Kürşat Başar’ın son kitabı Aslında Hayal’de, hem yazarın geçmişine doğru keyifli bir yolculuğa çıkıyor hem de duayen gazetecinin basın sektöründe geçirdiği çalkantılı yıllara tanıklık ediyorsunuz. Medyanın dünü ve bugününü tartışma fırsatı yakaladığımız Başar, iki dönemi kıyaslarken “Bugünkü tablo çok daha vahim. Etrafta hiç tanımadığım meslekten olmayan insanlar kol geziyor. Meslektaşlarıyla kıyasıya kavga edip iftira atıyorlar. Birini hedef gösterip öldürtmek gazetecilik değildir.” diyor.
Medya sektöründe yolu Ercan Arıklı ile kesişen isimlerden birisiniz. Arıklı nasıl bir yöneticiydi?
Ercan Bey’in ilginç yanı, bir patron gibi değil, sizinle birlikte çalışan biri gibi hareket etmesiydi. Eleştirse bile bunu komik bir dille yapardı. ‘Yavrum lan bunu böyle yapmışsınız ama dün patladı bu haber’ gibi cümleler kurardı. Aktüel’in ilk çıkış yıllarında onunla çalıştık. Çok güzel günlerdi.
GEZİ’DEKİLER ÜLKÜCÜ YA DA SOLCULARI DEĞİL BİREYSELLİĞİ SEÇTİ
Son kitabınızda Özal dönemindeki apolitik gençliğe vurgu yapılıyor. Günümüzde de y kuşağı diye tabir edilen gençlerin politikaya uzak tavrı eleştiriliyor. İki dönemi ne şekilde kıyaslarsınız?
Apolitik olduğu kadar politik tavra sahip bir gençlik de var bu ülkede. Hem de ciddi bir biçimde seçim faaliyetlerine katılıp partilerde çalışıyorlar. Fakat bizim zamanımızdaki gibi değiller. O dönemin benzerini sadece Gezi’de gördük ki, aslında o da farklıydı. Çünkü Gezi’deki gençlik bireysel hareket ediyordu. Bizim dönemimizdeki gibi ülkücü ya da sol gruplara bağlı değillerdi. Politize olma durumu bugün için oldukça farklı bir tablo ortaya koyuyor. Herkes olaya kendi getto’sunda bakıyor ve ona göre tepki gösteriyor.
90’lı yıllarda Tempo Dergisi’nde çalışırken başınıza gelmeyen kalmamış. ‘Türkiye’de gazeteciliği hakkıyla yapanların sonu budur’ diyorsunuz?
Bugünkü tablo tabii çok daha vahim. Ama bu hep böyledir. Her zaman iktidarın bir baskısı vardı ama ben iktidardan çok toplumun baskısı olduğunu düşünüyorum. Yaptığınız haber birinin çıkarına ters düşmeyiversin! Mesela hepimiz kırmızı ışıkta geçmeyi kendimize hak sayarız ancak başkası geçtiğinde sinirleniriz. İşte benzer bir durum içindeyiz! Böyle bir toplum kendi diktatörlerini, kendi psikopatlarını yetiştirir. Çünkü herkes kendine hak olanı istiyor. Türkiye’deki demokrasi anlayışı ‘Bana hak olan sana yasak olsun’ anlayışıyla ilerliyor.
KÜLTÜRÜMÜZÜN DEMOKRASİYLE ALAKASI YOK
Diktatörlük bu topraklarda daha kolay mı besleniyor?
Öyle tabii ki. Zaten bütün bu coğrafyada öyle değil mi? Tunus’ta, Afrika’da da aynısı… Demek ki bu topraklar bu kültürü geliştirmemiş. Senin kültürünün demokrasiyle alakası falan yok! Bunu hazmetmedikçe, içselleştirmedikçe de hiçbir şey olmaz. Sen seçimi kazandığın gün ‘Oh başkalarını mahvedeceğim’ diye düşünceye girersen, öteki de mağdur olduğu halde seçimi kazandığı an aynı düşünceye sahip olursa sistem de böyle devam eder.
BİRİNİ ÖLDÜRTENE KADAR UĞRAŞMAK GAZETECİLİK DEĞİLDİR
Medyada oldukça agresif polemiklere tanıklık ediyoruz. Bazı isimler hedef gösteriliyor, saldırılara uğruyor. Sizce bu durumun sonu ne olacak?
Bence medyaya meslekten olmayan çok kişi girmiş durumda. Ben bu insanları tanımıyorum mesela. Hadi diyeceksiniz ki ‘Sen kaç senedir fiilen gazetecilik yapmadığın için bilmiyorsun’. Ama ben hayatımda bu derece birbirine karşı kinle hareket eden bir meslek grubu görmedim. Bu kavgalar kıyasıya rekabet eden şirketler içinde bile yaşanmıyor. Sonuçta aynı işi yapıyorlar. Farklı meslekten birisi, gazeteci hakkında kötü konuşabilir, bunu anlarım. Ama gazetecinin kendi meslektaşı hakkında bu kadar kin sahibi olması bana çok ilginç geliyor.
Bu polemikler eskiden de var mıydı?
Vardı ama köşeden köşeye yazıyorlardı. Çünkü eşit güçleri vardı. Ama kendisine cevap veremeyecek bir muhabire köşesinden saldırmak haksızlıktır. Bugün bunun çok örneği var. Adam bir yazı yazıyor, birkaç kişi hep bir elden saldırıya geçiyorlar. Ben böyle kindar bir dönem hiç görmedim.
HEDEF GÖSTERME İŞİNİ HEM AYDINLIK HEM DE AKİT YAPARDI
Bu durumu besleyen gerekçeler neler?
Günümüzde bir medya grubunu satın alan insanların görüşünün dışında yazı yazarsanız orada tutunamıyorsunuz. Birine iftira edip, hedef gösterip öldürtene kadar uğraşmak gazetecilik faaliyeti değildir. Eskiden yok muydu? Yine vardı. İnsanlar gazetede hedef gösterilirdi. Hem Aydınlık hem de Akit gazetesi bunu yapardı. Ortada tespit edilmiş kesin kurallar olmadığı için her gelen bu ortamdan besleniyor.
ELİNE GEÇEN BELGEYİ YAYINLADI DİYE GAZETECİ TUTUKLAMAK ÇOK YANLIŞ
Gazetecilerin tutuklanması durumuna nasıl bakıyorsunuz?
Bunun hiçbir açıklaması yok. Bir adama belge vermişler, o da yayınlamış. E, gazeteci belgeyi yayınlar tabii ki. Gazeteci, eğer toplumsal kıyamet koparacak bir şey yoksa eline geçeni yayınlar. Mesela bu Kabataş hikayesini ele alalım. Yalan olduğunu çocuk bile anlardı. Bunu o günün kaos ortamında yayınlayanlar niye provokatör sayılmadı?
Tarkan’la ilk röportajı ben yaptım ama!
Tempo’da yöneticilik yaptığınız isimler bugünün ünlü gazetecileri arasında. Örneğin Ayşe Arman ve Gülse Birsel. O dönemde de gelecek vaat ediyorlar mıydı?
Ayşe, daha fazla ortalarda göründüğü için ön planda yer alıyor. Yeteneği de ortada. İlk röportajları Tempo’da yapıyordu ve o zamandan çok dikkat çekiyordu. Gülse Birsel daha stajyerdi o dönem. Çok küçüktü ama onda da vardı bir pırıltı. Böyle çok isim var sayabileceğim.
Kimler mesela?
Sadece basında değil, müzik sektöründe olanlardan da bahsedebiliriz. Mesela Tarkan! İlk röportajı bizde çıkmıştı. Onu bir TV programında izlemiştim. Halk konseri gibi bir organizasyondaydı. Ertesi gün gelip çocuklara ‘Tarkan diye biri var, bulalım bunu’ dediğimde tanımadılar bile. Çok da ilgi çekmedi o röportaj.
Tarkan’daki star ışığı belli miydi?
Megastar olacağını düşünmediysem bile sesi ve yorumunun çok iyi olduğunu söylemiştim. Hem ilginç bir karakterdi. Papyonla ve pötikare pantolonla çıkıyordu sahneye. Mahsun Kırmızıgül’ü de aynı şekilde gazeteci bir dostumuz getirmişti. Onun ilk röportajını biz yayınlamıştık. ‘Alem buysa kral benim’ olmuştu başlık. Mahsun’da da o yetenek olduğu başından belliydi.