Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin Yenikap'da düzenlediği mitingde partililere seslendi. Hükümeti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı eleştiren Bahçeli, yaşanan terör olaylarına dikkat çekti. Bahçeli, "7 Haziran'da tecelli eden millet iradesini beğenmeyen, benimsemeyen saray ve soygun ittifakı dayatma ve zorlamayla yeniden seçim için kollarını sıvamıştır. İktidarı kaybeden, inişe geçen, bu nedenle hesap vereceğinden korkan AKP, ayak oyunları ve ahlaksız manevralarla Türkiye'yi 1 Kasım kulvarına sokmuştur." dedi.
MHP, 7 Kasım Genel Seçimleri çalışmaları kapsamında Yenikap'da miting düzenledi. Mitingde partililere seslenen Devlet Bahçeli'nin hedefinde hükümet, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve terör örgütleri vardı. Özellikle AK Parti hükümetinin terör olaylarının artmasında etkili olduğunu söyleyen Bahçeli, çözüm sürecinde PKK'nın silah depoladığını, hükümetinse bu durama kayıtsız kaldığını vurguladı. Erdoğan'ın 'yerli ve milli' çıkışını da eleştiren Bahçeli, Bilal Erdoğan'ın İtalya'ya gitmesinin bu çıkışla çeliştiğine dikkat çekti. Koalisyon görüşmelerinde öne sürdükleri hiçbir şartın kabul edilmediğini, Davutoğlu'nun kendilerine hükümet kurma teklifinde de bulunmadığını vurgulayan Bahçeli, yaşanan terör olaylarının Erdoğan'ın tek başına iktidar olma çabasının bir sonucu olduğunu ileri sürdü. Bahçeli'nin konuşmasından satır başları şöyle:
"Demokrasi düşmanları AKP'nin kanatları altına girmiştir. Millet ve memleket muhalifleri AKP'nin çevresinde birikmiştir. Kan ve ölüm makineleri, cinayet ve cürüm failleri AKP'nin elinden beslenmiştir. 7 Haziran'da beklentileri karşılanmayan, hedefleri gerçekleşmeyen Erdoğan ve Davutoğlu eşgüdüm halinde Türkiye'yi yeniden seçime sürüklemişlerdir. Türkiye hemen hemen yaklaşık bir yıl içinde dördüncü kez sandığa gidecektir. Bu çok açıktır. Bugünkü şart ve ortamda; İstikrarsızlığın nedeni AKP'dir. Kavga ve gerilimin kaynağı AKP'dir. Terör ve asayişsizliğin sorumluluğu ise AKP-PKK'nın sırtındadır. Milliyetçi Hareket Partisi ülkesi ve milleti için gövdesini taşın altına koymaya her zaman hazırdır. Bir kez daha söylemeliyim ki, Davutoğlu hiçbir görüşmede bize koalisyon teklifinde bulunmamıştır. Her defasında Türkiye'nin sıkıntılarının çözülmesi, toplumsal yarılmanın tamiri gerekir uyarısında bulunduk. AKP'ye Anayasa'nın ilk dört maddesini muhafaza edelim dedik, hayır dediler. Süreç ihanetini bitirelim dedik, hayır dediler. Hırsızı, rüşvetçiyi, 17-25 Aralık'ta adı geçenleri adalete teslim edelim dedik, hayır dediler. Erdoğan Anayasal sınırlarına çekilsin dedik, hayır dediler. İmralı canisinin ihanet metinlerine evet diyen AKP, bizim koalisyon kurmak için ileri sürdüğümüz dört milli ilkemizin hepsine olumsuz cevap verdi. Zira maksatları 7 Haziran Genel Seçimlerini yenilemek, kaos ve kargaşa altında tek başına iktidara ulaşmaktı.
'TÜRKİYE'DE AĞLAMAYAN ANA KALDI MI?'
'Türkiye büyüdü, güçlendi, dev uykudan uyandı' diyorlardı; asıl uyanan, asıl gözlerini açan Türk düşmanlığı değil midir? Yüzyıllık denetimden kurtulduk diye sevinenlerin, Türkiye'yi çözülmenin kontrolüne, yıkımın eline bırakması hala görülmeyecek midir? 'Sessiz devrim, büyük dönüşüm' diyorlardı. 'Onlar konuşur AKP yapar' sözleriyle herkese tepeden bakıyorlardı. Ya şu an olanlara ne diyeceğiz? Akan millet kanına, linç edilen milli huzura hangi bahaneleri bulacağız? Recep Tayyip Erdoğan, 27 Nisan 2013 tarihinde terörün bittiğini ilan etmişti. Makûs talihin değiştiğini müjdelemişti. Munzur'dan kardelenler, Cudi'den yediverenler toplanacak, Ağrı'da piknik yapılacak, Dicle ve Fırat'ın sularında korkusuzca serinlenecekti. Zap suyu gibi coşulacak; Murat Nehri gibi barışa, kardeşliğe akılacaktı. Teröristler silah bırakacak, Türkiye derin bir nefes alacaktı. İddialar buydu. Ne oldu, dağlarda çiçek toplanacak diyen hayalperestler, terör bitti diyen müzakereciler şimdi hangi hikâyeyi uyduracak, hangi bahanelere sığınacaksınız? Analar ağlamayacak, ülkede bahar havası esecekti. Süreç ihanetinin figüranları hep bir ağızdan bunları sıralıyordu. Söyleyiniz bana, Türkiye'de ağlamayan ana kaldı mı? Şimdi de ne mutlu şehit analarına diyecek kadar alçalıyor, milletle alay ediyorlar.
Çözülme süreci Türkiye'yi temellerinden sarsmıştır. PKK'yla yürütülen pazarlıklar bölünme heveslerini cesaretlendirmiştir. Yıllardır terör örgütüyle Türkiye'yi masaya yatırdılar. Erdoğan ihanet sürecine hayatını koyduğunu, gerekirse baldıran zehri içeceğini defalarca söyledi. PKK'nın siyasi şubesi HDP saraylarda ağırlandı. Dolmabahçe'de İmralı canisinin 10 maddelik hıyanet metnine onay verildi. İmralı canisinin mesajları mitinglerde okutuldu. Erdoğan sıkıyı görünce dönüp, devlet terör örgütüyle masaya oturmaz, oturursa çöker dedi ve Dolmabahçe'yi yok saydı. PKK'yla başkanlık pazarlığı yaptılar. Al-ver sürecinde; başkanlığa karşılık federasyon ve özerkliği vaat ettiler. Oslo'da rezilce diz çöktüler. İmralı'da haince etek öptüler. Kandil'in ağzına baktılar. Şehirlerimizin bombalarla doldurulduğunu bile bile, bunu söyleye söyleye hiçbir tedbir almadılar. Bölünme temalı yeni Anayasa konusunda fikren ve ilkesel bazda uzlaşmaya vardılar. Kobani'ye Barzani'nin geçişini sağladılar. Teröristleri alkışladılar, PYD-PKK'ya alan açtılar. Caniye müzakere konağı hazırlarken, İmralı'ya özel sekreterli ihanet bürosu açarken, Habur'da Katilleri karşılarken utanmadan sıkılmadan bizleri suçladılar.
'ERDOĞAN VE DAVUTOĞLU'NUN FITRATINDA SIVIŞMAK VAR'
Erdoğan ve Davutoğlu'nun fıtratlarında sıvışmak ve teslim olmak vardır. Bunlara göre millete ve vatana kast etmek çok normaldir. Süleyman Şah'ın on asırlık kutlu naaşını bir avuç çapulcu önünden kaçırırken de bunu yaptılar. Boyun eğerek oturdukları masalardan özür dileyerek kalktıkları Ermeni dayatmalarında da bunu gördük.
Erdoğan'ın mimarı olduğu çözülme süreci, yine aynı şahıs tarafından bozulmaması amacıyla buzdolabına kaldırılmıştır. Türkiye'nin terör girdabına düşmesinin en önemli nedeni süreç ihanetindeki ısrardır. Sürecin ne olduğu, neleri kapsadığı hala meçhuldür. Ve bizim bu çerçevedeki tüm eleştirilerimiz haklı çıkmıştır. Kaldı ki AKP'li bakanlar bile bunu kabullenmek durumunda kalmışlardır. Ne var ki, Erdoğan ve Davutoğlu milli ve yerli düşünmedikleri için çözüm melanetiyle ülkemizin altını oymuşlardır. PKK bu seviyeye gelmişse, bunun gerisindeki ana motivasyon, ana kaynak yılların ihmali, yılların körlüğüdür. 20 Eylül 2015 günü, bu meydanda, hazırlayıcısı saray yanaşması olan bir sivil toplum kuruluşu tarafından, milyonlarca nefes teröre karşı tek ses mitingi yapılmıştır. Bu aslında bildik, herkesin malumu olduğu bir AKP toplantısıdır. Erdoğan yine anayasal yetkilerini çiğnemiş, yine taşıdığı görevin ağırlığına göre davranmamış ve burada AKP'nin propagandasını yapmıştır. Hatırlarsanız, "Kim ki bu bayrağa sahip çıkıyorsa işte o yerlidir, millidir, Türkiyelidir" açıklaması bizzat Erdoğan'dan duyulmuştur. Erdoğan bilsin ki, bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, eğer toprak uğrunda ölen varsa vatandır. Ve vatan Türkiyelilerin değil, Türk milletinindir. Vatan uğruna şehit olan evlatlarımızın babalarına karaktersiz diyen, kendi evladını yurt dışına kaçıran bir şahsiyette ne milli ruh ne de yerliliğin tortusu görülecektir. Şehide kelle, katile sayın, kayıplarımız karşısında da mücadelenin doğasında var derken aklına millilik değil, milliyet noksanlığının kara bulutları hâkimdir.
'TÜRKİYE TERÖR ÖRGÜTLERİNİN HÜCUMUNA UĞRADI'
Erdoğan ve Davutoğlu'nun hayalci, temelsiz, statik, ucube, fos, batı planlarına kuryelik yapan politikaları imha olmuş, Türkiye selefi ve etnik bölücü terör örgütlerinin hücumuna uğramıştır. Sınırlarımızın diğer yakasında Kürdistan provaları yapılmaktadır. Suriye rejimine karşı alttan alta terör örgütlerine yol veren, silah ve diğer ihtiyaçlarını karşılayan AKP ülkemizin milli politikalarına kara çalmış, önünü tıkamıştır. Erdoğan'ın Şam'da namaz kılma hezeyanları, yerini canlı bombaların tezgah ve eylem hakikatine bırakmıştır. Nitekim Türkiye'nin milli güvenliği üst düzeyde tehlike altındadır. Gaziantep, Reyhanlı ve Suruç'tan sonra, Ankara'nın göbeğinde patlayan canlı bomba dirliğimizi ve birlikte yaşama irademizi havaya uçurma teşebbüsünde bulunmuştur.
'ANKARA'DA BOMBA PATLIYORSA, BUNUN HESABINI İKTİDARIN ÖDEMESİ ŞART'
Serok Ahmet Ortadoğu'da "bizden habersiz yaprak kımıldamaz" diyordu, neyin kımıldadığı, kimlerin coğrafyayı kımıldattığı ortadadır. "Ortadoğu'da değişimi biz yöneteceğiz" diyenleri kimin yönetip yönlendirdiği de açıktadır. "Tribünden izlemeyeceğiz, gelişmelere yön vereceğiz, sözümüz dinlenecek, Suriye iç meselemizdir, men dakka dukka, katil Esad, vallahi hesap vereceksin" diyen kokuşmuş şahsiyetler sınırlarımızdan içeri girerek içimizde patlayan canlı bombaları yalnızca seyretmektedir. Ankara'da bomba patlıyorsa bunu bedelini Ortadoğu'da hamaset nutukları atan iktidarın ödemesi şarttır. Sınır güvenliğimizi sağlayamayan; Suriye'den Ankara'ya yüzlerce kilometreyi aşarak gelen teröristleri tespit edemeyen, canlı bombaların kimliği bilinmesine rağmen yakalayamayan aciz Başbakan'ın 1 Kasım'da görevden alınması milli bir vecibedir. Ankara saldırısını bir gün IŞİD'e, diğer gün IŞİD ve PKK'ya, bir başka gün IŞİD-PKK ve Esad'a bağlayan; ne dediği belli olmayan, ölen Suruç katliamcısını hukuka teslim etmekle övünen kafası karışık bu Başbakanla ulaşılacak bir gelecek yoktur.
CİHAN