Cemil Tokpınar / Tr724
BEBEKLERİN ÂHI, İNDİRİR ŞAHI!
Çocuk masumiyetin ve saflığın sembolüdür.
Çocuk neşedir, huzurdur, mutluluktur.
Çocuk hayatın tadıdır, tuzudur, lezzetidir, güzelliğidir.
Çocuk melektir, melek gibi saf ve temizdir, günahsızdır.
Bu yüzden Allah, onları işlediklerinden mesul tutmaz, günah yazmaz.
Çocuk bütün milletlerde, bütün dinlerde, bütün kültürlerde sevilir, şefkat edilir, incitilmez, kavgada bile büyüklerden ayrı tutulur.
Ve çocuklar savaşta bile masumdur. Onlara dokunulmaz, ceza verilmez. Aksine muhtemel tehlikelere karşı korunur.
Hatta bazen çocukların hatırı için annesi babası affedilir, cezası ertelenir.
Bu yüzden 5275 sayılı Kanunun 16/4 maddesine göre, “Hapis cezasının infazı, gebe olan veya doğurduğu tarihten itibaren altı ay geçmemiş bulunan kadınlar hakkında geri bırakılır…”
Aynı Kanunun 116. maddesine göre, “ceza ertelemesi”, tutuklular hakkında da uygulanır. Buna göre, hamile ve altı aydan küçük bebeği olanların tutuklanması yanlıştır, yasaktır, suçtur, zulümdür.
Gelin görün ki, Anayasasında “hukuk devleti” yazan Türkiye’nin cezaevlerinde 17 bin kadın ve 700 çocuk çile ve ıstırap çekiyor.
Üstelik bunların büyük bir çoğunluğu, hükümlü değil, tutuklu.
İçlerinde hamileler, lohusalar olduğu gibi, henüz doğmadan bebeği vefat edenler, hatta bebeğiyle birlikte ömrünün baharında dünyaya veda eden hamileler var.
Şefkat kahramanı bir annenin kendisiyle birlikte ciğerparesinin de acı ve ıstırabına katlanması, ona yapılacak en büyük işkence değil midir?
Hepsi 7 yaşın altında
Cezaevlerinde 668 çocuk varken yaşlara göre dağılım şöyleydi:
149 çocuk: bir yaşın altında,
140 bir yaşında,
124 iki yaşında,
117 üç yaşında,
77 dört yaşında,
44 beş yaşında,
6 altı yaşında,
11 çocuğun yaşları hakkında bilgi mevcut değildir.
Allah aşkına, şu yaşlara bakın, içlerinde 7 yaşında bile çocuk yok! Bu çocukların ne işi var cezaevinde?
Çocukların yurdu yuvası hapishane değildir; evdir, okuldur, parktır, bahçedir.
Cezaevinin olumsuz şartlarına nasıl dayanır bu zayıf bedenler? Onların melek kadar temiz beyinleri, vicdanları, duyguları nasıl bir travma yaşıyor hayal edebiliyor muyuz?
Acaba kanuna rağmen çocukları hapse sokmakta beis görmeyenler, hangi usule, hangi kurala göre hareket ediyor?
Siz hangi dindensiniz?
35 yıl boyunca kanun dışı zulümlere uğrayan ve hep tahammül eden Bediüzzaman Hazretleri, kendi tamir ettirdiği bir mescitte arkadaşlarıyla namaz kılarken jandarmanın baskın yapmasına karşı sabrının tükendiğini belirterek çağının zalimlerine 80 yıl önce seslenirken, sanki bugünkü gaddarlara da hesap soruyor:
“Dünyada hükûmet süren, hükmeden her kavmin, hatta insan eti yiyen yamyamların, hatta vahşi canavar bir çete reisinin bir usûlü var, bir düstur ile hükmeder. Siz hangi usûlle bu acib tecavüzü yapıyorsunuz? Kanununuzu ibraz ediniz! Yoksa bazı alçak memurların keyiflerini, kanun mu kabul ediyorsunuz?” (29. Mektup, 6. Kısım)
Gerçekten insan merak ediyor: Beş yıldır kadın erkek, çoluk çocuk, genç ihtiyar, hasta yaralı, hamile, lohusa, ameliyatlı demeden zulmedenler, acaba hangi kurala, hangi usule göre hareket ediyorlar? Bu zulmü yapanların inandığı din, ahlâk, değer ölçüleri hangisidir? Çünkü hiçbir din, hiçbir ahlâk sistemi hamile ve lohusalara, yaşlı ve hastalara dokunulmasına müsaade etmezken, yeni doğum yapan bir kadının kapısında polisin nöbet tutması, ertesi gün alıp bebeğiyle birlikte cezaevine koyması nasıl bir vicdansızlıktır, nasıl bir namertliktir, nasıl bir alçaklıktır?
Tepkisizlik, zulme davetiyedir
İşin acıklı tarafı, bu haksızlıklara itiraz etmesi gereken yığınların tam bir sessizliğe bürünmesidir. Oysa değil 700 bebek, bir tek bebek bile haksız yere annesiyle birlikte hapse atılsa, basının, sosyal medyanın tepki seliyle ülkeyi sarsması gerekirdi.
Bir televizyon programında “Çocuklar ölmesin” dediği için hapis cezası verilen Ayşe Öğretmen için gösterilen toplumsal duyarlılığın belki 700 katı 700 bebek için gösterilmeliydi. Maalesef toplumdaki farklı eğilimler mağduriyet seçimi yapıp duruma göre tavır alıyor. Tepkimizi belirleme kriteri olarak hakperestliğin yerini, “bizden mi – onlardan mı?” düşüncesi alırsa zalimler daha nice zulümler yapabilirler.
Asıl acılardan daha acı ve anlaşılması imkânsız olan bir durum var. Biz çocukları çok seven, çok şefkat eden, hatta kuşu ölen bir çocuğa taziyeye giden bir Peygamberin (s.a.v.) ümmetiyiz.
Şimdi soruyorum: Gazetelerde yazan, televizyonlarda konuşan, kürsülerde, sahnelerde sevgiden, şefkatten, adaletten bahseden, konferans salonlarında ağlayarak dini anlatan hocalara, âlimlere, kanaat önderlerine, farklı cemaatlerin ileri gelenlerine!
Haydi, binlerce yalan ve iftiraya inanmış gibi görünüp annelere babalara yapılan zulümlere karşı çıkmıyor, sessiz kalmayı tercih ediyorsunuz!
Peki, çocukların ne günahı var? Yahu bunlar çocuk! Bunlar masum, bunlar melek, bunlar günahsız.
Çocuklara şefkat, belaları def eder
Yıllar sonra bunlar fidan gibi delikanlı olduğunda, bir gün bir yerde karşınıza çıkıp, “Hocam, ben 20 yıl önce annemle cezaevinde çile doldururken sen neden iki laf etmedin, iki cümle yazmadın? Adaleti emreden, zulme karşı çıkan Kur’an’dan neden ders almadın? Neden haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan oldun?” diye yüzünüze tükürdüklerinde ne yapacaksınız?
Allah bu milleti her türlü bela ve musibetten korusun. Çünkü haksızlık, bilhassa çocuklara yapılan zulüm, umumî belalara sebep olur.
İşte belgesi: Şöyle buyuruyor Allah Resulü (s.a.v.):
“Eğer beli bükülmüş yaşlılar, takva sahibi gençler, süt emen çocuklar, yayılan hayvanlar olmasaydı, belalar sel gibi üstünüze dökülecekti.”(Ebu Yala el-Mevsıli, Müsned, 11/511)
Böyle giderse milletin üzerine sel gibi afetler gelebilir. Çünkü “Mazlumun âhı tâ Arşa kadar gider” (Buharî, Cihad:18). Hele de zulmedilen masum, aciz, zayıf, savunmasız, korumasız 700 çocuksa…
Rabbim sessiz yığınlara ve onları aydınlatma görevini yapmayan kimselere akıl, fikir, basiret ve feraset ihsan etsin.