MEHMET TAHSİN - TR724.COM
Anayasa Mahkemesi (AYM) 13 Eylül’de Zaman’ın görsel yönetmeni Fevzi Yazıcı’nın başvurusunu görüştü. Geçtiğimiz günlerde yayınlanan kararda Yüksek Mahkeme, 2 yıldan fazla bir zamandır tutuklu bulunan Fevzi Yazıcı’nın ifade özgürlüğünün ihlal iddiasını kabul edilemez buldu. Bu karar AYM’yi yakından takip edenler için pek sürpriz sayılmadı.
Bu yılın başlarında 11 Ocak’ta toplanan AYM, Yazıcı ile aynı suçlamalarla yargılanan gazeteci Mehmet Altan ve Şahin Alpay’ın başvurularını kabul ederek “hak ihlali” kararı vermişti. Ancak AYM kararına rağmen yerel mahkemeler Altan ve Alpay’ı tahliye etmemekte direndi. Yerel mahkemelerin bu tutumu hükümetten tam destek aldı. Dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ AYM kararına sert tepki göstererek mahkemenin sınırı aştığını iddia etti. Tıpkı Can Dündar-Erdem Gül kararı sonrasında, Erdoğan’ın “tanımıyorum ve saygı duymuyorum” demesi gibi…
Bu tür kararların bir bedeli olduğunu düşünen AYM, artık hukukun gereğini yerine getirme yerine iktidarla uyumlu karar vermeyi tercih ediyor. Yüksek Mahkemenin iki üyesinin yasalara aykırı bir şekilde tutuklanıp, üyelikten çıkarılması ve 2 yılı aşkın bir süredir cezaevinde olmaları bir ibret levhası olarak karşılarında durdukça zaten kendilerinden sağlıklı kararlar beklemek abes.
15 Temmuz sonrası yapılan hukuksuz uygulamalara karşı AYM önünde yığılan on binlerce bireysel başvuru, bu nedenle uzun süre mahkeme gündemine girmedi. Bugünlerde tek tük mahkeme gündemine gelen dosyalar hakkında “kabul edilmezlik” kararları verilmeye başladı artık.
AİHM AYM paslaşması
AYM’nin etkili bir hukuk yolu olmadığı gerekçesiyle AİHM kapısını çalan mağdurlar orada da yeterince seslerini duyurabilmiş değiller. Son birkaç yıldır AİHM Türk hükümetini üzmemek için sürekli topu taca atıyor.
Özellikle AİHM ve AYM arasındaki uyum, insan hakları açısından iyiye işaret değil. İnsan hakları hukukçusu Kerem Altıparmak, AİHM-AYM arasındaki etik olmayan bu ilişkinin artık tartışılması gerektiğini söylüyor. Kaboğlu ve Oran kararı için 2 Ekim’de toplanan AİHM, AYM’nin verdiği Oran kararının yayımından sadece 4 gün sonra kararını vermiş. Karar 4 günde çevrilip, yollanıp heyete girmiş olabilir mi? Sanmam.
Şahin Alpay kararında da benzer bir ilişkinin olduğunu görüyoruz. AİHM ne zaman ki Mehmet Altan ve Şahin Alpay’ın başvurularını inceleme kararı aldı, AYM apar topar toplandı ve Şahin Alpay’ın tahliyesinin önünü açan kararı verdi. 16 Mart günü Alpay özgürlüğüne kavuşmuş oldu.
AİHM 28 Şubat 2018’de verdiği kararını 20 Mart 2018’de açıkladı. 20 ay cezaevinde kalan Şahin Alpay, bu tarihten 4 gün önce AYM kararıyla 16 Mart’ta tahliye edilmiş oldu. Böylece hem Türkiye hem AİHM dosta düşmana “bakın Türkiye’de iç hukuk tıkır tıkır işlemekte” mesajı da verilmiş oldu.
AYM’nin Fevzi Yazıcı kararında ne hikmetse daha önce verdiği özgürlükçü kararlardan eser yok. Geçmişte verdiği Can Dündar, Şahin Alpay, Mehmet Altan vb. kararlarda ifade ve basın özgürlüğüne vurgu yapmış, tahliyelerine giden yolu açmıştı. Yazıcı kararında ise ilk tutuklandığı andan itibaren savcılığın akıllara zarar suçlamalarını doğru kabul etmiş.
Burhan Üstün, Serdar Özgüldür, Serruh Kaleli, Hicabi Dursun ve Kadir Özkaya’dan oluşan AYM üyeleri son dönemde verdiği tartışmalı kararlardan birine daha imza attı. Bu kararla Yüksek Mahkeme önünde halen bekleyen çok sayıda gazeteci başvurusunun akıbeti az çok belli oldu.
Bildiğiniz gibi Anayasa Mahkemesi sürecini tamamlamadan AİHM önüne giden davalar da iç hukuk yolları tüketilmediği gerekçesiyle AİHM tarafından reddediliyor. Zaman’ın Ankara temsilcisi Mustafa Ünal’ın AİHM başvurusu bu nedenle reddedilmişti. Fevzi Yazıcı en azından bu aşamayı geçip AİHM önünde hakkını arayabilecek aşamaya gelmiş oldu.
FEVZİ YAZICI’NIN SUÇU NE?
Zaman Gazetesi’nin görsel yönetmeni Fevzi Yazıcı, 27 Temmuz 2016 tarihinde gözaltına alınıp tutuklandığı günden beri cezaevinde. 16 Şubat 2018’de yargılandığı İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından müebbet hapisle cezalandırıldı. 2 Ekim 2018 tarihinde istinaf mahkemesi bu kararı onadı. Dosya şimdi Yargıtay’da.
Yazıcı’ya atfedilen en önemli suçlama, 15 Temmuz darbecilerine subliminal mesaj verdiği iddia edilen “Sükûtun Çığlığı” adlı reklam filminin hazırlanmasında rol alması! İlaveten Zaman Gazetesi’nde çalışmış olması, maaşının Bankasya’ya yatırılması ve sendika üyeliği bu iddiayı destekleyici deliller olarak dosyaya konulmuş.
İstanbul Adliyesi savcıları, 15 Temmuz sonrası başlatılan cadı avında Zaman’ın künyesinde yer alan isimleri suç işleyip işlemediklerine bakmaksızın hepsini toplama kararı aldılar. İlginç olan bu kararın 15 Temmuz’dan 3 gün önce alınmış olması. Savcı Fuzuli Aydoğdu’nun talebi üzerine İstanbul Emniyeti görevlilerinin hazırladığı tutanak Zaman yönetici ve ortaklarının ev adreslerinin darbe girişiminden 3 gün önce tespit edildiğini gösteriyor.
27 Temmuz günü Fevzi’nin gözaltına alındığında “künyeye bakıp almışlar. İfadesini alıp serbest bırakırlar” tepkisini vermiştim. Hayatını tasarıma adamış ve yaptığı işin en iyisi olmayı hak etmiş birini neyle suçlayabilirlerdi ki! Darbeden birkaç gün sonra sosyal medya trollerinin ortaya attığı “reklam filmi üzerinden verilen subliminal mesaj” iddiasını da deli saçması diyerek gülüp geçmiştik.
Maalesef olaylar beklediğimiz gibi gelişmedi. Fevzi Yazıcı tutuklandı ve hapse konuldu. Yapılan bütün itirazlar sulh ceza hakimleri tarafından gerekçesiz bir şekilde reddedildi.
Yaklaşık 9 ay sonra 10 Nisan 2017’de Zaman davasının ilk iddianamesi çıktığında Fevzi’nin adı şüpheliler arasında yoktu. İlk tepkim, ‘madem suçlayacak bir şey bulamadılar, bu adam 9 aydır neden hapiste?’ oldu.
Meğer bir gün daha beklemem lazımmış. 11 Nisan 2017’de Savcı Can Tuncay tarafından hazırlanan iddianameyi görünce deli saçması dediğimiz “subliminal mesaj” iddiasının savcılık tarafından ciddiye alındığını görerek dehşete düştüm.
Savcının senaryosuna göre geçmişte reklam ajansları tarafından hazırlanan Zaman’ın reklam filmleri 2015 Ekim ayında Zaman’ın iç bünyesinde hazırlanmış. Savcı, ifadelerini aldığı iki tanığın beyanlarını çarpıtarak reklam filminin iç bünyede hazırlandığını, buna katkı sunanlardan birinin de Fevzi Yazıcı olduğunu iddia ederek “Anayasal düzeni yıkmak” suçundan ceza almasını sağladı. Tanıkların mahkeme huzurunda dinlenilmesi taleplerini de bu nedenle reddetti. İstinaf aşamasında da aynı şey oldu. Yazıcı’nın avukatı ısrarla tanık dinletmek istemesine rağmen ezberlerinin bozulmasını istemeyen mahkeme heyeti bu talebi reddederek kararını verdi. Bakalım şimdi Yargıtay ne karar verecek.