1980 askeri darbesinden sonra 9 yıl sürgüne giden Şansal, konuşmasına 2006 yılından itibaren maruz kaldığı şiddetleri, engellemeleri anlatarak başladı. Türkiye’nin uzun yıllardır hukukun üstünlüğü, vücut bütünlüğünün dokunulmazlığı, insan hakları konusunda ciddi sabıka kayıtları alan bir ülke olduğunu belirten Şansal,
“Ama uluslararası vergi ve ticaret anlaşmalarını anayasaları bağlayan hükümlerini de Türkiye Cumhuriyeti göz ardı ederek vatandaşları üzerinde bir korku imparatorluğu inşa ediyor. İnsanları ithamlar ve suçlamalarla susturarak, haksız yargılamalar, tutuklamalar ve işkencelerle yıldırarak yol almaya çalışıyor. Bu süreçte hakkımda açılan yeni davalarla mücadele edeceğimi buradan açıkça beyan ediyorum.” dedi.
2 Ocak 2017’de Atatürk Havaalanı’nda uğradığı linç girişimiyle ilgili mahkeme kararlarının Fransızca çevirisini Turkey Tribünal’in başkanına ve üyelerine sunan Şansal, hakkında verilen kararların bir komedi olduğunu söyledi.
1,5 yıl Belçika’da yaşayan, şu anda da Kıbrıs’ta ikamet eden Şansal, herhangi bir Avrupa ülkesine siyasi sığınma talebim bulunmadığını da sözlerine ekledi. Şansal nedenini ise şöyle açıkladı: “Çünkü kaleler içten fethedilir ve mücadele içte devam etmelidir. Sonuçları ne olursa olsun katlanılmalıdır. Bir örnek teşkil ettiğime inanıyorum.”
“9 YIL ÖNCE GERÇEKLEŞEN OLAYIN FAİLLERİ HALA YAKALANAMADI”
Barbaros Şansal’ın konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle:
“Yaptırımlar ve saldırılar 2006 yılında Habertürk’te yaptığım bir televizyon programıyla başladı. Bu program sonucunda Radyo Televizyon Üst Kurulu şahsımın eşcinselliği meşru bir olaymış gibi yaygınlaştırmaya çalıştığıma dair kanaatine vardığı için beni ekranlardan 2 sene yasakladı. Ben bir kadın terzisiyim, aynı zamanda öğretmenim, aynı zamanda aktörüm, yazarım ve yorumcuyum.
Daha sonra 28 Aralık 2012’de İstanbul Taksim merkezde, İnönü Caddesi üzerinde Yeni Zelanda Konsolosluğu ve Bölge Makine Kimya Endüstrisi önünde organize bir şiddet saldırısına maruz kaldım. 9 yıl önce gerçekleşti bu saldırı ve faillerin hiçbiri yakalanmadı.
Arkadan hepinizin bildiği Gezi Parkı meselesinde atölyem ve evimde parka bakan yer olduğu için parka giren 3-5 kişiydik. Ağustos 2013’te kendilerinin istihbarat teşkilatı görevlileri olduğu söylenen 5 kişi tarafından İstanbul dışındaki Hamitköy Taş Ocakları’na götürüldüm ve sorgulandım. Ancak İstanbul Emniyeti suç uydurduğumu söyleyerek beni mahkemeye verdi. Fakat mahkemede suç uydurmadığımı, olayın gerçek olduğunu ispatladım.
Daha sonra asıl büyük mesele; 2016’yı 2017’ye bağlayan yılbaşı gecesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin başka ülkelerin iş içlerine karışarak, özellikle Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki saat farkına dikkat çekerek, aynı zamanda radikal İslam ve blasemi promosyonu yaparak, aynı zamanda tutuklu gazetecilere, pedofiliye vs. gibi olumsuzluklara dikkat çekerek paylaştığım bir videodan sonra 50 kişinin öldüğü gece kulübü Reina katliamı gerçekleştirildi.
Fakat burada benimle ilgili bir tavır yokken 2 Ocak 2017’de birdenbire iktidar basının da eliyle aleyhimde bir kampanya başlatıldı. Bu kampanya sonucunda Kuzey Kıbrıs’tan o dönemin Başbakanı’nın emriyle hakkımda hiçbir bakanlar kurulu kararı olmadan, ihraç kararı olmadan -ki Avrupa Parlamentosu Kıbrıs raportörü bunu ilk raporlayan şahıstır- bütün şahsi eşyalarıma, telefonuma cüzdanıma kadar el konularak, hukuka ulaşmam engellenerek kendi uçak biletimle İstanbul Atatürk Havalimanı’na kaçırıldım.
“56 GÜN HÜCREDE KALDIM”
o gece havalimanında 9 polis ve 13 havalimanı çalışanı tarafından apronda yolcuların içinde iki kademeli linç girişimine maruz kaldım. Ağır darbeler olmasına rağmen hiçbir sağlık yardımı almadım. Gözaltısı bile olmayan TCK 217 suçlamasıyla tutuklandım. Silivri Cezaevi 9. Kısım L Tipi C-72 No’lu hücreye kondum. Hücrede sağlık, iletişim ihtiyaçlarımın karşılanması engellendi. 56 gün hücrede tutulduktan sonra serbest bırakıldım.
İstanbul Valiliği, beni korumakla yükümlü olan polislerle ilgili soruşturmaya izin vermedi. Daha sonra TCK 301’den (301, 299, 216, 217 gibi maddeler AİHM’sinin kararlarının tamamen karşısında, Avrupa ile devam eden diyaloglarda sorun teşkil eden maddeler), Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükumetini alenen aşağılamak suçundan 6 ay 22 günlük hapis cezası verilerek salındım. Yurt dışı çıkış yasağı verildi. Daha sonra Yüksek Mahkeme’ye müracaat etme hakkım elimden alındı. Ama yurt dışı yasağı kaldırıldıktan sonra ben yine LGBT, insan hakları, hayvan ve çevre hakları alanındaki mücadeleme yılmadan devam ettim.
1,5 yıl kadar Belçika’da ikamet ettikten sonra şimdi Kıbrıs’ta ikamet ediyorum ve mücadeleme devam ediyorum. Somut deliller beni çok ilgilendirdiği için havaalanındaki linç skandalının Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinin mahkeme kararlarını apostilli Fransızca çevirisini sayın üyelere birer adet sunmak istiyorum. Okuduğunuz zaman nasıl bir komedi olduğunu göreceksiniz.
Şu ana kadar hakkımda açılmış 58 dava var. Bunlar genellikle TC hükumetini ve devletini, Türkiye’de yaşayan insanların bir kısmını inançlarına göre bir kısmını yaşadıkları bölgeye göre bir kısmını fiziksel özelliklerine göre aşağılamak gibi Cumhurbaşkanlığı’nın yeni kurduğu gizli tanık, şikayet sistemi üzerinden, sistematik olarak açılan davalarla mücadele ediyorum. Ülkeme gidiyorum, davalara giriyorum.
En son yine geçen haftalarda TCK 301’den üç ay ertelemesiz ve istinaf hakkı olmayan bir hapis cezası daha verildi. Bu cezada da mesleki bir terim olarak kullandığım dikiş kelimesini argo bir kelime ile benzetilerek cezalandırıldım. Oysa ben orada laik, demokratik, sosyal hukuk devletinin üstünlüğünün altını çizen bir mizah yapıyordum. Özgür kalan Nuriye ve Semih’e destek veriyordum.
Türkiye Cumhuriyet, hukukun üstünlüğü, vücut bütünlüğünün dokunulmazlığı, insan hakları konusunda uzun yıllardır ciddi sabıka kayıtları alan bir ülke. Ama uluslararası vergi ve ticaret anlaşmalarını anayasaları bağlayan hükümlerini de Türkiye Cumhuriyeti göz ardı ederek vatandaşları üzerinde bir korku imparatorluğu inşa ediyor. İnsanları ithamlar ve suçlamalarla susturarak, haksız yargılamalar, tutuklamalar ve işkencelerle yıldırarak yol almaya çalışıyor.
Bu süreçte hakkımda açılan yeni davalarla mücadele edeceğimi buradan açıkça beyan ediyorum. Herhangi bir siyasi sığınma talebim yok. Çünkü kaleler içten fethedilir ve mücadele içte devam etmelidir. Sonuçları ne olursa olsun katlanılmalıdır. Bir örnek teşkil ettiğime inanıyorum.”