Mehmet Ali Şengül / samanyoluhaber.com
Rahmetiyle, mağfiretiyle ehl-i îmanı Firdevslere hazırlayan, Allah’ın rahmetinin sağanak sağanak üzerimize döküldüğü, mânevî atmosferinin ruhumuzu okşadığı mübârek ay Ramazan-ı Şerif, içimizde hüzün bırakarak ayrıldı.
Ehl-i îmanın uhrevîleşmesini temin eden, şer düşüncelerin önünü kesen, bizlere huzur iklimini tattırıp mânevî bahar mevsimi yaşatan; oruç, terâvih namazı, iftar, sahur, muhtevâyı anlama niyet ve gayretiyle okunan mukâbeleler, sohbetler, zikir ve fikirler, ziyâretler, hizmetler, zekât, sadaka, sadaka-i fıtır ile fakirlerin, gariplerin, yetimlerin imdâdına koşulan, insî ve cinnî şeytanları çatlatan, yapılan hayır ve hasenâtın coşkulu bir şekilde hayâta yansımasına vesile olan Ramazan-ı Şerif, içimizde ayrılık ateşini yakıp hüzün bırakarak gitti.
Ramazan-ı Şerif; kalblere inşirah vererek, ümitle coşturarak, bir meltem esintisiyle, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hiç kimsenin tahayyül ve tasavvur edemediği sürpriz nimetlerin vâdedildiği, ölümsüz ve ebedî âlemin güzelliklerini ruhlara üfleyerek ve ömrü olanlara, ‘seneye tekrar buluşmak üzere’ diyerek vedâ etti.
Bütün bunları ve daha nice güzellikleri insanlığa kazandıran, ilâhî rahmetin, af ve mağfiretin gönülleri yıkayarak, âhiret hesâbına yatırım yapma fırsatının yakalandığı; rahmet, mağfiret ve günahlardan arınma imkanı kazandıran ve Allah’ın husûsî lütuflarının ruhları sardığı bu atmosferle, her ne kadar hüzünlü de olsa Allah (cc) bayrama kavuşmayı lütfeyledi.
Sevincin, sevginin en uygun mevsimi, neş’e ve sürur günü olan bayramı yine hüzünle kutluyoruz. Çünkü dünyânın bir çok yerinde husûsiyle ülkemizde; parçalanmış aileler, mağdur, mazlum, mahkum durumda bulunan boynu bükük, gözü yaşlı, yetim, özürlü ve buruk hale getirilen insanlar olduğunu,değişik sebeplerden vefât eden kardeşlerimizi görmekteyiz. Bu nedenle idrak ettiğimiz bu bayramda elbette sevinemiyor ve gülemiyoruz.
Bütün bunlara rağmen, -inşaallah- şafak söküyor, ortalık ağarıyor, nesl-i cedîdle dünya kurtuluş arefesinde, günler yavaş yavaş gerçek bayrama kayıyor. Bizler için önemli olan, Allah’ın lütfettiği, ikram ettiği nimetlere şükürle mukâbelede bulunma ve, musîbetlere de sabırla katlanmak olmalıdır.
Mübârek Ramazan-ı Şerif’te, bir ay emre itaat şuuruyla, helâl nimetlere bile el uzatmadan, mânevî latîfeleri öne çıkararak, mânevî hayatı güçlendirme, bütün maddî-mânevî uzyvlarımızı ve duygularımızı rızâ-yı İlâhî’ye açık tutarak oruç tutmanın, bin aydan daha hayırlı Kadir gecesini ihyâ etmenin ve bir aylık orucun sonunda toplu iftara ermenin, Allah’ın affına ve mağfiretine mazhar olmanın bir neticesi ve sevinci olan Bayram da bir nimettir. Bu nimetin şükrü de, bir yıl boyu hayatımızın her gününü Ramazan bilip, her gecesini de Kadir gecesi gibi değerlendirmekle mümkündür.
Gecelerin gündüz, kışların bahar olması, gönüllerin ve hayallerin bir daha kirlenmemesi, cennet kapılarının aralanması; emr-i ilahi olan ötelere dâvet henüz vuku bulmadan Allah’ın lütfettiği imkanların en iyi şekilde değerlendirilmesine ve ‘bu günüm hayatımın son günü ve son gecesi’ müâahazasıyla hayâtı tanzim etmeye bağlıdır.
Ramazan-ı Şerif’e ve orucuna, Kadir gecesine ve Bayram’a bir daha ulaşmak ya nasip olur ya olmaz. Nice sevdiklerimiz, dost ve akrabalarımız, komşu ve arkadaşlarımızdan bu yıl kaybettiklerimiz, hatta Ramazan-ı Şerif’e beraber başladığımız halde bizlere ‘elvedâ’ deyip, bayrama kavuşamadan ölümsüz âleme, sevdiklerine ulaşan kardeşlerimiz ve yakınlarımız vardır. Bu insanlar gibi bizler de, her an bu dâvetin namzetleriyiz.
Evet, insanların hâkimler Hakimi Allah huzurunda zerre kadar hayır ve şerden hesap verecekleri gün ve kıyâmetin vukû bulacağı muhakkaktır. Her geçen gün sırların çözüleceği, hesapların sür’atle görüleceği o büyük mahkemeye doğru yaklaştığını bilmem kaç insan düşünüyor ve kaç insan hayâtını ona göre tanzim ediyor?
Cenâb-ı Hak Enbiya sûresi 35.âyette, “Her can ölümü tadacaktır. Biz, sizi sınamak için gâh şerle, gâh hayırla imtihan ederiz. Sonunda Bizim huzûrumuza getirileceksiniz.” ve Müddessir sûresi 38.-39.âyetlerde; “Ashab-ı yeminden, hesap defterini sağ tarafından alan cennetlikler dışında herkes, yaptığı işlerin rehini ve esiri olacaktır.” Buyurmaktadır. Ve yine Müddessir sûresi 40.-47. Âyetlerde şu hakîkatler anlatılmaktadır:
“Onlar mutlaka cennetlerde mücrimlerin hallerini hatırlarını soracaklar: ‘Neydi bu cehenneme sizi sürükleyen?’ Onlar şöyle cevap verecekler: ‘Biz namaz kılanlardan değildik. Fakirleri doyurmaz, onların ihtiyaçlarıyla ilgilenmezdik. Batıl sözlere dalanlarla beraber biz de dalardık. Bu hesap gününü yalan sayardık. Ölüm bizi yakalayıncaya kadar hep böyle idik.”
Rabbimiz; Bakara sûresi 207.âyette, “İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendisini fedâ eder. Allah da kullarına pek merhametlidir.”
Hud sûresi 117.âyette de,
“…onlar hayırlı işlere koşuşur, iyilikte yarışır, hem ümit, hem de endişe içinde Bize yakarırlardı. Rabbin, halkı dürüst hareket eden, hem kendi nefislerini, hem de birbirlerini düzeltmeye çalışan diyarları, haksız yere asla helâk etmez.” Buyurmaktadır.
Dünyânın mâhiyetini bize hatırlatan günlük hayat o kadar sür’atli geçiyor ki, insanın eli ayağı dolaşıyor, yapmak istediği nice hayırlı işler ve kulluk vazifelerinin hakkını vermekte zorlanıyor. Buna rağmen mü’minin vazifesi, zorlukları sabırla aşmak ve başarmak olmalıdır.
Zaman durmuyor, sür’atle gidiyor. Bize emânet edilen paha biçilmez nice kıymetler, değerler ve fırsatlar bir bir elimizden kaçıyor. Şu an Ramazan-ı Şerif’in bize vedâ edip ayrıldığı gibi..
Görülüyor ki, bizden evvel dünyâya sâhip olanlar bırakıp gittiler. Bizler de gidenleri takip ediyoruz. İnkar edenler ebediyyen sevdiklerini kaybetmiş olarak haşredilecek ve azâb-ı elimle kucaklaşacaklardır. İnandığı halde inandığı gibi yaşamayanlar bütün dostlarından, sevdiklerinden mahrum kalarak ebedi bir haps-i münferit içinde yaşamaya mahkum edileceklerdir.
İnancını gönülden, ihlâs ve samîmiyetle yerine getirenler, dünya açısından her türlü mihnet ve sıkıntılara rağmen Allah’ın rızâsını hedefleyenler ise; vâd edilen cennet saraylarına açılan bir koridor durumunda bulunan kabire, -inşâallah- emniyet ve huzur içinde girecekler ve bütün dostları ile beraber cennetin nimetlerine mazhar olacaklardır. Orada herkes inancına, niyetine göre muâmele görecek, kimseye zulmedilmeyecektir.
İnsanların cehennemden korunması ve kurtulması, ölümsüz, elemsiz cennet hayatına kavuşabilmesi; iman, sâlih amel, vefâ ve sadâkatle istikâmetlerini korumak ve îmanlarının hakkını vermekle mümkün olacaktır.
İnsan, evvelâ Allah’a ve âhirete îman ederek, rızây-ı İlâhi’yi elde etme niyetiyle, âhirette bütün sevdiklerine kavuşma, onlarla cennette buluşma yolunda, ciddi gayret göstermek sûretiyle, ebedî hayâtı kazanma imkanını elde edecektir. Yoksa, kabir kapısında insanı yalnız bırakacak olan dünyânın geçici lezzet ve menfaatleri, makam, mansıb, şan ve şöhretleri, haram ve günahları, insana hiçbir şey kazandıramayacaktır.
İnanmış gönüller, Bayram günlerini âhiret hazinelerinin kapılarının açılmasına vesîle olacak şekilde değerlendirmeli; büyüklere saygı ve hürmeti, küçüklere sevgi, şefkat ve merhametle muâmeleyi, kötülük yapanlara karşı bile dişini sıkıp iyilikle mukâbelede bulunmayı yâni, imkanlar ölçüsünde barışa, huzur ve güvene katkıda bulunmayı ihmal etmemelidirler.
Her bayram; geleceğin rengârenk şehrayinleriyle gelir, en tatlı ve en çarpıcı tarihî levhaları insanın kalbine aksettirir, öyle gider..
Mefkûre insanları büyük ruhlar; bayramlarda, maddî- mânevî irfâna ermiş, duyguları itibariyle incelmiş, ruhuyla bütünleşmiş ve birbiriyle sarmaş dolaş, geleceğin mutlu nesillerini hayalen seyredip mest olurlar. Gözleri önünde, kafası fen ve teknikle, kalbi Yüce Yaratıcı’ya iman, O’na muhabbet ve varlığa sevgiyle dolu, itminâna ermiş insanlar belirirler.
Bu hak dostlarının ideallerindeki iklimde; yaşlıları, çok muhterem ve insanlığa yükselmiş, gençleri iffetli ve nefsini frenlemiş, çocukları rengârenk ve yukarıdan gelen ışıklarla yüzleri hep aydın, kadınları bu sihirli cümbüşün hazırlayıcısı olarak tahayyül eder, bayramda iliklerine kadar hazlara gömülürler.
Yine arzulanan o iklimde idâre, en hassas ve usta ellerin işlediği gergefler gibi ölçülü, nizâm ve âsayiş kaneviçeden çıkmış bir nakış mevzuniyeti içinde belirir. Adâlet, coşkun ve şehbal açmıştır her tarafta, zulüm sarsık, yılgın ve mecalsizdir. Ne zâlimin hay huyu duyulur, ne de mazlumun iniltisi..
Mü’minler, bilhassa bu günlerin gecelerini, günahları yıkayacak, marziyât-ı ilâhîyeye yaklaştıracak, namazları Allah’ı görüyor şuuruyla ikâme edip, O’na en yakın olunan secde halinde; ‘Tesbih ederim yüce Rabbimi; her çeşit kusurdan münezzehdir O! ’ zikirlerini, “Ey bizim kerîm Rabbimiz, bize hidâyet verdikten sonra kalplerimizi saptırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz bağışı bol olan Vehhab Sensin Sen! (Ali İmran- 8) ’ duâlarını ve başka bilinen duâları bol bol yapmalıdırlar. Allah’a, her türlü şerirlerin şerrinden, şeytan ve nefs-i emmârenin, zâlim ve münâfıkların tuzaklarından koruması adına yalvarıp yakarmalı, âcizliklerini, sıfır olduklarını, hiçliklerini Allah’a karşı ifâde etmelidirler.
Başta Efendiler Efendisi Efendimiz Hz.Muhammed (Sallallahu Aleyhi vesellem), Sahâbe Efendilerimiz (Radiyallahu Anhüm) ve bütün hak dostlarının, gecelerini hep kıyamla, tezekkür ve tefekkürle geçirdiklerini ve mü’minlere örnek olduklarını görüyoruz. Mü’minler de, bütün samîmiyetiyle gelecek nesillere, hüsn-ü misâl olacak şekilde hayâtını ve ömrünü değerlendirmeli, bu mevzûda gayret göstermelidirler.
“İslâm’da birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensar ile onlara güzelce tâbi olanlar yok mu?Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan râzı oldular. Allah onlara içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırladı. Onlar oralara devamlı kalmak üzere gireceklerdir. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı!” (Tevbe sûresi, 100)
“Allah mümin erkeklere de, mümin kadınlara da, ebedî kalmak üzere girecekleri, içinden ırmaklar akan cennetler vaad etti. Hem Adn cennetlerinde hoş hoş konaklar! Hepsinden âlası ise Allah’ın kendilerinden razı olmasıdır. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı budur.” (Tevbe sûresi, 72)
Hele amel ve davranışların ötesinde, kalblerdeki hâlis niyetlere terettüp eden ilâhî hediyeler vardır ki, onlar bütün bütün tasavvurlar üstüdür, bunlara nâil olmak bambaşka bir bayramdır.
“İyi ve güzel davranışlarda bulunan ihsan ehline en güzel mükâfat Cennet.. ve daha da fazlası olarak, Allah’ın cemâlini rü’yet.. Onların yüzlerine ne bir leke bulaşır, ne de bir zillet! Onlar ashab-ı Cennet, hep orada muhalled” (Yunus, 10/26)
Nihâyet, keyfiyetsiz, idraksiz, ihâtasız ve misalsiz olarak Cenâb-ı Hakk’ın cemâlini müşâhede etme devletine erenler, Cennet’te olduklarını ve Cennet nimetlerini de unutacaklar; gayri sadece O’nu görecek, O’nu bilecek, O’nu duyacak, O’nun varlığının ziyâsına bağlanacak ve pâr pâr parlamaya başlayacaklar. İşte, bu tarife gelmez bahtiyarlık da tasavvurları aşkın bir bayramdır.
Mü’minler de; bu mazhariyetlerin ötesinde ‘Rıdvan’ iltifâtı ile de müjdelenmektedirler ki, belki de en büyük bayram onunla olacaktır. İşte içinde bulunduğumuz şu bayramlar, bütün o muhteşem bayramların küçük bir örneği.
Buradaki bayramları, şükre ve zikrullaha vesîle kılanlar, vicdanında îmanın zevkine uyananlar, İslâmî heyecânını hayâtının sonuna kadar koruyanlar ve o büyük saâdete erene kadar, sadece îmar ve ıslah için yaşayanlar; hâsılı, bir ömür boyu kulluk orucuna devam edip, Hz.Azrâil’in (ra) ‘gel’ demesini iftâr vakti sayanlar, peşi peşine o hârika bayramlara da kavuşacaklar inşâallah..
Bu vesileyle, bütün kardeşlerimizin ve Ümmet-i Muhammed’in (Sallallahu Aleyhi Ve selem) bayramlarını tebrik ediyor, bütün insanlık hakkında hayırlara vesîle olmasını, sulh-u umûminin gerçekleşmesini; mazlum, mağdur, mahkum, câniler gibi elleri ayakları zincirli hücre hapislerinde yatmakta olan, haklarında müebbet hapis cezâları kesilen masumlar, mahcur ve gaybûbet içindeki bütün kardeşlerimizin necâtını, asırlarca dîn-i mübîn-i İslâm’a hizmet vermiş ve âlem-i İslâm’a bayraktarlık yapmış şerefli milletimizin torunlarına Allah’ın basiret vermesini diliyor ve duâ ediyorum.
Bayramınız mübârek, ömrünüz, yuvalarınız ve hizmetleriniz bereketlerle dolsun. Âmin.