Öyle sevindik ki herkesin korkudan yüz çevirdiği bir zamanda bize evinin anahtarını veren birinin olması ayrıca evimizin olduğu şehirde olması ve neredeyse aynı mahallede olan bir yerde olması bizi tekrar heyecanlandırdı ve ümitlendirdi, hemen vedalaştık yola çıktık. Zaten iki küçük valizimiz vardı aldık ve çıktık yola.
Üç, dört odalı evlerde oturup taşınırken koca koca vasıtalara sığmayan eşyalarımızın, bir haftalık tatile giderken bile herkese birer bavul olmasına rağmen ya bunu da alacaktım diye homurdandığımız birer hayatımız vardı. Şimdi toplasan bir sepet büyüklüğünde bir bavulumuz vardı ve bütün hayatımız artık onun içindeydi ve bunun hiç önemi yoktu artık. Ne giyeceğimiz, ne yiyeceğimiz hiç aklımıza gelmiyordu. Acıkmasak, ilaç için olmasa hiçbirimizin aklına yemek gelmiyordu, giydiğimiz kıyafetinde bir önemi yoktu.
SÜLALEDEKİ HERKESİN PLAKASINI EZBERE BİLEN BİR AKRABA
11 Eylül 2016 Kurban Bayramının birinci günü öğlene doğru. İnşallah polis denk gelmez diye diye… Yolda bir ara şoför olan akrabamızla konuşurken kız kardeşimi ve eşini sordu. Kardeşimin eşi de sıkıntılı idi. Ben de ağlamaya başladım çünkü kardeşimi en son 15 Temmuz olmadan bir gece önce görmüştüm ve onlarla vedalaşamamıştım. İnşallah enişte tutuklanmaz dedim ve benim ağlamamla konuşma bitmişti.
Abi birden arabayı durdurdu ve kardeşinizin arabasının plakası idi, sanırım şimdi geçtiler dedi. Abide plaka hastalığı gibi bir şey vardı, hemen hemen herkesin sülaledeki arabaların plakalarını bilirdi. Hemen telefonunu açtı aradı, gerçekten onlarmış ve onlara yolda geri dönün dedi. Biz uygun bir yerde, dağlık bir yerdi zaten bekledik, onlar da geri geldiler, kız kardeşim beni görünce bir süre şok geçirdi, tutuldu, konuşamadı adeta, eniştemi yeğenlerimi gördük, sarıldık hasret giderdik ayaküstü.
DAĞ BAŞINDA KARDEŞLERİN BULUŞMASI
Onlar da memlekete gidiyorlarmış. Rabbime o an o kadar şükrettim ki dağ başında, kimsenin görmeyeceği bir yerde beni kardeşimle görüştürdü. Aklımda olan birçok şeyi kardeşime söyledim, eve gidip yapması gerekenleri, anneme söylenecekleri, eğer tutuklanırsam çocuklarımla ilgili birçok şeyi kısa zamanda ona söylemeye çalıştım. Vasiyetimi sözlü olarak sıralıyordum sanki…
Kız kardeşim ağlayarak abla inşallah olmaz, inşallah hemen biter, inşallah bunları kendin yaparsın, çocuklarının başında kendin durursun diye cevaplar veriyordu bana ama ben onu hiç duymadan sanki bir daha evime hiç dönemeyeceğim ve çocuklarımı göremeyecekmiş gibi sıralıyordum isteklerimi… Çok geçmedi zaten bir süre sonra eniştemiz de tutuklandı, kardeşim de üç çocuğuyla hiç akrabası olmayan bir şehirde yalnız kaldı.
İLK DEFA BAŞ BAŞA KALDIK
11 Eylül 2016 Kurban Bayramının birinci günü akşam namazına doğru girdik evimizin olduğu yaşadığımız şehre. Çocukların yüzleri güldü. Her ne kadar yabancı bir eve gitsek de evimize yaklaştık diye. Bizi götüren abi bizi bırakıp geri göndü. Akşam namazlarımızı kıldık, akrabamızın evinde çay koyduk ocağa ve aylar sonra bir evde ilk defa çocuklarla yalnız kalmıştık.
Kızım “Anne ilk defa baş başa kaldık ne güzel değil mi keşke babam da olsaydı” dedi. Hepimiz tekrar eşimi düşünüp sessiz ağlamaya başladık, hem çayımızı yudumlayıp hem de herkes çaktırmadan gözyaşlarını siliyordu. Büyük oğlum “Buna da şükür bakın evimize çok yaklaştık, yalnız bir aile gibi bir aradayız demek ki babam da gelecek, evimize hep beraber gideceğiz” diye bizi toparlamaya çalışıyordu, babasının yerine o kalmıştı evin büyüğü olarak.
Aynı gün yaşadığımız üzüntü, endişe, stres ve sevinç, yolculuk bizi çok yormuştu, çocuklar uyudular erkenden. Ben ise uyuyamıyordum, dilimle eve yaklaştık inşallah her şey güzel olacak diye söylerken kalbim öyle demiyordu bana… Sıkıldıkça sıkılıyor adeta boğuyordu beni. Ağlayarak uyuyakalmışım.
Bayramın ikinci gününün sabahı çocukları üzmemek için söz verdim kendime, ağlamamak için zorla kalktım yerimden, kahvaltı hazırlamaya o kadar zor ayakta duruyorum ki aşırı halsizlikle zar zor hareket edebiliyordum. Ağrılarım vardı gayri ihtiyari çıkarttığım ah sesleriyle uyandı çocuklar, hep birlikte kahvaltımızı yaptık ve bütün gün dualarla, hayaller kurarak birbirimizi güldürmeye çalışarak geçirdik.
ÇOCUKLARIN KARARI: BU KADAR ÇOCUK NASIL ANNE BABASIZ KALIYORSA…
Hep birlikte evde yalnız geçireceğimiz bir gündü bayramın üçüncü günü. Öğleden sonra idi namazları kıldık, çay demledik, çay içerken büyük oğlum “Anne dedi biz kardeşlerimle kendi aramızda konuştuk, bir karar verdik sana söylemek istiyoruz”. İçime bir korku düştü o an, evet dinliyorum bile diyemedim sessiz kaldım. Sonra kızım “Anne biz eve gitme kararı aldık, okullarımıza devam edip eğitimimizi tamamlamak istiyoruz, başkalarının evlerinde kalmaktan çok yorulduk. Böyle giderse biz sana sıkıntı vermekten isyan etmekten korkuyoruz” dedi. “Sen de babamın yanına git biz evde kalırız büyüdük artık başımızın çaresine bakarız” dediler.
Ben olmaz öyle nasıl yalnız kalacaksınız der demez oğlum “Siz hapse girseniz nasıl kalacaksak, bu kadar çocuk annesiz babasız nasıl kalıyorlarsa öyle kalacağız. Hem biz olmadan siz daha rahat hareket edersiniz, biz kararlıyız yarın eve gitmeye karar verdik, zaten birkaç gün sonrada okullar açılıyor” dedi. Ben ağladım ağladım o kadar çok ağladım ki bu çocuklar ne zaman böyle büyüdüler, karar alabiliyorlardı? Bir anne nasıl çocuklarını yalnız başına bırakabilirdi? Anca ölüm ayırırdı beni çocuklarımdan, diri diri mezara girmekti bu karar. Ama çocuklar haklıydı.
O zaman anladım hep merak ettiğim acaba Hz. Musa Aleyhisselam’ın annesi nasıl bıraktı evladını, bir sepetin içine koyup da deniz gibi Nil Nehrine…
Kurban Bayramının son günü ikindi namazından sonra ben arkalarından el salladığımda anladım Musa’nın annesinin neden Kur’an-ı Kerim’de adının geçmediğini. O da gaybubet yaşıyordu, oğlunun yanında bilinmemesi idi belki onu Hz. Musa’nın annesi yapan.
BABASI HAPİSTE BİR ÇOCUĞUN EVİNDE İKİNCİ BAYRAM…
O gün inşallah bir daha böyle bayram yaşamayız, başka bayramlarda hep beraber oluruz diye vedalaşmıştık evlatlarımızla, o gün 14 Mayıs 2016 bayramın 4 günü…
Ama öyle olmadı aradan birkaç ay geçti, benim rahatsızlıklarım arttı, yalnız yaşayamayacak hale gelince eşim bir şekilde risk alarak yanıma geldi. Artık gaybubette çocuklarım gitmiş eşim gelmişti. Buna da şükrederek geçti günlerimiz, 25 Haziran 2017 Ramazan Bayramına kadar. Çocuklardan ayrı 9 ay geçti…
Ve bayram günü onlarla beraber geçirmek için planlar yaparak, inşallah kimsenin gözüne görünmeden çocuklarımız yanımıza gelir ve selametle bayram günlerinde beraber oluruz ümidiyle, dualarla, endişe ve heyecanla geçirdik gaybubette ilk oruçlu günlerimizi ve Ramazan ayını…
Nihayet arife günü akşamı sağ salim geldiler çocuklarımız yanımıza, sevinç, korku ve özlemle birlikte açtık son oruçlarımızı. Beraber uyandık bayram sabahına, bütün aile beraber yaptık kahvaltımızı, eşim, çocuklarım yanımdaydı ama sevinemiyorduk hatta suçlu gibiydik. Çünkü çocuklarla bir araya geldiğimiz evin babası hapisteydi. Onlar babasızdı.
Bizim evimiz yoktu sadece ama uzun zamandan sonra ilk defa aile olarak bir aradaydık ve iki gün geçirecektik aslında mutlu olacağımızı zannetmiştik ama tam tersi oldu. Eşim onların yanında sarılamadı çocuklarına çocuklar da “Baba” diyemedi eşime. Gene de bir arada olduğumuz için şükrettik Rabbime, belki Kurban Bayramı gerçek bayram olur diye sessiz gözyaşlarımızla, dua ve sabır ile zulmeden tarafında olmadığımız için şükürle ama bir o kadar da haksız yere yaşadığımız bu acılardan dolayı beddua ile geçirdik gaybubette ikinci bayramımız olan Ramazan Bayramımızı…
YAKALANMAMA PLANLARI YAPARAK GEÇEN BAYRAMLAR
Ama bitmedi süreç henüz… Üçüncü, dördüncü, beşinci bayramlarımız geçti gaybubette. Hepsinde bayrammış gibi yaptığımız, bir arada olmaktan mutlu olduğumuz ama yakında ayrılacağımızı düşünerek içten içe ağladığımız bayramlarımız geçti. Hepsi farklı yerlerde, farklı ortamlarda.
Bayram günleri ve öncesinde yaşadığımız şeyler hepsi aynıydı: Çocuklarımız korkuyla bin bir farklı planlar kurarak yakalanmadan takip edilmeden gelirler mi endişesi yaşayıp bunu belli etmemeye çalışmak. Sürekli bir terslik olursa düşüncesiyle yatıp kalkmak, sürekli plan değiştirmek ve bunu çocuklara anlatmaya çalışmak. Acaba gelmeseler mi deyip arkasından kalbinizin evlat özlemiyle sızlaması ve amannn… Belki bir şey olmaz artık olursa da ne yapalım kader demek. En azından çocuklarla son kez vakit geçirmiş oluruz diye kendini teselli etmek… Evlat özlemi, onlara sarılmak, öpmek, dokunmak karşıma alıp seyretmenin verdiği duyguları yaşamak için içimize doğan tarifi imkânsız bir bekleyiş. Özlemle onların sevdiği yemekleri yapmak için hazırladığımız liste ve bizim ihtiyaçlarımızı karşılayan arada bir yanımıza gelen abi gelse de listeyi versek diye bekleyişimiz.
Çocuklar gelince bayramda bir şeyler alırız diye elimizdeki paradan kenara koymaya çalışmamız ve ince hesaplar yapmamız. İsyan ederiz korkusuyla dile getiremediğimiz ama haksız yere yaşadığımız bu acıları bize yaşatanlara ve sessiz kalanlara, oh olsun deyip masum çocuklarımızdan intikam alanlara ve korkudan dolayı bizi yalnız bırakan akrabalara, arkadaşlara gizliden bir öfke ile beddua ederek geçirdik bayram günlerini.
Anladık ki herkes hapisten çıkmadan, herkesin sıkıntısı bitmeden, herkes sevdikleriyle beraber olmadan bize bayram yok. Yıl 2019 ve gaybubette geçireceğimiz altıncı bayramı inşallah selametle geçiririz.
İnşallah gaybubette, hapiste, sürgünde, hicret yolculuğunda olan bütün herkesin geçireceği son bayram olsun bu altıncı Ramazan Bayramı ve inşallah üç yıl önce kurban edilen nefislerin, evlatların, eşlerin, anne ve babaların kurbanlarının kabul olduğu gerçek bayramımız olsun 11 Ağustos 2019 da gelecek olan Kurban Bayramı.