Safvet Senih
Bir Başka Çizgi
Üstad Bediüzzaman Hazretleri Dördüncü Mektup’ta bir parça MAHREM SIR’dan bahsediyor: “Ehl-i hakikatin bir kısmı, nasıl ki VEDÛD ismine mazhardırlar ve âzamî bir mertebede o ismin cilveleriyle, mevcudatın pencereleriyle Cenab-ı Hakk’a bakıyorlar; öyle de şu hiç-ender hiç olan kardeşinize yalnız Kur’an hizmetine istihdamı hengâmında, o nihayetsiz hazinenin dellâlı olduğu bir vakitte RAHÎM isminin, HAKÎM isminin mazhariyetine vesile bir vaziyet verilmiş. Bütün Sözler (Nur Risaleleri), o mazhariyetin cilveleridir. İnşaallah o Sözler, ‘Kime HİKMET verilmişse, ona çok hayır verilmiş; doğrusu o kimse büyük bir hayra mazhar kılınmıştır.’ (Bakara Suresi, 2/269)
Yirmi Altıncı Söz’ün Zeylinde ise şöyle diyor:
“Cenab-ı Hakk’a ulaşacak yollar (tarikatlar) pek çoktur. Bütün HAK TARİKATLAR, KUR’AN’dan alınmıştır. Fakat tarikatların bâzısı, bazısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O tarikatlar içinde, kısır anlayışımla Kur’an’dan istifade ettiğim ‘ACZ, FAKR, ŞEFKAT ve TEFEKKÜR’ tarikatıdır (yoludur).”
Ayrıca Dördüncü Mektub’u “İkinci”sinde Üstad şöyle diyor: “Der tarik-i Nakşibendi, lâzım âmed çar terk (Nakşibendi tarikatında dört şey, terk etmek gerekir): Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk. (Dünyayı terk, âhireti terk, kendini terk, hatta bu terkleri de terk edip unutmak)” olan güzel, hoş fıkra birden hatıra geldi. O hatıra ile beraber birden şu fıkra doğup belirdi: ‘Der tarik-i acz-mendi, lâzım âmed çar çiz, (Allah’a ulaşma yolunda, O’nun sınırsız kudreti karşısında insanın, sonsuz âcizliğini rehber edinme metodunda dört şey gerekir); Fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak, ey aziz! (Cenab-ı Hakkın engin ve sonsuz zenginliği karşısında Allah’a olan ihtiyacını bilme; tam bir âcizlik içinde olduğunu idrak etme; Cenab-ı Hakkın sonsuz nimetlerine karşı şükretme; iman ve Kur’an hizmetinde gevşekliğe düşmeme ve Cenab-ı Hakk, karşısında daima arzu, ümit ve güven içerisinde olma ey aziz!)
Zeyl’de şöyle bir izah var: “Evet, ACZ dahi AŞK gibi belki daha selâmetli bir tariktir ki; ubudiyet yoluyla mahbûbiyete kadar gider. FAKR dahi, Rahman ismine ulaştırır. Hem ŞEFKAT dahi, aşk gibi beli daha keskin ve daha geniş bir yoldur ki, Rahîm ismine ulaştırır. Hem TEFEKKÜR dahi, aşk gibi belki daha zengin, daha parlak, daha geniş bir yoldur ki, Hakîm ismine ulaştırır.”
Zâhirden hakikata geçmenin iki yolu var:
“Birincisi: Akrebiyetin (Allah’ın bize bizden ve herşeye herşeyden daha yakın olmasının) inkişafıdır ki, Peygamberlikteki kurbiyet (yakınlık) ona bakar ve peygamberlik vârisliği ve sohbeti cihetiyle SAHABELER o sırra mazhardırlar.
“İkincisi: Bu’diyetimiz (uzaklığımız) noktasında mertebeler kat edip bir derece kurbiyete (yakınlığa) müşerref olmaktır ki, velilik seyr u sülûkün (ilerleme yolculuğunun) çoğu ona göre ve seyr-i enfüsî ve seyr-i âfâkî (iç âlemimizde seyir ve âfakta yani dış âlemde seyir) bu suretle cereyan ediyor.
“İşte, birinci suret sırf vehbîdir (sırf Allah vergisidir), kesbî (insanın gayreti) değil. İncizaptır, cezb-i Rahmânî’dir ve mahbubiyettir. Yol kısadır, fakat çok metin ve çok yüksektir ve çok hâlistir ve gölgesizdir. Diğeri kesbîdir, uzundur, gölgelidir. Acâip hârikaları çok ise de kıymetçe, kurbiyetçe evvelkisine yetişemez.”
“Kalbin Zümrüt Tepeleri”nde M. Fethullah Gülen Hocaefendi “Seyr-u Sülukte Bir Başka Çizgi” başlıklı bölümde, “Hem seyr-i ruhânî hem de onun içinde önemli bir yer işgal eden ÇİLE vâsıtasıyla kazanılmış mertebe, derece, mevhibe ve vâridata ulaşmanın başka alternatiflerinin bulunduğu da bir gerçek. Bilhassa bu alternatifler arasında, bir mânâda, peygamberlik hakikatının tecellisi ve SAHABE MESLEĞİNİ’nin inkişaf ettirilmesi yolu da diyebileceğimiz farklı yöntemler de vardır:
“Esbab açısından, çok şeye güç yetiştirememe şuurunda olma mânasında ACZ; her nesne ve her varlığın hakiki sahibi, mâliki Allah olduğu gerçeğini kavrama anlamında FAKR; herkesi ve her nesneyi O’ndan ötürü kucaklama şeklinde yorumlayacağımız ŞEFKAT; her gün yepyeni bir heyecanla âfak (dış âlemi) ve enfüsü (iç dünyamızı) hallaç etme genişliğinde, disiplinli düşünme diyeceğimiz TEFEKKÜR; ayrıca bu çerçevede sürdürülen hizmette hiç sönmeyen bir aşk ve iştiyak, sonra da bu mazhariyetlerin şuurunda olarak, bütün bunlara söz, tavır ve davranışlarla mukabelede bulunma mânâsına gelen kesintisiz şükür böyle bir alternatif yöntemin temel esaslarıdırlar.
“Bediüzzaman Hazretlerine göre bu yol, daha kestirme, daha selâmetli ve daha emindir; ACZ; AŞK’ın yanında, hatta önünde MAHBUBİYET ufkuna uzanan öyle ışıktan bir helezondur ki, âcizliğin kavranılması ölçüsünde insan bu yöntemle her yoldan daha sür’atli isteğine ulaşabilir. FAKR, şuurdaki derinliği ölçüsünde, en disiplinli cehd ve gayretlerin bile önünde öyle tükenmez bir sermayedir ki, hak yolcusu onunla bir hamlede rahmeniyetin vesayetine sığınır ve Kudreti sonsuzun herşeye yeten gücüne ulaşır ve dayanır. ŞEFKAT, aşktan daha derin, daha içten öyle bir duygudur ki, rahimiyetin tezahürü böyle bir duyguyu taşıyan hiçbir yolcu şimdiye kadar yolda kalmamıştır. TEFEKKÜR; âfak ve enfüsün tetkik ve temâşâsıyla her şeyi hikmete bağlayan aydınlık ruhların yolu… ŞEVK; her zaman nokta-i istinad ve nokta-i istimdat şuurunda olan, dolayısıyla da hiçbir zaman ümitsizlik ve inkisara düşmeyenlerin hali… ŞÜKÜR de; iç içe hiçlere terettüp eden bunca nimete karşı şuurla mukabelenin ayrı bir ünvanıdır.”
Risale-i Nurlara ve Pırlantalara dikkat ederek bu ince ve derin gerçeklere dalmamız gerekecektir.