DR ALİ DEMİREL
Son yıllarda malum süreçten dolayı pek çok gönül insanı, cebri hicretle dünyanın dört bir yanına inci gibi dağıldılar.
Ve şimdilerde hicret yurtlarında tutunmaya gayret ediyorlar. Bu arada elbette pek çok sıkıntı da çekiyorlar.
Ama onlar şunu çok iyi biliyorlar: Hicret, dinamik hale gelmenin, dünyaya açılmanın ve geleceğe yürümenin bir başka adıdır.
Ve böylesi hicretlerde elbette acı, emek, mücadele, hüzün, hasret ve ıstırap vardır. Zira bunları yaşamadan ve zahmet çekmeden, varlık bulmak mümkün değildir.
Zaten İslam’ın insanlığa ulaşması, kıtalara, gönüllere ve kafalara yayılması da hicretle olmamış mıdır?
Mesela Allah Resulü, Habeşistan ve Medine hicretleriyle Mekkelilerin inşa ettiği zulüm duvarlarını aşmış ve mesajını, yeni insanlara ve diyarlara taşımıştır.
Bu elbette hiç de kolay olmamıştır. Hicret yolunda değişik acılar ve çileler yaşanmıştır. Ne gibi acılar diyeceksinizdir eminim?
Bunu ben de çok merak ettim ve bu alanın uzmanı, kıymetli arkadaşım İlahiyatçı-Yazar Yücel Men Hoca ile bir röportaj yapmak istedim.
Ve ortaya şöyle bir söyleşi çıktı. İnşallah istifadeli olur.
- Hocam, kaynaklarımıza baktığımızda muhacir sahabilerin doğup büyüdükleri evlerini, birikimlerini, sevdiklerini ve Beytullah’ı arkada bırakmak zorunda kaldıklarını görüyoruz. Bu konuyu biraz açabilir misiniz. Başta Efendimiz olmak üzere sahabiler hicretlerinde ne türlü zorluklar yaşamışlardır?
- Zorluklar hicretin olmazsa olmazlarındandır. Başta Allah Resulü olmak üzere sahabeyi kiramın peşlerine düşülmüş, gecenin karanlığında, akreplerle ve yılanlarla dolu çölün gündüz sıcağında gece soğuğunda yürümüş, denizde korsanların karada ödül avcılarının nefesini enselerinde hissetmiş, çoğu itibarıyla elleri avuçları boş bir şekilde yeni yurtlarına ulaşmışlardır.
Kırmızı listeye alınıp ölü ya da diri başlarına yüz deve ödül konulan Allah Resûlü ve Hz. Ebû Bekir, Medine’ye hicret ederlerken aile fertlerini yanlarına alamamış ve onları, gözü dönmüş ve köşe bucak kendilerini arayan Mekkelilerin arasında bırakmak zorunda kalmışlardı.
Hatta Allah Resûlü, hicret için ilk adımlarını atarken içerisinde ailesinin bulunduğu ev, kendisini öldürmek için gelen cellatlarla sarılıydı.
Efendimiz’in ailesi (Hz. Sevde Validemiz ve çocukları, Hz. Fatıma, Hz. Ümmü Gülsüm, Hz. Ali, Hz. Ümmü Eymen…) endişe içerisinde evde beklerken kulaklarına Mekkelilerin bağırıp çağırmaları, hakaretleri geliyordu.
İçerisinde Efendimiz’in nişanlısı Hz. işe’nin de bulunduğu Hz. Ebû Bekir’in evi de aynı şekildeydi. Üstelik çok geçmeden Ebû Cehil, adamlarıyla gelip kapıya dayanmış; Hz. Esma’ya bir de tokat vurmuştu.
Sevr dostlarının gözleri Medine yolunda olsa da gönülleri arkada bıraktıklarında kalmıştı. Ve iki hanenin sakinleri de uzun zaman bu atmosferde yaşamış ve hicret eden Allah Resûlü’ne ve Hz. Ebû Bekir’e kavuşmaları aylar sürmüştü.
Efendimiz’in ilk kızı Hz. Zeynep’in ise bu ortamda bekleyişi neredeyse iki yılı bulmuş; Mekkeliler Bedir hezimeti sonrası babasını ortadan kaldırmak için intikam yeminleri ederken o bütün bunlara şahit olmuştu.
Babasına kavuşmak için Medine’ye giderken yolda saldırıya uğramış ve devesinden bir taşın üzerine düşmüş ve rahmindeki çocuğunu kaybetmişti.
Hatta ilerleyen yıllarda vefatı da hicreti esnasında yaşadığı bu hadiseden aldığı yara sebebiyle olmuştu.
- Hocam elbette bu konuları siyerden okuduk ama hani insan benzer sıkıntıları birebir yaşayınca Efendimiz’i, sahabeyi daha iyi anlıyor. Günümüzde hicret vesilesiyle dağılan, parçalanan pek çok aile var. Sahabe döneminde de böylesi hadiseler yaşanmış mıydı?
Evet yaşanmıştı tabi. Mesela Medine’ye hicret niyetiyle yola koyulan Ebû Seleme ve ailesinin, akrabaları tarafından yolları kesilmişti.
Ebû Seleme, Abdulesedoğullarına; hanımı Ümmü Seleme ise Muğîreoğullarına mensuptu. Benî Muğîre, göçüp gitmesine izin veremeyeceklerini söyleyerek Ebû Seleme’nin elinden hanımını çekip almışlardı.
Bu duruma sinirlenen Benî Abdulesed de Ümmü Seleme’nin elinden oğlu Seleme’yi almışlardı. Emniyet ve huzura kavuşmak isteyen Ebû Seleme’nin ailesi hicret yolunda parçalanmış ve o, Medine’ye ailesini bu halde bırakarak hicret etmek zorunda kalmıştı.
Oğlundan ve eşinden ayrı düşen Ümmü Seleme, tam bir yıl boyunca her sabah Ebtah’a gelerek ağlayıp durmuştu.
Nihayet amcaoğullarından birisi bu manzaraya ve zulme daha fazla dayanamamış, bir yıldır yaşanan ayrılığa ve acıya son vermek için devreye girmişti.
İnsafa gelen Muğîre ve Abdulesedoğulları, önce oğlunu Ümmü Seleme’ye teslim etmiş ardından da bir yıldır ayrı düştüğü eşinin yanına gitmesine izin vermişlerdi...
Röportajın ikinci bölümüne Cuma günü kaldığımız yerden devam ederiz...