Cumhurbaşkanı’nın Anayasa’nın kendisine verdiği yetkilerin dışına çıktığını ve yetkilerini kötüye kullandığını öne süren Kaboğlu, “Artık Anayasa’nın öngördüğü yaptırım mekanizmasının Meclis’te gündeme getirilmesinin zamanı geldi. Muhalif vekillere iş düşüyor” dedi.
Sözcü Gazetesin'den Saygı Öztürk'ün haberine göre, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “kabul etseniz de etmezseniz de Türkiye’de yönetim şekli filen değişmiştir” sözlerine tepkiler devam ederken, Anayasa hocası Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, “Tayyip Erdoğan Anayasa dışına çıkmıştır. Bunun için 184 milletvekili tarafından hakkında yaptırım mekanizmasının gündeme getirilmesinin zamanı geldi” dedi.
Cumhurbaşkanının “ben halk tarafından seçildim, dolayısıyla artık benim için Anayasa’nın öngördüğü statü geçerli değildir” demek istediğini belirttiğini kaydeden Prof.Dr. Kaboğlu, parlamenter rejimlerde cumhurbaşkanlarının krallık, parlamento ve halktan geldiğini hatırlattı. Kaboğlu, sorularımızı şöyle cevaplandırdı:
CUMHURBAŞKANI’NI BAĞLAR
“Bizde şöyle bir bilgi yanlışlığı var; sanki cumhurbaşkanı halk tarafından seçilirse rejim farklı olurmuş, parlamenter olmazmış gibi. Bu tamamen yanlış. Komşumuz Bulgaristan’dan Avrupa’nın en kuzeybatısındaki Finlandiya’ya kadar birçok devlette cumhurbaşkanı halk tarafından seçiliyor ama bu devletlerde rejim, parlamenter rejimdir.
Bizde ise tek değişiklik 102. madde ki seçim tarzıdır. Onun dışında kalan bütün maddeler 101, 103, 104, 105 bütün maddeler aynıdır ve Anayasa’nın üstünlüğü maddesi daha başta Cumhurbaşkanlığı’nı bağlamaktadır. Hal böyle iken Cumhurbaşkanı’nın ‘rejim değişikliği oldu’ demesi esasen cezai yaptırımdan önce kendi meşruluğunu sorgulaması anlamına gelir. Yani ‘ben meşruluğumu kaybettim çünkü bu Anayasal düzen geçerli değildir’ şeklinde de yorumlanabilir.
DURUM VAHİMDİR
Bu açıdan bakıldığında durum vahimdir. Ya Anayasal düzen geçerlidir ya da geçerli değildir. Eğer Anayasal düzen geçerliyse ki, Anayasal düzenin yürürlükten kalkması bilindiği gibi bizde ya darbe ile olmuştur veya 1924 Anayasası’nda olduğu gibi bizzat Anayasayı yapan iktidarın yeni Anayasayı koymasıyla olmuştur. Şimdi bunlardan hiçbiri olmadığına göre Anayasa yürürlüktedir. Şu halde bu Anayasa yoluyla seçilen kişinin Anayasa’yı tanımaması zannediyorum hem siyaseten ve hem de hukuken tartışılması ve anlamlandırılması gereken bir konudur.
Cumhurbaşkanı seçim meydanlarında ‘rejim değişikliği için oy verin, 400 milletvekili istiyorum’ dedi. Oyu kimin için istediği belliydi. Aradan bir yıl geçmediği halde 10 ayda yüzde 52'den oy oranı yüzde 41'e indi. Yüzde 11'lik bir oy kaybı siyasal yaptırımdır ve AKP’li 5 milyon seçmen ‘hayır’ dedi. Bu önemli bir siyasal yaptırımdır.
KENDİNİ ANAYASA DIŞI GÖRÜYOR
Cumhurbaşkanının şu anda ciddi bir meşruluk sorunu var. Yani 103. Madde’ye göre yemin etmiş olan kişinin Anayasa’nın üstünlüğü konusunda, hukukun üstünlüğüne bağlı kalacağına dair büyük Türk milleti önünde yemin ediyor, bu konuda namusun ve şerefin üzerine söz veriyor. Bunu diyen kişinin şimdi ‘hayır bu anayasal rejim geçerli değildir’ diyebilmesi esasen kendi meşruluğunu ciddi biçimde gündeme getirmesi anlamına geliyor. Anayasa dışında görüyor kendini. Anayasa hukuku açısından bu durumu ciddi biçimde tartışmalıyız.
Resmi Gazete’de yeni anayasanın yürürlüğe girdiğine dair bir ilan yapılıncaya kadar mevcut Anayasa yürürlükte olduğuna göre demek ki Cumhurbaşkanı’nın sözlerini ciddi biçimde sorgulamak gerekir.
SİVİL DARBE
1 Haziran’da, 83 profesör ‘Cumhurbaşkanı seçimlere gölge düşürüyor’ diye bir bildiri yayınlamıştık. Seçimler öncesi yaptığı konuşmalar Anayasa’nın ihlali anlamına geliyordu. ‘Darbe’ denilince hep askeri darbeler akla gelir. Bugün yaşadığımız Karşılaştırmalı Anayasa Hukuku’nda bu duruma ‘sivil darbe’ denebilir. Şu konuşmalar ant içme maddesine uygun mu değil mi baksınlar. Eğer ‘hayır, namusu ve şerefi üzerine söz vermişti ama şimdi bununla bağlı değil’ diyorlarsa o zaman zaten onlarla ortak bir dil, hukuk dili, hatta hukuk ötesinde ahlak dili de kullanılmıyor demektir.
GÜÇLÜ HİSSETTİĞİ ZAMANLARDA…
7 Haziran seçimlerinden sonra Cumhurbaşkanı bu kadar yüksek sesle bunları dillendirmemişti.Ama ne zamanki koalisyon gerçekleşmedi ve 45 gün de dolmak üzere. O zaman yeniden açıkça bunu dillendirdi. Yani kendini güçlü hissettiği zaman bunu dillendiriyor fakat kendisine siyasal yaptırım uygulandığı 7 Haziran akşamından sonra konuşmadı. Ama şimdi farklı bir eşiğe girmiş, daha rahat konuşuyor.
Şimdi TBMM üye tam sayısının üçte biri olan 184 milletvekilinin gensoru önergesi verip Cumhurbaşkanının 105. maddeyi ihlal ettiğini gündeme getirmesi yeterli. Muhalefet partilerine iş düşüyor ve şimdi bunun tam sırası.
YETKİLERİNİ KÖTÜYE KULLANDIĞINA GÖRE…
Anayasa’nın 105. maddesinin 3'üncü maddesinde belirtilen ‘sorumsuzluk hali’ Anayasa’nın Cumhurbaşkanı için tanımlamış olduğu görev ve yetki alanıdır, kararlarıdır. Ama tanık olduğumuz alan ise Anayasa dışıdır. Cumhurbaşkanı’nın Anayasa’nın kendisine verdiği yetkilerin dışına çıkmasıdır, yetkilerini kötüye kullanmasıdır, Anayasa’yı tanımamasıdır, Anayasa’nın amir hükümleri hilafına, onlara aykırı olan eylem ve söylemde bulunmasıdır. O bakımdan artık Anayasa’nın Madde 105'in öngördüğü yaptırım mekanizmasının en azından TBMM’de gündeme getirilmesinin zamanı gelmiştir.
Bizim seçtiğimiz kişiler, Anayasa’nın bekçiliğini yapmak durumundadır. Bence Anayasa’nın yürürlükten kalkması değil, ‘Anayasa yürürlükten kalktı’ diyen kişinin kendi kendini Anayasa dışına çıkarması söz konusudur.
EMİNAĞAOĞLU: SÖZLERİ DARBE ANLANINDA
Eski YARSAV Başkanrı, eski Cumhuriyet Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu da, Cumhurbaşkanının sözlerini “Anayasaya aykırı biçimde fiilen hükümete el koyduğu ve hükümetin görevlerinin kendisi tarafından yerine getirildiği anlamındadır” dedi. Erdoğan’ın da bunu kendisinin de açıkça ifade etmekten çekinmediğini kaydeden Eminağaoğlu şunları söyledi:
“Erdoğan’ın, yarattığı bu fiili durumun anayasal dayanağa kavuşması isteği, anayasa değişmeden kendisinin başkan gibi hareket etmesinin de ötesinde, anayasayı askıya aldığı, hükümete görev yaptırmadığı, yani hükümete darbe yaptığı anlamındadır. Bu anayasa dışı ve hukuksuz durumun bir an önce ortadan kaldırılması gerekirken, Erdoğan yaptığı bu darbeye anayasal dayanak yaratma düşüncesini ortaya koymuştur ki, demokratik bir hukuk devletinde bu durum asla kabul edilemez.”