Tevhid'in büyük cemal aynası...
İslâmî tevhid inancımıza göre Cenab-ı Hak, zerreden kürelere kadar bütün kainatı her an yeniden yeniye yaratmakta, her an her şeyden haberdar olmaktadır. O’nun ilminin, iradesinin ve kudretinin dışında hiçbir şey olmamaktadır. O’nun izni olmadan bir yaprak kıpırdamaz, bir zerre hareket etmez. Az-çok, küçük-büyük her an her şey O’nun tasarrufu, tedbiri ve idaresi altındadır. Onun için her şey, herşeyle bağlıdır. En küçük bir şey bile tevhid nazarı ile bakıldığında diğer benzer şeyleri de hatıra getirir. Böylece muhteşem bir görüntü ve muazzam karşımıza çıkarır…
Bu hususu izah ederken Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Peygamber Efendimizin (S.A.S.) meşhur bir yemin etme tarzını misal olarak getirir: “Muhammed’in zâtı ve hayatı, Kudretinin elinde olan Allah’a yemin ederim ki…” Bu yemin şekli gösteriyor ki, kainat ağacının en geniş dairesi, en ucu ve nihayeti ve teferruatı dahi Cenab-ı Hakkın kudretiyle ve iradesiyledir.
Peygamber Efendimiz “Vallahi, Billahi ve Tallahi” şeklinde yemin yerine “Muhammed’in zatı ve hayatı kudretinin elinde olan Allah’a yemin ederim ki…”demekle, demiş oluyor ki: “Bütün kainat, yedi kat gökler, içinde bulunduğumuz dünya seması… Bu semâda bulunan binlerce saman yolu… Onların içinde bulunan binlerce güneş sistemi… Onların içinde bizim güneş sistemimiz… Bizim sistemimizin içinde dünyamız… Dünyamızda denizler ve karalar. Karalarda milyonlarca canlı türler. Bunlar içinde insan nevi… İnsan nev’i de milyarlarca insan ve bunlar içinde Hz. Muhammed Aleyhisselam… İşte kainat ağacının en ucunda bir meyve olan Muhammed Aleyhisselam gibi bir zâtın bile zatı ve hayatı, kendi kendine mâlik olmazsa, fiillerinde serbest bulunmazsa, hareketleri başka bir Zât’ın iradesine bağlı ise, elbette hiçbir şey hiç bir durum, hiçbir hal, hiçbir keyfiyet, cüz’î olsun, küllî olsun o herşeyi kuşatan iktidarın, o herşeyi kapsayan iradenin tasarruf dairesinin hâricinde olamaz…
En küçük olayları dahi, o büyük tevhid aynasına aksettirerek değerlendirmenin önemi açısından Üstad’ın verdiği misallere bakalım…
Meselâ, iktidarsız ve iradesiz bir yavrunun imdadına umulmadık bir yerden, yani kan ve fışkı ortasından beyaz, sâfî, temiz bir SÜT göndermek olan cüzî bir fiil var. Biz bunu tevhid aynasına yansttığımız zaman, yani tevhid nazarıyla baktığımızda, birden bütün yavruların pek çok harikulâde ve pek çok şefkatle meydana gelen küllî ve umûmî beslenmeleri, validelerinin şefkat ve sevgisinin, onların bakımına ve görümüne verilmesi ortaya çıkar. Bir olay diğer binlercesini hatırlatır ve birbirine bağlayarak büyük ve parlak bir ayna olarak hepsini içinde gösterir.
Böylece Rahman olan Cenab-ı Hakkın rahmetinin ezelî cemâli, tam bir şaşaa ile görünür. Eğer o cüz’î olay, o bir yavrunun harika şekilde süt ile beslenmesi meselesi, her an her şeyi Yapan Yaratan tek Zât’ın işi olarak tevhid nazarı ile bakılmazsa, o cemâl, o şaşaa gizlenir ve o cüz’î besleme olayı da, sebeplere, tesadüfe ve tabiata havale edilir, bütün bütün kıymetini, belki mâhiyetini kaybeder.
Hem Üstad Hazretlerinin verdiği ikinci misale göre: Meselâ, müthiş bir hastalıktan ŞİFÂ bulmak, eğer tevhid nazarı ile bakılsa, birden yeryüzü denilen büyük hastanede bulunan bütün dertlilere, âlem denilen en büyük eczaneden ilaçlarla derman ve devâlarla ŞİFÂ ihsan etmek yüzünde, mutlak rahmet ve şefkat Sâhibi Cenab-ı Hakkın şefkatinin cemâli ve rahmetinin güzellileri küllî ve şaşaalı bir surette görünür… Eğer Tevhid nazarı ile bakılmazsa, o cüz’î fakat, bilerek, görerek, şuurlu bir şekilde ortaya konulan ŞİFÂ vermek işi, cansız ve donuk ilaçların özelliklerine, kör kuvvete ve şuursuz tabiata verilir. Bütün bütün mâhiyetini, hikmetini ve kıymetini kaybeder.
Üstad Hazretleri meselenin tam bu noktasında “Allah’ım, Efendimiz Muhammed Aleyhisselama ve onun âline bütün dertler ve o dertlere verilen devâ ve şifalar sayısınca salât eyle… Ona ve âline çok çok bereket ihsan edip, selâm et.” salavâtının ehemmiyetinden dolayıdır ki, insanın yaratılış hikmeti, pek çok istidat ve kabiliyeti kendinde toplama sırrı ise, her zaman her dakika Yaradan’a iltica edip yalvarmak ve hamdedip şükretmek olduğundan; insanı, İlâhî Dergâha kamçı vurup sevk eden en keskin, en tesirli sâik, hastalıklar olduğu gibi, insanı tam bir şevk ile şükre sevkeden ve tam mânası ile minnettar edip hamdettiren tatlı nimetler ise, başta şifalar ve devâlar ve âfiyetler olduğundan, (dert ve devadan bahseden) bu salavat gayet şerefli ve mânidar olmuştur.
Tam meselenin burasında Üstad şöyle diyor: “Ben bazen ‘dertler ve devâlar adedince…’ dedikçe, küre-i arzı bir hastane suretinde ve maddî ve mânevî bütün dertlerin ve ihtiyaçların dermanlarını ihsan eden, Şâfi-i Hakikî olan Cenab-ı Hakkın pek âşikar mevcudiyetini ve küllî bir şefkatini, kudsî ve geniş bir rahimiyetini hissediyorum.”
Evet, en küçük olaylara bile Tevhid nazarıyla bakmak, insana hem bir tefekkür zevki hem de imandan kaynayan kalbî bir zevki veriyor…
Bu husus, pek içine dalmadığımız büyük bir okyanus ve sonsuz bir hazine…
Safvet Senih