İşte Altıparmak'ın o yazısı
Ben İnsan Haklarının İhlal Edilip Edilmediğini Hans’a ve George’a Sormak İstiyorum!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, idam cezasıyla ilgili 2 gün önce yaptığı değerlendirmesinde “Bununla ilgili kararı Batı veremez, bu kararı biz veririz. Dolayısıyla George şöyle demiş, Hans böyle demiş, onlar bizi ilgilendirmiyor. Allah ne demiş? Bizi o ilgilendiriyor” dedi.
Öncelikle ben baştan oyumu söyleyeyim; beni Hans ve George’un ne dediği çok ilgilendiriyor ama idam cezasıyla ilgili olarak değil genel olarak insan haklarıyla ilgili olarak. Yoksa idam cezasıyla ilgili pozisyonum çok daha net: Hans ve George asın dese de ben karşıyım. İdam cezası, hiçbir koşulda kabul edilemez, edilmemelidir.
Hans ve George meselesini ise idam cezasına sıkıştırarak tartışmak kadar büyük bir hata olamaz. Konuyu daha genişleterek sormak zorundayız: İnsan haklarımızın korunmasına Hans’a ve George’a soralım mı sormayalım mı? İfade özgürlüğünü, basın özgürlüğünü, örgütlenme özgürlüğünü, mülkiyet hakkını Hans ve George’a soracak mıyız sormayacak mıyız?
Sorunun doğru şeklinin idamı değil insan haklarını Hans ve George’a sorma olduğunu teknik olarak açıklayayım. Tabii aşağıda görüleceği gibi aslında Hans ve George’un sokakta dolaşan iki yabancı değil aslında tepesinde AİHM’in bulunduğu bir insan hakları mekanizması olduğunu akılda tutarak.
İdam Cezası: İnsan Haklarında Yolun Sonu
Günlerdir idam cezası ile ilgili olarak AB’nin ne diyeceği konuşuluyor. Bir sürü hak ihlaline kırmızı çizgi demeyen AB’nin buna kırmızı çizgi demesinden bahsediliyor. AB’nin son dönemdeki kaypak siyasetinin çizgi falan bırakmadığını düşündüğüm için bu açıklamaları ne kadar ciddiye almalıyız bilemiyorum. Ama teknik olarak bildiğim bir şey var: Türkiye idam cezasını geri getirirse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi sisteminde kalamaz ve dolayısıyla Avrupa Konseyi’nden de çıkması gerekir.
Türkiye, ölüm cezasını yasaklayan 6 (2003) ve 13. Protokollere (2006), hem de Hans’a ve George’a sormayız diyen AKP iktidarı zamanında taraf oldu. Her iki Protokol de, hem askıya almayı hem de çekince koymayı yasaklıyor. Yani bu Protokollere taraf olduğunuzda olağanüstü hal de ilan etseniz idam cezası uygulayamıyorsunuz ya da belli durumlarda uygulanmasına dair çekince koyamıyorsunuz. Yine her iki Protokoldeki hükümlere göre bu Protokollere taraf olduğunuzda Protokolde korunan haklar Sözleşme’nin bir parçası haline geliyor. İfade özgürlüğünden çıktım diyemeyeceğiniz gibi ölüm cezası yasağından da çıkamıyorsunuz yani.
Ama daha önemli başka bir husus var. Bu Protokollerin feshedilmesine ilişkin bir hüküm yok Protokollerde. Bu anlamda bir çeşit Katolik nikahı. Kabul ettiğiniz anda çıkamıyorsunuz.
Sözleşme’nin ana metni de, “seç-beğen-al” tarzı bir korumaya müsaade etmiyor. Yani Sözleşme’nin şu kadarıyla bağlı kalayım, bu kadarıyla bağlı kalmayayım diye bir olasılık yok. Eğer yasak yoksa –ki ölüm cezasında var- Sözleşme’nin 57. maddesine göre taraf olurken çekince koyabilirsiniz. Bir de olağanüstü hal ilan ettiğinizde yine yasak yoksa –ki ölüm cezasında var- geçici süreliğine hakları sınırlandırma konusunda daha geniş yetki kullanabilirsiniz. Bunun dışında, Sözleşmedeki bir hakkı askıya almak veya genel bir sınır getirmek mümkün değil. Bir başka deyişle 6. ve 13. Protokollerdeki mutlak kuralın hiçbir istisnası yok.
Bu durumda, ölüm cezasını geri getiren bir taraf Devletin önünde sadece bir tek yol var. O da Sözleşme’nin tamamından çıkmak. AİHS’in 58. maddesine göre bu mümkün. Bu durumda, sorunun açık ve net olarak ortaya konması gerekir. İdam cezası yasağından değil, tüm Sözleşme sisteminden çıkmak istiyor musunuz, istemiyor musunuz?
Bir başka deyişle, idam cezası geldiğinde AİHS’ten çıkmaktan başka bir alternatif mevcut değil.
Hans ve George
Şimdi bu Hans ve George meselesine dönelim. 1991’den beri Türkiye AİHM’in zorunlu yargı yetkisini tanıyor. Ülkede, zaman zaman mevcut hükümetin de gururla savunduğu temel hakların ilerlemesine ilişkin tüm gelişmeler AİHM kararlarıyla, yani Hans ve George’a sorarak gerçekleşti. Örnekleri saymakla bitmez. Şimdi idam cezası geri geldiğinde sadece idam konusunu değil hiçbir hakkınızı AİHM’e soramayacaksınız. İfade özgürlüğünü de, mülkiyet hakkını da, din ve vicdan özgürlüğünü de, adil yargılanmayı da haksız tutuklamayı da.
Ona soramadığınız zaman kime soracaksınız peki? Hamasi edebiyatla Ahmet’le Mehmet’e denebilir tabii ki. Ama hangi Ahmet’le Mehmet? 3500’ü daha dün terörist olduğu için HSYK tarafından yargı sisteminden ihraç edilenlere mi? Yoksa OHAL’de ben elim kolum bağlı, ben yargı denetimi yapamam diyene mi?
Sağolun ama ben almayayım. Ben haklarım ihlal edildiğinde Hans’a ve George’a sormaya devam etmek istiyorum. Soramadığım zaman başımıza gelecek felaketleri görecek kadar bir öngörüm var.