Rüya görüyordu. Ter içerisindeydi. Sık sık soluk alıp veriyordu. Sesler çıkarıyordu. Bu bir kabustu. Rüyadaydı.
Her şey 7 yıl önce başlamıştı. Ülkede yönetim iktidarını sağlamlaştıran ve Anadolunun asıl sahiplerini yok etmeyi hedefleyen bir girişim olmuştu. Artık Anadolu’nun kahraman hanımları, yiğit beyleri, aslan yürekli gençleri sözde hain olmuştu. Bir vatansever bir gecede terörist oluverir mi? Komşular, akrabalar kapılarını kapatmışlardı. Ülke onun için yaşanmaz bir hal almıştı. 1.5 yıl cezaevinde kaldı. Eşi çok şükür ki soruşturmadan sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest kalmıştı. Şimdi davaları Yargıtay aşamasındaydı. Yakında sonuçlanacak ve cezanın kalan bölümü için eşi ve kendisi tekrar Medrese-i Yusufiye’ye gireceklerdi. O zaman cocuklarına kim bakacaktı? Akrabalardan fayda yoktu. Anne babalar aynı anda hapise girince çocuklar veriliyordu. Ailenin maişetini kim, nasıl sağlayacaktı? Süreçte pazarcılık yaparak ailesinin geçimini sağlamıştı. Oysa daha önce karısı da kendisi de devlet memuruydu ve iyi bir maaş alıyorlardı. Ancak şimdi Kanun Hükmünde Kararname (KYK) ile meslekten ihraç edilmişlerdi.
Bu dünyada Allah rızası uğruna kimler kimler, neler neler yaşamıştı. Peygamberler Sultanı, evrenin güneşi Efendimiz Muhammmed Mustafa (s.a.v) ve sahabeleri, İsa a.s ve talebeleri, nice Peygamberler ve yol arkadaşları, asfiyalar, mukarrebinler, evliyalar. İşte şimdi de sıra ondaydı. O da öncekilerin yaşadıklarının benzerini ailesiyle yaşıyordu.
Meriç Nehri`nden iki çocuğu ve eşi ile beraber zorluklar içerisinde geçti. Kaçakçıların patlak botuyla nehri aşarken, bir çocuğu suya düşmüş, sırtında çantası olan genş bir dava arkadaşı son anda çocuğu elinden tutarak kurtarmıştı. Nehir, öncesi ve sonrası ile bir hayatta kalma mücadelesi idi. Dönüp Türkiye yakasına bakınca yüreği burkuldu.
Atina yaşamı öncesi, Yunanistan`da her milletten insanın bir arada kaldığı bir nezarethanede 3 gün gecelemisti. Yaşam nasıl bir şeydi? Allah’ın imtihanı ne kadar da karmaşıktı. Nereden nereye gelmişti. Çocukları ile bir Yunan hapishanesinde olacağı 40 yıl aklına gelmezdi. Bu yaşananları rüyasında görse inanmazdı.
Atina`da onu dava arkadaşları karşıladı. Sanki tekrar dünya cennetine kavuşmuştu. Oradaki insanlar yemiyor yediriyor, içmiyor içiriyorlardı. Atina’da kaldıkları 7 ay boyunca özledikleri kitapları koklayarak okudular. Öz yurtlarında Üstad Bediuzzaman’ın Risale-i Nur’larını, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Işık kitaplarını hatta Kuran-ı Kerim’leri bile çöpe atmışlardı. Bu kitaplar polis aramalarında evde bulunursa hapishane yolu açılıyordu. Maddi manevi Yunanistan yaşamı onlara şifa olmuştu. Orada anladılar ki düşmanlık siyasilerin ağzında idi. Meğerse halklar birbirine ne kadar da dost idiler. Yunanlılar mısafirper bir millet idi. Bu iki millet 450 sene birlikte yaşadılar. Komşu ülkede dava arkadaşları onlara kardeşten öte kardeş, her konuda tam destek olmuşlardı. Havaalanında 13 denemeden sonra Atina Almanya`ya geçtiler.
Almanya`ya geleli 2 sene olmuştu. Bu memleket günümüzün muhacirlerine kapılarını açmıştı. Burası adaletle yönetilen, insani değerlere önem veren bir ülke idi. Üstad Bediuzzaman bu ülke insanlari için “bahtiyar Alman milleti“ demisti. Ne enteresan ki o da Berlin`de bir kaç gün Alman Meclisi`ne yakın bir otelde Rusya esareti dönüşü konaklamıştı.
Ve şimdi bugün. Kapkaranlık bir kış gecesinde uykusunda yine Türkiye` deydi. “Ben Türkiye`ye tekrar neden geldim“ diyordu. “Oysa ne zorluklarla ülkeden ayrılmıştım, şimdi tekrar nasıl çıkacağım“ diyor, korkuyordu. Her an onu bir polis yakalayabilir, hapse atılabilirdi. Bir tanıdık onu görüp ispiyonlayabilirdi. Yakalanmamalıydı. Dehşet içinde iç çamaşırları bile sırılsıklam olmuştu. Sokaklarda telaş içerisinde hızlı adımlarla ilerliyordu. Korkunun en dayanılmaz anında uyandı ve yataktan doğruldu. Nefes nefeseydi. Bir “Oh“ çekti “çok şükür evimdeyim“ dedi. O günün sabahında psikiyatriste gitmeye karar verdi. Kendisini anlatacak bir psikiyatrist buldu. Ona, kabuslarının son zamanlarda arttığını, hatta kimi zaman Almanya`daki evinin kapı zili çalınca, sanki polislerin eve baskına geldiğinden endişe ettiğini, yaşamakdan eskisi kadar zevk almadığını, gerginliğinin ve endişelerinin çok arttığını anlattı. Ülkesinde yaşadığı olayları uzaktan veya yakından hatırlatan durumlardan şiddetle kaçındığını, uyumakta zorlandığını, eş, dost ve aile ilişkilerinde güçlüklerle karşılaştığını, dikkat dağınıklığı, kolayca irkilme ve öfkelenme eğilimi gösterdiğini belirtti. Psikiyatrist onu dinledikten sonra “sizde travma sonrası stres bozukluğu var“ dedi.
Travma sonrası stres bozukluğu, travmaya neden olan yaşam olaylarından sonra, o olayın günlük yaşamda veya rüyada tekrar tekrar yaşanması, o olayı hatırlatan durumlardan kaçınmaya yol açan bir aşırı uyarılmışlık, kaygı ve kolayca irkilmeyi içeren bir kaygı bozukluğudur. Savaş, kaza, doğal afet, hırsızlık, tecavüz, katliam gibi şiddet olaylarını bizzat yaşayan veya bunlara tanık olan kişilerde olaydan uzun zaman geçtikten sonra bile kalıcı bir travma yaşayabilirler. Şöyle bir örnek verebiliriz. Savaşta bomba sesleri, kurşun vızıltıları, ölen insanların parçalanmış bedenlerini gören bir kişinin, daha sonra barış zamanında bir havai fişek gösterisi veya patlayan bir balon sesiyle hızla geçmişe o eski anılara geri dönmesi, sanki o kötü anları tekrar yaşıyorken üst düzey bir kaygı hissetmesidir.
Travma türleri şunlar olabilir.
-Aile içi şiddet: Fiziksel, psikolojik, ekonomik,cinsel alt grupları vardır. Ne yazık ki günümüzde yaşananlar, psikolojik ve ekonomik aile içi şiddete girer. Bu süreçte, bazı hanımların eşleri hapse girince evlatları ile baba evlerine sığındılar ve maalesef baba ocaklarına alınmayıp ters yüz edildiler. Kimileri maddi manevi akrabaları tarafından destek görmediler. Akrabalar tarafından törerist diye yaftalandılar. Kapılardan kovuldular. Parasız kaldılar. Kimi zaman yemek dahi bulamadılar. Tarihte biraz geriye bakarsak benzer şeyleri Mekke döneminde Sahabe Efendilerimizin de yasadığını görürüz.
-Cinsel saldırı geçmişi
-Terör saldırısı: Girişim gecesi maalesef tüm Türkiye için çok şiddetli bir travma idi.
-Savaş geçmişi
-Tıbbî travma: Bu süreçte insanlar hapse girmemek için hastalandılar, yaralandılar ama gene de hastahanelere gidemediler. Doğumu başlamış hanımlar hastanede yakalanmamak için ya doğum yapmadan hastahaneden ayrılmak zorunda kaldılar ya da doğum sonrası bebekleriyle kelepçelendiler.
-Doğal afetler: Depremler, kasırgalar, orman yangınları, seller, volkanik patlamalar, heyelanlar, tsunamiler. Depremler her ne kadar jeolojik nedenlerle izah edilse de asıl musibetin yaratacısı, musebbibul esbab olan Allah olduğunu biliyoruz. Afetler Allahìn izni ile gelen dünya sınavlarıdır.
Travma sonrası stres bozukluğunun belirtileri şunlardır:
-Uykusuzluk: Uykuya dalmada zorluk, uykuda uyandktan sonra tekrar uyuyamama, gece boyunca sık sık uyanma veya erken uyanma ve bir daha uyuyamama veya sabah yorgun, dinlenmemiş olarak uyanma
-Kâbuslar: Bu kabuslar yaşanan travma ile ilgili kabuslardır
-Rahatsız edici anıların sık sık akla gelmesi
-Olayın tekrarlanmasının kaygısı: Flaschback (geriye anlık dönüşler). Geriye dönüş, olayın bazı yönlerini yeniden yaşadığı veya şu anda oluyormuş gibi hissedilen canlı bir deneyimdir
-Kolayca irkilme
-Çabuk sinirlenme
-Uyaranlara karşı verilen tepkilerde degisiklik. Eskiye göre farklı davranışlar
Travma sonrası stres bozukluğu bir psikiyatrist tarafından tedavi edilebilir. Bu psikiyatristin muhakkak bir Türk Psikiyatrist olması gerekmez. Göç edilen ülkede çalısan bir psikiyatrist de olabilir. Bu şikayetler sizde varsa yaşadığınız şehirdeki bir psikiyatristten çekinmeden randevu alabilirsiniz. Bir tercüman veya bildiğiniz kadarı ile dili konuşarak ya da belirtilerin o dildeki anlamını bir gün önceden kağıda yazarak giderseniz yeterli olacaktır. Elbette her zaman olması gerektiği gibi iyi hekimi bulmaya çalışın. Bu hastalığın tedavisinde mutlaka ilaç kullanmak gerekli olduğundan sadece klinik psikolog yeterli olmaz. Bu hastalığın tedavisinde bir psikiyatrist olmalıdır. Eğer ulaşılamıyorsa bir klinik psikologla birlikte bir ev doktoru da yardım edebilir.
Hastalığın tedavisinde ilaç ve psikoterapi yer alır. Her ne kadar ilaç tedavisine bir kısım insanlar soğuk baksalar da aile içi şiddetli geçimsizlik ve depresyon gibi problemlerde ilaç tedavisi hayat kurtarıcıdır. Karı-koca geçimsizliklerinde, bitkisel veya farmakolojik ilaçların, psikoterapi ile beraber kullanımı sadece psikoterapiye göre çok daha etkin ve yararlıdır. Depresyonda, seratonin adı verilen bir nörotransmitter seviyesi düşer. İntihar etmiş hastalardan alınan beyin biopsisinde seratonin düzeyinin düştüğü görülmüştür. Seratonin, kanda tesbit edilemez. Şu gerçektir ki üzüntü seratonin düzeyini düşürür. Nasıl ki demir eksikliğinde demir, tiroid bezi az calıştığında tiroid hormonu alınmalıdır. Aynı şekilde posttravmatik stres bozukluğu tanılı hastalar bazı psikolojik ilaçları kullanmalıdır. Böylece seratonin düzeyi normal seviyeye gelecektir. Antidepresanlar, zannedildiği gibi bağımlılık yapmazlar. Psikizatrik ilaç kullanmak bir eksiklik değil, ihtiyaç halinde bize verdiği bir görevdir. Hepimiz insanız ve kimi zaman yaşam şartları çok ağır olabilir. Dünya ölümler, firaklar, zulümler, hastalıklar, zorluklarla dolu. İman gözü ile bakılınca cennet gibi olur bu dünya. Seratinin azaldığı durumlarda, Allah’ın yarattığı tedavi yöntemleri araştırılmalı ve iyileşmek için doktor gözetiminde kullanılmalıdır.
İlac tedavisi ve psikoterapi ile beraber maneviyatın yerine çalışılması tedavinin etkinliğini bir kaç kat artırır. Bunun için şunların her gün okunması faydalı olacaktır.
Her gün 5 sayfa Kuran-ı Kerim meali,
Her gün 5 sayfa Risalei Nur,
Her gün 5 sayfa Pırlanta ve Kırık Testi serileri
Her gün 5 sayfa Doğu veya Batı klasikleri
Bu kişinin marifetullahını (Allah Bilgisini) artıracaktır.
Günde sadece toplam 20 sayfa okuyarak marifetullahınızı artırabilirsiniz. Bu kişinin bir günde 20 dakikasını alır. Hele ailece birlikte okursanız etki alanı genişler. Ailenize de hayırhah bir ebeveyn olursunuz.
Bir de buna ilave çekilen zikirler, arkadaslarla haftalık dini sohbelere katılma, fikren ve davranışlarda rotadan istikametten ayrlmama gibi ek önlemleri de ilave ederseniz diyebilirim ki tedavinin etkisini bir kaç kat artırırsınız. Bunu yapmalısınız. Bu sizin ve aileniz için çok güzel sonuçlar doğuracaktır.
Süreçte olanlar oldu, gidenler gitti, kalanlar kaldı. Bize düşen bu mukaddes yolculukta ruhi ve bedeni sıhhatimizi koruyarak bayrağı hedefe ulaştırmaktır. İki cihanda da mutlu olmak için kalb ibresi hep istikameti göstermelidir. Pusula gibi.
"Yoksa siz, daha önce geçmiş ümmetlerin başlarına gelen durumlara mâruz kalmadan cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlar öyle ezici mihnetlere, öyle zorluklara dûçar oldular, öyle şiddetle sarsıldılar ki, Peygamber ile yanındaki müminler bile “Allah'ın vaad ettiği yardım ne zaman yetişecek? ” diyecek duruma geldiler. İyi bilin ki Allah'ın yardımı yakındır."
Bakara/ 214