KADİR GÜRCAN
Ardı arkası kesilmeyen zam fırtınaları karşısında havuz medyası da çaresiz. Dolar kurunun benzin ibresi gibi her dakika artmasına bir şey yapamadıkları için onu es geçiyorlar. Haftada bir kaç kez benzine yapılan zammı haberleştirmeleri de pek manidar; “Bu gece depoları doldurun, yarın benzine kallavi zam var!” Yani deponuzdaki yakıt ile gidebildiğiniz yere kadar gidin! Dönüşte şansınız yaver giderse belediye otobüsü ile aksi halde tabana kuvvet yaya kalırsınız! Güzel değil mi?
Türkiye'nin ekonomik sıkıntılarını iç kaynaklarla aşmanın imkansız olduğunu sonunda Saray ve hükümet de anlamış oldu. Son on beş gündür bir taraftan Ortadoğu, diğer taraftan NATO münasebetiyle Avrupa'ya yapılan resmi gezilerin birinci önceliği ekonomik çöküşe zaman kazandıracak dış kaynak arama refleksinden kaynaklanıyor. Çöküşün bu kadar kati olduğu artık bir kehanet değil. Eh, elden gelen ile öğün olmayacağını anlamakta biraz geç kaldılar.
Bir kaç haftaya sıkıştırılan yoğun gezi trafiğinde Avrupa'ya ayrılan vakit ve gösterilen itinayı ıskalamayalım ki, pusulasını kaybeden hükümetin düştüğü halleri teşhiste hislerimize mağlup olmayalım. İki “sefer” arasındaki farkı şuradan anlayın ki, Suud ve Azarbeyca'na yapılan gezi haberleri Kapıkule Sınır Kapısı’nı aşamadı. Ruh ikizi devlet başkanlarının bir araya gelmeleri dünya medyasının dikkatini çekmiyor. Ajandalardaki meseleler çok kompleks değil.
Ortadoğu'dan gelen yardımların garip bir serencamesi var. Zamanında beş yüz milyon dolar olduğu iddia edilip oldubittiye getirilen uçan saraya acaba ne oldu? Suud'dan geldiği söylenen beş milyar doların nasıl kullanıldığı konusunu gündeme getirmek muhtemelen devlet güvenlik mahkemesinde yargılanma sebebi sayılabilir. Hovarda savurganlığını hatırlatan Saray'ın örtülü bütçesi, devlet sırrı gibi saklanıyor ya!
Ekonomiden sorumlu bakan ve MB Başkanı hanımefendi, Ortadoğu'ya borç için mi yoksa, yine bağış ya da hibe için mi gidecekleri konusunda bir açıklamada bulunmadılar. Ne şekilde olursa olsun, eli boş dönmemeleri gerekiyor. Nasıl olsa iktidar İslam ülkelerinden aldıklarını payitahta gönderilen hediyeler ya da öşür olarak anlıyor. Ya da aldıklarını “buldum” zannedip, ödeme takvimi ile alakalı önemsiz (!) detaylar üzerinde durmuyor. Buna rağmen, ekonomide oluşan ve bir türlü kapanmak bilmeyen kara deliğe yeni çare bulmakta ne kadar zorlandıklarını görüyoruz.
İsveç'in NATO'ya üye olması konusunda Türkiye'nin ayak diremesi iki ülke arasında tam bir Rus Ruleti'ne dönüşmüştü. Ne yalan söyleyelim, son bir kaç aydır İsveç merkezli yeni bir Batı Seferi (!)'ne uyanacağımız endişesini bir türlü aşamamıştık. Hem de öyle böyle bir sefer de değil. Yüzyıllar öncesinde kalmış Haçlı Seferleri'nin birikmiş öfkesini İsveç üzerinden bütün Avrupa kefere ve feceresine ödetmeye ramak kalmıştı. Bereket versin korktuğumuz olmadı!
Hele o, iki ayda bir Kur'an Kerim yakma provokasyonları yok mu, havuz medyasının hadiseyi Kudüs'ün işgalini gölgede bırakacak vaveyla ile köpürtmesi Saray'ın beraber anılmaktan haz duyduğu “Salahaddin” rollerinin yansımaları. Öyle ya, İslam'ın ileri karakolu payitaht-İstanbul tepki vermeyecek de Mısır'ın Sisi'mi verecek?
Neyse ki, bütün bu akıldışılık ve savrulmuşluk, NATO görüşmeleri ile birlikte kısa süreliğine de olsa rafa kaldırıldı. Gerçi Saray'ın heyheyleri için raf müddeti süt ürünleri kadar kısadır ama öyle de olsa önümüzdeki yerel seçimlere kadar Batı'ya karşı yeni bir seferberlik görünmüyor. O zamana kadar da bizim seferberlik yükümlülüğümüz çoktan düşmüş olur.
İsveç'in NATO'ya giriş sürecini geciktirme konusunda Saray'ın inadını kıran sebebin ekonomi olduğunu bir kez daha yenileyelim de, “Saray'ı kim ikna etti?” türünden sade suya tirit gizemlerden kendimizi kurtaralım. Ayol, devletlinin “My way or the highway”, dediğim dedik çaldığım düdük inadını bilmeyen mi var? Ortadoğu'dan gelenler ihtiyacı karşılamayınca, Batı'nın kapısını çalmaktan başka çare kalmadığını “Bilal(!)” bile anladı!
Yandaş medyanın NATO görüşmelerini, yetmiş yıllık Pakt'ın Saray tarafından tekrar kurulduğu şeklinde verdiği imaj gayretleri iç piyasaya yönelik işçiliklerden. Görüşmelerden kimin karlı çıktığı ile alakalı kanaat bildirmek için çok erken. Hükümetin ekonomik çöküşten çıkış için kapısını çaldığı Avrupa görüşmeleri Ortadoğu'daki ahbap-çavuş ilkelliğinde ilerlemiyor. Bir yıl önceden belirlenen protokolün her satırına riayet etmeniz gerekiyor.
Son NATO zirvesinde deklanşörlere takılan liderlerin hatıra fotoğrafı, ikili görüşmelerde verilen samimi pozlar ve ileriye dönük iyi niyet temennileri Pakt'a olan güveni tazelemekle birlikte, üye ülkelerin yükümlülüklerini yerine getirme konusundaki kararlılıklarını da arşivliyor. Mevcut hükümetin Kapıkule Sınır Kapısı’ndan içeri girdikten sonra Avrupa'ya verdiği sözleri unutacak kadar balık hafızalı olduğunu bilen Pakt'a üye ülke liderleri, siyasi nezaket çerçevesine azami dikkatleri bu yüzden önemli. Baksanıza Saray, kanlı-bıçaklı olduğu Macron ile dahi görüntü vermek zorunda kaldı. Yıllar içinde geliştirilmiş hiyerarşik takvime uygun olarak pakt bünyesine yeni bir ülkeyi daha katmış oldu.
Türkiye'nin Avrupa ile ilişkileri “Ne seninle ne de sensiz!” git gellerine mahkum. Ülkenin NATO içindeki önemi, parti militanlarının “Yürüyüşüne kurban!” oldukları otokratik liderlerden kaynaklanmıyor. Türkiye'yi vazgeçilmez kılan kaderin önünü açtığı coğrafik avantajlar. Hepsi bu!
Ortadoğu'nun geri ödeme takvimi olmadan yaptığı hibe ve yardımlar Türk ekonomisini bulunduğu durumdan kurtarmaya yetseydi, İsveç'in NATO üyeliği sadece bir kaç ay daha geciktirirdi ama engellenemezdi. İç pazara servis yapan medyanın bir hafta boyunca NATO görüşmelerine ait hatıra fotoğraflarını başarı hikayesine çevirme gayretleri boşuna değil.
Uyarımızı yapmakta biraz geç kaldık ama yine de; Hazır Avrupa'ya gitmişken depolarınızı doldurun! Çünkü bir sonraki gidişte, ödemeniz gereken dış borçların tehir edilmesi için elinizde İsveç'in NATO'ya üyeliğini engelleme şantajı olmayacak.