İşte Murat Sabuncu'nun o yazısı
Arçelik ‘ekmek bulamıyorsanız tandır yiyin’ mi diyor?
Bir ülke tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birini yaşıyorsa… Yoksulluk en çok çocukları vuruyorsa… O ülkenin 66 yıllık markası… Hem de bir çocuk oyuncu kullanarak… Ağızda dağılan et, suyu şelale olan antrikotlu reklam yapamaz…
Memleketlerin…
Kimi zamanları vardır…
Zor zamanları…
Daha farklı yaşarsınız hayatınızı…
Başkasının ulaşamayacaklarına ulaşıyorsunuzdur…
Ama başkasının hayatına saygı gereği ulaştıklarınızı sergilemekten geri durursunuz…
Hatta…
Çok ses etmeden dayanışırsınız…
Geride bırakmamak için kimseyi…
Az ya da çok tutarsınız hayatın bir yerinden…
Bu birey için de geçerlidir ‘uzayda yaşamıyorsa’ eğer memleketin markaları için de…
Üstelik kimi markalar vardır…
Eskidir, köklüdür…
Zamanın bir yerinde mutlaka hayatınıza dokunmuştur…
Çorbanızı pişiren ocaktır, suyunuzu soğutan dolaptır, çamaşırınızı yıkayan makinedir…
Hayatın içindedir yani…
Bir yandan topluma; ‘satmak’ ve ‘kârdır’ amacı ama…
Bir yandan da 66 yıllık markaysa, ‘sadece satmaz’, içinde var olduğu toplumu ‘izler, takip eder, anlar, anlamlandırır, ona göre aksiyon alır’…
Bu yazıyı seyrettiğim bir reklam filminden sonra yazıyorum…
Arçelik’in ‘gurmecik’ adını verdiği bir seri bu…
Bir dostlarına misafirliğe giden aileye ‘ne içersiniz, çay- kahve?’ sorusuna, ailenin çocuğunun ‘ben bir tandır alayım’ demesiyle başlıyor hikâye…
Çocuk görüntüler eşliğinde anlatıyor:
"Ama öyle bir tandır istiyorum ki ağzıma attığımda o etler pamuk gibi dağılsın, dilimin ucunda başka bir tat, arkasında bambaşka bir tat bıraksın, yumuşacık etler ağzımın içinde aromasıyla dans etsin. Kıvamı o kadar iyi olsun ki bir ısırık aldığımda ikincisi için sabırsızlanayım."
Tam bitti diyorsunuz, metin yazarı bitmedi diyor ve çocuk oyuncu devam ediyor anlatmaya:
"Ya da güzel bir antrikot… ama nasıl bir antrikot biliyor musunuz, çok iyi mühürlenmiş. Öyle iyi mühürlenmiş ki etin tüm suyu içinde kalsın bıçağı ete batırdığımda o bir su şelale gibi etin içinden ağzıma dağılsın… "
Bakın…
Bir ülkenin yüzde 40’ı asgari ücretle, 2820 TL ile geçiniyorsa…
Bir ülke tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birini yaşıyorsa…
Bir ülkede halkın çoğunluğu yoksulluk ile mücadele etmeye çabalıyorsa…
Ekmeği 1 TL ucuza satın alabilmek için uzun ekmek kuyruklarında bekliyorsa…
Bırakın et almayı, çorba kaynatırken zorlanıyorsa…
Yoksulluk en çok çocukları vuruyorsa…
O ülkenin 66 yıllık markası…
Hem de bir çocuk oyuncu kullanarak…
Ağızda dağılan et, suyu şelale olan antrikotlu reklam yapamaz…
Yaparsa toplumdan kopmuş, kendi dünyasında ‘satma’ merkezli bir iş yapıyor diye düşünülür…
Özellikle İstanbul’da, alanda yaptığı yoksulluk çalışmalarıyla bilinen Derin Yoksulluk Ağı’ndan Hacer Foggo’ya bu reklam için ne düşündüğünü sordum. Şunları söyledi:
"Gerçekten başka bir dünyada yaşıyorlar, ben destek verdiğimiz ailelerin bu reklamı izlerken hallerini düşünemiyorum. Herhalde çocuklar izlemesin diye kapatıyorlardır. Bırakın et almayı ekmek, sıvı yağ almak için mücadele ediyorlar. Özellikle reklamda çocuk oyuncu olması aynı zamanda yoksul çocukların travmasını da derinleştirecek bir biçimde kullanılmasıyla da vahim. Gerçeklik duygusu yok tamamen hayatın gerçeğinden kopuk bir reklam."
Toplumların içinden geçtikleri kimi zor zamanlar vardır…
O zamanlarda kişilerin-markaların yaptıkları unutulmaz…
Bu yazıyı yazarken kimilerinin bu eleştirilere ‘popülizm’ diyeceğini kimilerinin ‘zaten vahşi kapitalizm hep böyleydi yeni mi fark ettin’ diye konuşacaklarını biliyorum.
Çok da umurumda değil…
Hissettiklerimi yazdım…
Bir ülke tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birini yaşıyorsa… Yoksulluk en çok çocukları vuruyorsa… O ülkenin 66 yıllık markası… Hem de bir çocuk oyuncu kullanarak… Ağızda dağılan et, suyu şelale olan antrikotlu reklam yapamaz…
Memleketlerin…
Kimi zamanları vardır…
Zor zamanları…
Daha farklı yaşarsınız hayatınızı…
Başkasının ulaşamayacaklarına ulaşıyorsunuzdur…
Ama başkasının hayatına saygı gereği ulaştıklarınızı sergilemekten geri durursunuz…
Hatta…
Çok ses etmeden dayanışırsınız…
Geride bırakmamak için kimseyi…
Az ya da çok tutarsınız hayatın bir yerinden…
Bu birey için de geçerlidir ‘uzayda yaşamıyorsa’ eğer memleketin markaları için de…
Üstelik kimi markalar vardır…
Eskidir, köklüdür…
Zamanın bir yerinde mutlaka hayatınıza dokunmuştur…
Çorbanızı pişiren ocaktır, suyunuzu soğutan dolaptır, çamaşırınızı yıkayan makinedir…
Hayatın içindedir yani…
Bir yandan topluma; ‘satmak’ ve ‘kârdır’ amacı ama…
Bir yandan da 66 yıllık markaysa, ‘sadece satmaz’, içinde var olduğu toplumu ‘izler, takip eder, anlar, anlamlandırır, ona göre aksiyon alır’…
Bu yazıyı seyrettiğim bir reklam filminden sonra yazıyorum…
Arçelik’in ‘gurmecik’ adını verdiği bir seri bu…
Bir dostlarına misafirliğe giden aileye ‘ne içersiniz, çay- kahve?’ sorusuna, ailenin çocuğunun ‘ben bir tandır alayım’ demesiyle başlıyor hikâye…
Çocuk görüntüler eşliğinde anlatıyor:
"Ama öyle bir tandır istiyorum ki ağzıma attığımda o etler pamuk gibi dağılsın, dilimin ucunda başka bir tat, arkasında bambaşka bir tat bıraksın, yumuşacık etler ağzımın içinde aromasıyla dans etsin. Kıvamı o kadar iyi olsun ki bir ısırık aldığımda ikincisi için sabırsızlanayım."
Tam bitti diyorsunuz, metin yazarı bitmedi diyor ve çocuk oyuncu devam ediyor anlatmaya:
"Ya da güzel bir antrikot… ama nasıl bir antrikot biliyor musunuz, çok iyi mühürlenmiş. Öyle iyi mühürlenmiş ki etin tüm suyu içinde kalsın bıçağı ete batırdığımda o bir su şelale gibi etin içinden ağzıma dağılsın… "
Bakın…
Bir ülkenin yüzde 40’ı asgari ücretle, 2820 TL ile geçiniyorsa…
Bir ülke tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birini yaşıyorsa…
Bir ülkede halkın çoğunluğu yoksulluk ile mücadele etmeye çabalıyorsa…
Ekmeği 1 TL ucuza satın alabilmek için uzun ekmek kuyruklarında bekliyorsa…
Bırakın et almayı, çorba kaynatırken zorlanıyorsa…
Yoksulluk en çok çocukları vuruyorsa…
O ülkenin 66 yıllık markası…
Hem de bir çocuk oyuncu kullanarak…
Ağızda dağılan et, suyu şelale olan antrikotlu reklam yapamaz…
Yaparsa toplumdan kopmuş, kendi dünyasında ‘satma’ merkezli bir iş yapıyor diye düşünülür…
Özellikle İstanbul’da, alanda yaptığı yoksulluk çalışmalarıyla bilinen Derin Yoksulluk Ağı’ndan Hacer Foggo’ya bu reklam için ne düşündüğünü sordum. Şunları söyledi:
"Gerçekten başka bir dünyada yaşıyorlar, ben destek verdiğimiz ailelerin bu reklamı izlerken hallerini düşünemiyorum. Herhalde çocuklar izlemesin diye kapatıyorlardır. Bırakın et almayı ekmek, sıvı yağ almak için mücadele ediyorlar. Özellikle reklamda çocuk oyuncu olması aynı zamanda yoksul çocukların travmasını da derinleştirecek bir biçimde kullanılmasıyla da vahim. Gerçeklik duygusu yok tamamen hayatın gerçeğinden kopuk bir reklam."
Toplumların içinden geçtikleri kimi zor zamanlar vardır…
O zamanlarda kişilerin-markaların yaptıkları unutulmaz…
Bu yazıyı yazarken kimilerinin bu eleştirilere ‘popülizm’ diyeceğini kimilerinin ‘zaten vahşi kapitalizm hep böyleydi yeni mi fark ettin’ diye konuşacaklarını biliyorum.
Çok da umurumda değil…
Hissettiklerimi yazdım…