HÜSEYİN ODABAŞI
Seksen senelik ömrünün içine hocalıktan vaizliğe, oradan esnaflığa kadar uzanan çizgide hattatlık dahil pek çok hizmeti ve meziyeti sığdırmış olan Hüseyin Tulpar Hocamıza bayram ziyaretine gittik. Hocamızı, Allah için hayatını planlamış, ömrünü hizmet duygusu ve düşüncesi ile örgülemiş bir örnek şahsiyet olarak tanıyor ve biliyoruz. Hisar Vaazı’nda Hocaefendi’nin eski hizmet günlerini yadederken “Hizmet diye yiyor Hizmet diye oturuyor” dediği gibi. Hüseyin Hocam için de Hizmet, onun her şeyi; hayat şekli, yaşam biçimi, ideali hülyası, hatırası... Hizmeti içselleştirmiş insanlar için başka türlüsü olamazdı zaten. Hizmet’in olmadığı yer onlar için ölümdür, kuraklıktır. Yaşamın bitmesi, ocakların sönmesi gibidir.
Anlaşılan o ki bu bayramda ziyaretçilerine çay, çerez hazırlar gibi Kuran’dan bazı ayetleri de hazır etmiş Hocam. Selamlarımızı verip bayramlaşma faslını geçtikten sonra Suat Yıldırım Hoca’nın mealini verdiği Kuran-ı Kerim’i eline alarak; “Yusuf Suresi” dedi “Yusuf Suresi’nin 108. ayetini size okuyayım. Sizden önce gelen misafirlere de bu ayeti okuyup üzerinde konuştuk.” Kur’an’ı önüne koydu, sayfalarını çevirerek ilgili yeri bulduktan sonra İman ve Kuran hizmeti deyip bu yola revan olanlara mesaj olsun diye Yusuf Suresi’nin 108. ayetini okumaya başladı: “De ki: İşte benim yolum budur; basiret üzere Allah'a davet ediyorum. Ben ve bana uyanlar (işte böyleyiz). Ben Allah'ı tesbih ederim ve ben müşriklerden değilim.” (Yusuf, 108)
Bayramın mutluluk ve huzur atmosferinde bu ayet, zihin dünyamızda değişik ve farklı çağrışımlar yaptı. Ayetteki; “(Ya Muhammet) bu benim yolumdur de.” Akabinde ise; “basiret üzerine davet ederim.” Bu iki cümleyi birleştirdiğimizde peygamberimizin yolu; “basiretle Allah’a davet edilen yoldur veya bu yol basiret yoludur” anlamı çıkar. Yani “basiret”, bu yolun lazım -ı gayrı mufarıkıdır; ayrılmaz parçasıdır. O zaman “basiret” sözcüğü üzerinde biraz duralım, anlamaya çalışalım?
“Basiret; ilim, tecrübe, firâset nuruyla görüp sezmeye, bilip değerlendirmeye esas teşkil eden hususları, ihâtalı ve tam tekmil kavramaya denir ki, bu mânâda basiretli insan, ötelere de açık olursa, artık o, insan-ı kâmil olmaya azmetmiş bir hakikat eri, bir maneviyat kahramanı demektir. Akıl, önemli bir ilim kaynağı; basiret ise, ciddi bir irfan membaıdır. Aklı olup da basireti bulunmayan birisinin, çok şey bilip, çok şey anlasa da, bildikleriyle bir yere varabilmesi oldukça zor, hatta imkânsızdır. (Sızıntı, Şubat-Mart 1989, Cilt 11, Sayı 121-122)
Bu tarifte benim dikkatimi “ötelere açık olma” şerhi ve özelliği çekti. Yani basirette, “ötelere açık olma” yani Allah ve Ahret noktasından meseleleri doğru değerlendirebilmek gerekir. Ayrıca bilginin ve tecrübenin insanı bir yere vardırması gibi bir fonksiyonu var basiretin. Basiretsizler az giderler uz giderler fakat geriye baktıklarında bir çuvaldızı mesafe alamazlar.
Yusuf Suresi’nin başından sonuna kadar bu basiret yolu detaylı bir şekilde anlatılmış ve detaylı bir şekilde anlatılan bu yol yine ilgili surenin 108. ayetle sanki özetlenerek adı konmuştur; “Basiretli davet yolu” Bu açıdan Yusuf Suresi'ndeki bu 108. ayet, surenin bütününde ele alınan basiret muhtevasının eskilerin ifadesiyle bir fezlekesi ve bir sonuç bildirgesi gibidir.
O zaman kendimize mezkûr ayetin üzerinden bir soru soralım: Yusuf Suresi’nde anlatılan basiretli yolun özellikleri nelerdir? Yusuf Suresi’nin bütününde 108. ayette fezlekesi yapılan bu basireti anlayıp idrak edebilir miyiz? Yusuf Suresi’nde başından sonuna kadar Hz. Yusuf Aleyhisselam'ın hayatı anlatıldığına göre basiretli davet yolunu onun hayat serüveninde tablo tablo yakalamak mümkün mü?
Evet, Yusuf Suresi'nde anlatılan Hz. Yusuf Efendimiz’in hayatı “basiretle Allah’a davet yolunun” mücessem yani yaşanmış halidir. Dolaysıyla O’nun hayatının nirengi noktalarını basiret açısından ele alıp irdeleyelim: Basiretli yolun hedef ve maksadında Allah vardır. İlk ve en önemli şart budur; Allah. İkincisi bu davet basiret sıfatı, çerçevesi ve olgusu içinde gerçekleşmelidir. Üçüncüsü, Allah’a davet gelip geçici heveslerle değil bir metodu, stili ve sürdürülebilirliği olmalıdır. Çünkü yol demek ekol demektir. Ekolu olmalıdır.
Diğer taraftan Hz. Yusuf’un ders almamız gereken hayat hikayesindeki basiret noktalarına da dikkat etmeliyiz. Hz. Yusuf’un diğer kardeşlerinden farklı olarak okuma yazma bilmesi kuyu, kölelik ve satılma aşamalarından sonra Mısır’da Aziz’in sarayında itibarlı olarak bahtının açılmasına sebep oldu. Donanımı Mısırda yükselmeye müsait. 2016’daki sahte darbe girişiminden sonra bu ağır süreç vesilesi ile vatanını terk etmek zorunda kalan Hizmet’in kaliteli ve eğitim seviyesi yüksek arkadaşlarımızı da Avrupa sath-ı mailinde böyle bir geleceğin beklediğini var sayabilir, düşünebiliriz.
Kardeşleri tarafından kuyuya atıldığı esnada en aciz ve en fakir olduğundan melek tarafından geleceği müjdelendi. Babasının yanında mualla bir konuma sahip olan Yusuf’a gelecek güzel günlerin müjdesi sıfırın aşağısına indiğinde kuyunun dibinde verildi. Aynen bunun gibi günümüzde yurt dışına hicret ederek gurbet illerine düşen arkadaşlarımızın ilk zamanları veya yılları, zeminden aşağıya düştüğümüz fakat aynı zamanda gelecek güzel günlerin müjdesinin ruhlarımıza fısıldandığı kutlu zaman dilimleri olabilir. Bu minvalde basiretli davet öncelikle bu yolun inişli çıkışlı bir yol olduğunu bilmek demektir. Zirvelerin müjdesi kuyuların dibinde yani sıfırın aşağısına düştüğümüzde verilebilir. Çünkü Allah, zirvelerde çukurlar; çukurlarda ise zirveler yaratmıştır. Dövünmeden, pişmanlık izhar etmeden kuyuların dibindeki zirveleri görebilmek basirettir işte.
Zirvedeyken maruz kaldığı kadın fitnesinden ötürü Mısır Azizliğine (Başbakanlık) yükselmeden önce bir kez daha iniş yaşar Hz. Yusuf. Yani hapishaneye düşer. Kralın Mısır’ın kaderini gördüğü rüyasını yorumlamadan önce hapishanedeki arkadaşlarının rüyalarını yorumlar. Bir tür provadır bu. Tabir ettiği rüyalar O’nu daha büyük rüyaları tabir etmeye hazırlar. Fakat bildiğimiz her iki rüya tabiri vakası basiretle davetin en etkili iki örneğini, numunesini teşkil eder.
Birincisi; hapishanedeki iki arkadaşının rüyalarını tabir etme olayıdır. Bu iki hapishane arkadaşlarının rüyalarını hemen tabir etmez. Önce nasihat eder; tevhit dinini, Allah'ın yüceliğini anlatır sonra rüyalarını tabire geçer. Çünkü nasihat alıcıların açık olduğu esnada etkisini gösterir. Alıcıların açık olması da insanların zaruri ihtiyaçlarının görülmesi esnasında olur. Yemek yedirirken söylenen sözler sair zamanlarda söylenen sözlerden daha etkilidir. Şifaya muhtaç olan hastalar üzerinde doktorların nasihatleri daha çok makbuldür. Yani manevi yardım anlamı taşıyan nasihatin maddi yardımla yan yana olması davetimizi daha da etkili kılan bir basirettir. Şimdi kendilerinin rüyalarını tevil edilmesini isteyerek yardım dilenen arkadaşlarına konuşan Hz. Yusuf’u dinleyelim:
“Yusuf: Yiyeceğiniz yemek size gelmeden, her birinizin rüyasının tabirini size bildirmiş olurum. Bu Rabbimin bana öğrettiği ilimlerdendir. Fakat (rüya tabirinden) önce biraz beni dinleyin...” (Yusuf, 37) Rüya tabirini meraklı bir şekilde dinlemek üzere toplanmış olanlara Hz. Yusuf önce tevhit dininden bahsederek onları bu dine davet eder. Ve daha sonra rüya tabirine geçer.
İkincisi; kralın rüyasında Hz. Yusuf’un sergilediği basiretli tavır veya davranıştır. Bu defa Hz. Yusuf, kralın gördüğü rüyanın yorumunu hiç bekletmeden araya bir istek, arzu veya davet cümlesi yerleştirmeden hemen yapar. Kralın görmüş olduğu rüyaya göre 7 sene bolluktan sonra 7 sene kıtlık olacağını haber verir. Çünkü rüyanın sahibi hapishaneye düşmüş o iki aciz mahkûm değil güçlü bir kraldır. Tecrübe ile sabittir ki gücün diri tuttuğu enaniyet nasihate manidir. Rüyanın tevili, kraldaki nasihate mâni olan bu gücün gideceğini söylüyor. Rüyanın tevilinden önceki kendine güvenen kralla rüyanın tevilini duyduktan sonra morali iyice bozulup aciz kalan kralın aynı psikolojide olacağı düşünülemez. Bu nedenle rüyanın yorumundan sonraya ertelenmelidir. Rüyasının yorumunu duyan Kral, Hz. Yusuf’a muhtaç hale geliyor.
Şimdi Yusuf Suresi’nin 50. ayetini bu arka planla can kulağımızla yeniden dinleyelim: “Bunu (rüyasının yorumunu) duyan Hükümdar: “Onu bana getirin!” dedi. Hükümdarın elçisi (Hz. Yusuf’u hapisten çıkarmaya) gelince Yusuf: “Sen önce dönüp efendine (Kral’a) deki: “O ellerini kesen kadınların meselesi neydi, kendisine soruver.” Zaten benin efendim kadınların fendini pek iyi bilir.”
Yani Yusuf (a.s) hapisten kurtulmadan evvel kadınların iftirasından kurtulmak ve temizlenmek istiyor. Çünkü iftira ve karalama yükü ile hapisten çıksa da misyonunu, peygamberliğini yani tebliğ vazifesini yerine getirmesi mümkün olmaz. Kadınlara meyil zaafı olan birinin tebliğ vazifesini yapıp da insanların kalplerinde Allah’a sevgisini tutuşturması mümkün değildir.
İlk önce Kralın eliyle bu iftira ve karalamadan temizlenmesi peygamberlik için lazım olan ismet sıfatına bürünmesi gerekir. Rüya yorumundan ötürü kralın kendisine muhtaç olduğu veya ilgi duyduğu noktada irşat ve tebliğ görevini yapmasına engel olan önemli bir maniden kurtulmakla alakalı bir talepte bulunuyor. Onca yıllar kaldığı hapisten hemencecik kurtulmak fırsatı varken Hz. Yusuf’un bu talebi takdire şayandır ve ayrı bir basiret örneğidir.
Hz. Yusuf'taki bu davranışın bize bakan yönü de vardır. Bugün Hizmet Hareketi’ne gönül verenler için gurbet ve hapishaneleri içeren bu süreç bitse bile “vatan haini” “darbeci” gibi iftiraların da üzerimizden kalkması gerekir. Yoksa bizim de ileride vatanımıza dönsek de o toplumda etkili olmamız, misyon ve görevimizi ifa edebilmemiz mümkün olmaz.