Mevlana Celaleddin Rumî, Sıddîkî yani Hz. Ebu Bekir-i Sıddık’ın torunu idi. İmam Rabbanî Ahmed-i Farukî, Hazret-i Ömer’in yirmi sekizinci nesilden bir torunu idi. Mevlana Halid-i Bağdadî, Hz. Osman’ın torunuydu. Üstad Bediüzzaman Said Nursi de Hz. Ali’nin torunu idi… Bu büyük müceddidler arasında böyle enteresan bir tevafuk vardı.
Hindistan’da Ekber Şah, her dinin iyi taraflarını alıyorum diyerek yeni uydurma bir din peşinde İslamiyet ve Müslümanlar aleyhinde icraatlarda bulunuyordu. İmam Rabbanî Hazretleri de bu tahribatı var gücüyle tamire çalışıyordu.
İmam Rabbanî bütün sıkıntı ve inhirafların kaynağını; 1)İdarecilerin dinden uzaklaşmalarına, 2-Âlimlerin menfaat ve korku sebebiyle Kitap ve Sünnetten ayrılmalarına, 3-Mutasavvufların da tarikatı şeriattan ayırmalarına bağlıyordu.
Öbür taraftan fitne ve fesat grupları durmadan aleyhinde çalışıyorlardı.
Ekber Şah öldükten sonra yerine Cihangir Şah tahta geçti… Babasının uydurma din anlayışını devam ettirmedi ama nifak ve fesat ehlinin propagandalarının tesirinde kaldı. Çünkü bu hain gruplar devletin en üst seviyelerine kadar sızma başarısı göstermişlerdi. İftira ve tezvirat karşısında Cihangir Şah, İmam Rabbanî ve yakın taraftar ve mensuplarını ülkeyi terk mecbur etmek istiyor eğer terketmez ise hepsini öldürmeyi hedefliyordu. Onun için oğlunu İmam Rabbaniye gönderdi. O, İmama: “Sultan Cihangir Şah, kendisine baş eğip secde etmenizi istiyor.” dedi. Bunun için, Sultana secde etmenin caiz olduğunu gösteren bir FETVA diyerek, saray imamına imzalattığı fetvayı gösterdi (Şimdiki Diyanetin ve İlahiyatın makam düşkünü hocalarına ne kadar da benziyor!..) İmam Rabbanî “Bu FETVA, imama zorla imzalattırılmıştır. Sultana secde câiz değildir.” dedi… Ondan büyük tepki bekleyen Cihangir Şah’ın oğlu, ondaki sakinliği görünce bu sefer alaylı bir tavırla “Eğer sultan olan babama baş eğip SECDE ederseniz sizi kurtarabilirim.” deyince imam hiddetlendi: “Ben dinin bütünlüğünü korumaya çalışan bir İslam âlimiyim. Bu bütünlüğü korumak isteyen bir âlim, o duyguyu taşımayan birisine, sultan da olsa baş eğmez. Şayet ECEL gelmişse, ölümden hiçbir şey kurtulamaz” dedi.
Cihangir Şah’ın, karşısına dimdik ve bir vakarla çıkan İmam’a kızsa da, sorduğu sorulara doğru ve pervasız cevap vermesi üzerine de, onun hakkında kendisine anlatılanların doğru olmadığını anlat. Önce serbest bırakmayı düşündü ama içine gelen endişelerden kurtulamadı. Şer şebekesinin verdiği korku ve evhamlar tekrar üzerine üşüşünce, İmam Rabbanî ve mensuplarını insanlardan uzak Güvalyar Kalesine hapsedilmesine karar verdi.
İmam Rabbanî, hapishaneyi kaderin bir kararı olarak kabul etti ve irşada başladı. Azılı suçlular da onun hareketlerine dikkat ediyorlar ve ister-istemez tesirinde kalıyorlardı.
Nifak ehlinden olan bir vezir Hintli bir komutanı sırf imama zulmetmesi için hapishanede görevlendirdi. Bu Zerdüşt zalim, İmamı izlemeye aldı. Sonra onun vakarına, samimiyetine, itidaline hayran oldu. Zamanla yakınlaşma oldu. Sorularına cevaplar verip kalbini şüphelerden arındırıp İslamiyetin güzelliğini ve sevgisini aşıladı… Zerdüştün bile Müslüman olduğunu gören Kalenin esas komutanı da merak edip İmam Rabbaniye gelerek sorular sordu. Aldığı cevaplarla meftun olan bu komutan da hatasını anladı. Böylece İmam Rabbanî Hazretleri hapishaneyi medreseye çevirdi. Bediüzzaman Hazretlerinin Medrese-i Yusufiye dediği bir üniversiteye…
Bu arada Cihangir Şah’ın oğlu Şah Cihan isyan edip babasının tahtını ele geçirmek istedi. Fakat mağlup oldu. Tekrar nasıl ayaklanıp iktidarı ele geçiririm diye hesaplar yaparken ona “Sen git İmam Rabbanî’nin duasını ve tavsiyesini al!” diye birisi yol gösterdi. O da İmamı ziyaret edip dua ve tavsiye talep etti. Hz. İmam “Git babanın elini öp af dile” dedi. Bununla tatmin olmayınca, bu sefer kulağına eğilip “Baban yakında vefat edecek, saltanat sana kalacak!” dedi. Kan dökülmesini engelledi. O da aynen dediklerini yerine getirince kansız iktidara geldi. Dört oğlundan Âlemgir Şah’ı İmam Rabbanî’nin oğlu ve halifesi olan Muhammed Masum Farukî’nin terbiyesine verdi. O şehzade cesur bir yiğitti. Halk çok severdi… İbadet şuuruna ve manevî feyizlere o derin terbiye ile mazhar oldu. Diğer eğlence, şöhrete ve maddiyata düşkün kardeşlerinden farklı biçimde bir hayat yaşayan ve kırk yaşından sonra Kur’an-ı Kerim’i ezberleyip hafız olan Âlemgir Şah, babası Şah Cihan’ın vefatından sonraki kargaşada Masum Farukî’nin mânevî desteğiyle idareyi ele alıp devletin başına geçti. Orduyu ve idareyi zalim ve zararlı kişilerden, fesat ocaklarından temizledi. İmam Rabbanî evlatlarının ve mensuplarının irşadlarına, başta saray olarak her yerde zemin hazırladı. Hanefi mezhebi üzere Feteva-yı Âlemgiriyye ismi altındaki fetvaların büyük ciltler halinde kitaplaşmalarını sağladı. Gençliği ve şehzadeliğinde kendisine Muhammed Evrenzib (Evren-cebe) denilirdi. Hükümdar olduktan sonra Âlemgir diye tanındı.
Büyük Müceddin İmam Rabbanî Ahmed Farukî’den evlatlarından ve Âlemgir Sultan’dan Cenab-ı Hak, râzı olsun, mekanları cennet olsun.
Abdullah Aymaz