Uğur Gürses / ugurgurses.net
“Rating Karteli” neden kuruluyor?
Türkiye sadece hukukta, demokraside değil ekonomide de içine kapanan bir yapıya sürükleniyor. Ekonomi yönetimi krizin yapısal nedenlerini çözmek yerine, semptomlarını göz önünden kaldırmaya, serbest piyasa mekanizmasına ve fiyatlamalara “arka kapı” yöntemleriyle ve “telefon direktifleriyle” müdahale etmeye yönelmişti; şimdi de “ülkeye komünizm gerekiyorsa biz getiririz” kafasıyla Ankara güdümlü bir kredi dereceleme şirketi oluşturuyor. Ama bunun “komünizmle” ilgisi yok, tersine kartel kuruluyor.
Geçen haftaydı haber çıktığında; Bloomberg’in haberine göre, birkaç banka, Borsa yönetimi ve finans sektöründe bulunan birliklerden oluşan bir grup JCR Eurasia adlı yerel kredi dereceleme kuruluşunun çoğunluk hissesini satın almak için harekete geçmişlerdi.
Buna göre; JCR Eurasia adlı yerel rating şirketinin yüzde 82.06’lık çoğunluk hisselerini elinde tutan Orhan Ökmen ve Rafi Karagöl, bu hisseleri 13 milyon dolara satacaklardı.
Uluslararası Japon kredi dereceleme kuruluşu JCR (Japan Credit Rating Agency) ise yüzde 14.95’lik hisselerini tutacaktı.
Bankacılık kulislerinden aldığım bilgiye göre; JCR Japonya’nın yüzde 14.9 hissesi dururken, satın alma sonrası Borsa İstanbul yüzde 18.5’la en büyük hissedar olacak. Bankalarınki hariç üç kurumsal birlik; Türkiye Sermaye Piyasaları Birliği, Türkiye Sigorta Birliği, Finansal Kurumlar Birliği yüzde 6’şar hisse alacaklar. 17 banka ve katılım bankası da yüzde 2.86’lık hisse alarak ortak olacaklar.
Yönetim kurulunun ise 7 üyeden oluşması kararlaştırılmış; 1 koltuk JCR’a, 2 koltuk Borsa ve birliklere, 4 koltuk da bankalara verilecekmiş.
JCR dışındaki olan ve bugünkü mevcut yerli ortaklardan satın alınacak yüzde 85.1’lik hissenin yüzde 20’si kamu bankalarına gidiyor. Yüzde 18.5’i BİST’te olacak; böylece doğrudan yüzde 38.5’luk hisse devletin kontrolünde olacak. Böyle olacak da devlet azınlıkta mı kalacak? Hayır; toplamda yüzde 18’lik hisseleri temsil eden 3 kurumsal birlik de, BDDK ve Sermaye Piyasası Kurulu’nun (SPK) bir dediğini iki edemediğinden “Ankara’nın dudaklarını okuyarak” oy kullanacaklar.
Böylece yüzde 56.5’luk hisseyle, yönetim kurulu Ankara’nın “kaş-göz” alanına girecek biçimde yapılandırılmış.
Zaten uluslararası not geçerliği olmayan yerel bir kredi dereceleme kuruluşu olan JCR Eurasia’nın satın alınmasında da olan bu; bankalar ve birlikler kendilerine ne dendi ise itiraz etmeden yapıyorlar. Bu onadıkları anlamına da gelmiyor; ama çok da severek yapmıyorlar.
Konuştuğum bankacılık çevreleri, ödenecek 13 milyon doları da pahalı buluyor. Ama bunun nasıl belirlendiğini de açıktan sorgulamıyorlar.
Yüzde 82’lik çoğunluk hissesine 13 milyon dolar ödeme planına karşılık, şirketin 2018 yılındaki esas faaliyet karının 1 milyon 547 bin TL (ortalama kurla 321 bin dolar) olduğu görülüyor.
Türkiye’de kurulu ve SPK tarafından kredi dereceleme lisansı verilen yerel şirketlerin sayısı ise 5.
Peki amaç ne?
Türkiye’de kurulu bir kredi dereceleme şirketini satın alacak olan banka, katılım, sigorta, leasing, faktöring, sermaye piyasası kuruluşları ne yapacak?
Bu şirketin vereceği notların uluslararası düzlemde müşterisinin olması zor.
Sadece içeride “işe yarayacak”.
İyi de ne olacak? Zaten bu şirket çalışmıyor muydu? Faal değil miydi?
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak 10 Nisan 2019’da ‘Ulusal kredi derecelendirme şirketi kurulması işlemini bu yıl içinde tamamlayacağız” demişti.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) Başkanı Mehmet Ali Akben de Mart ayında “kredi derecelendirme kuruluşunu bu yıl içinde kurmayı hedeflediklerini” söylemişti.
Peki 6 ay bekledikten sonra neden birdenbire bu “milli rating şirketi” şevki canlanıverdi?
BDDK Başkanı Akben, 6 ay önceki açıklamasında bunun ipuçlarını veriyordu.
Amaç borçlanma maliyetlerini düşürmek, ama asıl bankaların uyguladığı kredi risk ağırlığını aşağı çekerek sermaye ihtiyacını azaltmak.
Akben’in anlatımıyla; “Yapmış olduğumuz çalışmalarda beklenen, milli derecelendirme kuruluşunun vereceği notların kullanımıyla bankaların sermaye gereksiniminde tasarruf sağlayacağı yönündedir”.
Akben’in anlatımında, hedeflenen “milli rating şirketinin” işlevi şu işe yarayacaktı:
“Bankalar, portföylerinde TL borçlanmalarda derecelendirmeden bağımsız risk ağırlığı uygulanabilirken, kurumsal kredi portföyünde TL borçlanmalarda ülkemizde hiçbir kurumsal firmaya yüzde 100’den daha düşük bir risk ağırlığı uygulanmamakta, bu da riskin gerçeğe uygun ölçümünü engellemektedir. Etkin derecelendirme, doğru risk ölçümüyle bankalar sermaye gereksinimlerini daha doğru ve hassas hesaplayabileceklerdir. Yapmış olduğumuz çalışmalarda beklenen, milli derecelendirme kuruluşu vereceği notların kullanımıyla bankaların sermaye gereksiniminde tasarruf sağlayacağı yönündedir.”
Geldiğimiz yer şurası; 7 koltuklu yönetim kurulunda 4 koltuğu olan bankalar, kredi dereceleme şirketine yön verecekler. Hali hazırda kredi riski olan, yani önceden kredi verdikleri ve bilançolarında kredisi duran şirketlere ya da potansiyel şirketlere, onların ihraç ettikleri borçlanma araçlarına kredi notu verecekler. “Tek başına belirleyici değiliz” dense de çıkar çatışması olan bir alana giriyorlar.
Zaten işleyen ve 5 yerel kredi dereceleme kuruluşu varken, bu şekilde bir “örgütlenmeyle” mevcut kredi dereceleme kuruluşunu satın alarak diğer kredi dereceleme kuruluşlarına karşı haksız rekabet oluşturması anlaşılır gibi değil.
Bankalara mevduat, kredi ve kredi kartları alanında anlaşma ve uyum halinde rekabeti ihlal ettikleri için, yani “kartel oluşturdukları” iddiasıyla soruşturma açan Ankara, şimdi kredi dereceleme alanında “kartelin babasını” kuruyor.
Ankara’daki siyasi otorite de hisse yapısı nedeniyle, bu şirketi kontrol ederken, potansiyel olarak kimin kredisini geri ödeyebileceğine, kimin geri ödeyemeyeceğine de müdahil olacak.
Ankara’nın işareti ile zoraki biçimde satın alınacak olan bu yerel kredi dereceleme kuruluşunun uluslararası bir kabul görülür hali yok ve bu hali de olmayacak.
Sadece yerel çapta, belki birkaç ilave düzenleme ile BDDK Başkanının anlattığı gibi bankaların sermaye yeterlik oranı birden yükselecek; bunu da “TL kredileri yüzde 100 riskli varlık olarak tanımlıyorduk, bunu düzelttik” diyerek açıklayacaklar.
Ancak buna rağmen yabancı kreditörlerin kafasını karıştırmaktan başka bir işe yaramayacak. Belki de batık kredi sorununda durumu daha da “hafifletme” olarak görülecek.
Son kez soralım; mevcut hisseleri Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına ait bu şirket zaten çalışmıyor muydu? Bu şirketi devletçe oluşturulan kartel alınca hangi amaca ulaşılacak?