M. ERTUĞRUL İNCEKUL
Ahlak; ötekine nasıl davrandığındır.
Bir toplumun büyüklüğünün ölçüsü ötekileştirilenlere nasıl davrandığıyla ölçülür. Papa Francis
Öteki Problemi ve Kolonyalizm
Avrupa'nın aydınlanma tarihi “öteki” ve biz üzerine kurulmuştur. Öteki anlayışı 15. Yüzyıldan itibaren kolonyalizmle başlamıştır. Kendinden olmayan kültürleri sömürme ve kendine katma, benzetme çabası günümüze kadar gelmiştir.Bugün kullanılan anlamda Oryantalizm-Şarkiyatçılık(Doğubilimi) çalışmaları, başlangıçta Doğu ve İslam dünyasını keşfetme amaçlı akademik bir disiplin olarak ortaya çıksa da, zamanla bu araştırmaların objektiflikten uzaklaştığı ve kurgular üzerinden yürüdüğü görülmüştür. Düşmanlaştırma, ötekileştirme ağır basmıştır. Böylece Doğu’yu bilme amacını aşan, Doğu’yu senarize etme ve bir “hayali doğu” kurgu süreci başlamıştır. Bunu yaparken Batılı bilinçli bir şekilde kendi iktidarı üzerinden Doğu’yu ötekileştirmiş ve Doğu öteki olarak olumsuz tanımlamalara maruz kalmıştır. Bu aşamadan itibaren Oryantalizm çalışmalarına ve Oryantalistlere bakış açısı olumsuz imaj kazanmış ve Oryantalizme yönelik eleştiriler gündemde yerini almıştır. Filistin doğumlu Edward Said bir anlamda Oryantalizmi deşifre eden aydın olarak da tanımlanabilir. 1978 yılında yazdığı Oryantalizm kitabını Amerika'da basacak yayınevi bulamamıştır. Oryantalizm sömürgeciliğin etkisinden kurtulamadı. Bu yüzden doğu batı köprüsü tam anlamıyla kurulamadı,günümüzdeki kutuplaşan dünyanın ve multilateral yapıların ortaya çıkmasının sebeplerinden birisi olarak ele alınabilir.
Doğu toplumlarının da anlaması gereken Batıya düşman olmak değil, Batı’nın araştırma ruhu, bilim, hukuk,şehircilik, çevre bilinci gibi yönlerini örnek almak olmalıdır. Kendi kimliğini koruyamayan ve teknolojiyi kendi üretemeyen toplumlar tüketimin bir parçası olmaktan kurtulamaz, ayakta durmaları güçtür. Hem ruhumuza hem ilim ve teknolojiye sahip olmalıyız.
Goethe “Doğu, Batı, kuzey… Allah’ındır, adildir.” Diyor. Evrensel ve bütüncül bir yaklaşım ortaya koyuyor. İnsana yakışan, aydına yakışan da bu değil midir zaten?
Modernitenin bugünü
Modernite (Hegelci mantıkta) erdemi değil etiği öne çıkarır. Etik günlük hayata ait normları düzenler. Modernlik ahlakı değil, etiği vurgular. Tam da bu sebepten modernite yerini postmodernizme bırakmıştır. Ahlak, mana, metafizik arayışı sürmektedir. Postmodernizmin de dayandığı referanslar sağlam olmadığı için sürrealizmin kaos dolu dünyası da yine insana beklediği mutluluğu ve anlamı verememiştir.
Günümüzde medeniyet çok ilerledi. Dev AVM'ler, devlet bütçelerinden büyük bütçeli dev holdingler, dev fabrikalar, üretim merkezleri, iklimleri içinde hissetmediğiniz konforda akıllı evler, arabalar, dünyayı elinizin altına getiren iletişim araçları, yapay zekanın sunduğu imkanlar yani özetle insanın zafer yılları olması gerekiyor ama öyle mi gerçekten? Muhammed İkbal'in o çok yerinde tasviriyle, "tabiatın leşine üşüşen ve her biri bir et parçasını kapıp kaçan bir akbaba sürüsüne benzeyen" tabiî bilimler, artan suni ihtiyaçları karşılamak için geliştikçe gelişmiş, fakat insan, bir otu, sineğin kanadını, tek bir canlı hücreyi bile yapamayacak acziyette olduğunu idrak edememiştir.
“Başıboş uzay boşluğunda yaşıyoruz işte” diyenlerin sayısı ya da modernizmin peygamber yerine koyduğu figürler az değildir, futbolcular, pop starlar,Youtuberlar vb. Maddecilik ve ferdiyetçilik, bireycilik anlayışı değişmezse Avrupa zamanla etnografik bir müze haline dönüşebilir.
Hilmi Yavuz'un tespitiyle “Modernleşmenin yolu Batılılaşmadan geçmiyor. Modernleşme önce kendimizi anlamadan sonra da gelenek ile bağlar kurarak kendimizi yeniden inşadan geçiyor.”
İki Avrupa
Bediüzzaman'ın Avrupa ile ilgili hala güncel olan şu tesbitlerini hatırlayalım; Yanlış anlaşılmasın, Avrupa ikidir: Birisi, İsevilik din-i hakikisinden aldığı feyizle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nafi sanatları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden birinci Avrupa…"
"(Diğeri), felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiatını mehasin zannederek beşeri sefahate ve dalalete sevk eden bozulmuş ikinci Avrupa…" (Lem'alar, On Yedinci Lem’a, Beşinci Nota.)
Birinci Avrupa teknoloji, bilim, araştırma heyecanı, hukuk, demokrasi yönüyle çok kıymetlidir. Erich Fromm, Çağımızın Özgürlük Sorunu kitabında “Batı Dünyası ise ümit ve inancını yitirmiştir; fakat korkarım ki, bu gerçeği saklayarak kendini aldatmaktadır” diyor. Yani yeniden insana ait projeler üretme, insana inanma çok öne çıkıyor. Ötekileştirerek, göçmenlere ırkçı politikalar uygulayarak, radikal çözümlerle, sadece yasaklarla ne göçün önünü alabilir ne de ihtiyacı olan insan problemini çözebilir. Bilimin bir noktada tıkandığını ve ancak metafizik olarak izah edilebilecek, bir Yaratıcı güç sahibine vermesi gerektiğini anladığı günden beri aslında Batı'nın arayışı sürüyor. Ama neylersiniz ki bu arayışına cevap verecek Müslümanların ekserisi hem hakikatten, hem de bu donanımdan, ufuktan mahrumlar. Başkalaşanlar her türlü başkalaşıyorlar. Deformasyon ve başkalaşma marazına karşı ilahi kitabımız şöyle uyarıda bulunuyor: “Bir millet kendilerinde bulunan güzel ahlâk ve meziyetleri değiştirmedikçe Allah da onlara verdiği nimeti, güzel durumu değiştirmez.” (Enfal, 8/53); “Bir toplum özündeki güzellikleri değiştirmedikçe, Allah Teâlâ da onlara lütuf buyurduğu nimetlerini ve iyi hali tağyir etmez.” (Ra’d, 13/11)
İnsanın kendi değerlerinden tiksinti duyacak kadar başkalaşması, fikir sapmaları, Müslümanın kiliselere özenip o şekilde ibadet edeyim diye düşünmesi, İslamiyet sadece Arapların dinidir, Tanrı kainatı yaratıp kendi haline bırakmış diye inanması, hesap gününe olan inancını yitirmesi bu tür fikir ve şahsiyet kaymalarına, bambaşka birisi haline gelişine örnek olarak verilebilir.
İslam'da Öteki kavramı
İslam'da ortak peygamberler ve vahiyden gelen bir ortaklık vurgusu vardır. Kur'an-ı Kerim evrensel ortak mesaja ve ortak diyaloga çağrı yapar. Ötekileştirmeyi Peygamber Efendimiz'in hayatına baktığımızda görmek çok zordur. Hep ortak değerler etrafında, barış içinde yaşama gayreti vardır. Başka inanç ve anlayışlara saygıyı adeta hayatının bir motifi haline getirmiştir. Ötekileştirmeden hep uzak durmuştur. Ebu Cehil gibi kendisine her seferde kötülük yapan birisinin ayağına bile elli defa gitti desek mübalağa olmaz herhalde, toplumun her kesimi ile ortak paydalar ve konsensuslar bulma çabası oldu.
Fethullah Gülen'in getirdiği diyalog anlayışında da dinler arası diyalog, dünyada barış ve adaletin tesisi hep ön plana çıkar. Eserlerinde ‘öteki’ kelimesini diğerlerini tanımlayan anlamında tek başına kullanmaz, “öteki dedikleri”, “öteki saydıkları” gibi kullanır. İslami referansları esas alarak dünya çapında bir diyalog çerçevesi oluşturmuştur. Gülen'in düşünce merkezinde insanın konumuna saygı esası vardır. 1998 Papa 2.Jean-Paul ziyareti de bu eksende okunabilir.
İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik arasında öngörülen bu diyalog inançlar arasında diyaloğun ana ayaklarını oluşturacaktır. “De ki: “Ey Ehl-i Kitap ! Bizimle sizin aramızda birleşeceğiniz, müşterek ve adil şu sözde karar kılalım: ‘Allah'tan başkasına ibadet etmeyelim. O'na hiç bir şeyi şerik koşmayalım, kimimiz kimimizi Allah'ın yanında rab edinmesin.’ Eğer bu daveti reddederlerse: ‘Bizim, Allah'ın emirlerine itaat eden müminler olduğumuza şahid olun.’ deyin. Âl-i İmrân 3/64. Ehl-i Kitap ifadesi Kur'an'da 24 yerde Musevi ve Hristiyanlara hitaben geçer. Yine Ankebut süresinde 29/46 “ Zulmedenleri hariç, Ehl-i Kitap ile en güzel olan şeklin dışında bir tarzda mücadele etmeyin” buyrulur. Bu kapsamda 1965 yılında yayınlanan Nostra Aetate önemli bir Vatikan bildirgesidir. Özellikle Müslümanlarla diyalog, hoşgörü, birlikte barış içinde yaşamayı teşvik eder.
Michel Foucault özünde insanlık ve sevgi olan kaynaklara yönelmeyi tavsiye eden bakışı, kaybettiklerimizi yine nerede bulacağımızı işaret eden tespiti çok isabetlidir, “Garp için Şark, kendisinin olmadığı her şeydir, oysa şark, kendi kökenindeki hakikati arayıp bulmak zorundadır.”
Sesli versiyonu için : https://open.spotify.com/episode/4xwCH5tea8yGDQxaR7fyXp?si=WTXHV259TPuWDxQe83ZCoA