Cumhuriyet’in ilk yıllarında gazeteciler devlet memuruydu. İlk görevleri, yeni Türkiye ideolojisini kitlelere anlatmak ve rejim düşmanlarını yok etmekti. Gazete Patronları tek partinin parçasıydı. Mesela Hakkı Tarık Us (Vakit, 1917) ve Yunus Nadi(Cumhuriyet, 1924) aynı zamanda CHP milletvekiliydi.
1925’te çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu ile gazete sahibi olmak belli esaslara bağlandı. ‘Ülke güvenliği ve millî çıkarlara aykırı yayın yapıyor’ denilerek muhalif gazeteler kapatıldı. Farklı görüşteki gazeteler, ‘zehirli yılan yuvası’, ‘vatan haini’ ve ‘rejim düşmanı’ muamelesi görüyordu. Gazeteciler takibe uğruyor, açılan davalar ağır hapis cezalarıyla sonuçlanıyordu.
1931’de çıkarılan Basın Kanunu, gazeteleri tek partiye ( Cumhuriyet Halk Partisi) bağladı. ‘Millî Şef’ İsmet İnönü’nün her ziyareti ve her sözü birinci sayfadan fotoğraflı girmek zorundaydı. Aksi halde basın yayın müdürlüğünden gelen bir telefonla gazeteler kapatılıyordu! (Günümüze ne kadar benziyor. AEP)
1950'de Demokrat Parti (DP) yeni Basın Kanunu, matbuata biraz nefes aldırdı! Yeni gazete ve dergiler yayın hayatına girdi. Ancak DP’nin üçüncü döneminde basına karşı yine sert tedbirler alındı. Pek çok gazeteci hakkında davalar açıldı, bir çoğu hapse atıldı.
27 Mayıs 1960’ta DP'yi ikiitidardan indiren Cuntacılar, askerî müdahalenin meşru ve haklı olduğunu gösterebilmek için basını kullandı. Millî Birlik Komitesi, gazetecileri yuvarlak masada toplayıp darbe yönetimine bağlı olacaklarını taahhüt eden ortak bildiri imzalattı. Darbe yönetimi ile işbirliğine giren gazetecilerin önü açıldı. Bazıları yurtdışına ataşe olarak gönderildi, bazıları milletvekili oldu, bazıları kurucu meclis üyeliğine seçtirildi. DP’li gazeteciler ise tutuklandı, Zafer’in yazı işleri katı boş kaldı. Matbaasındaki kâğıtlarına el kondu ve Akis'e verildi!
Kamuoyu, andıç adını ilk defa 28 Şubat sürecinde duydu; ancak 27 Mayıs’tan hemen sonra yayımlanan "öğrenciler kıyma makinelerinde kıyıldı" yalanı da bir andıçtı. Bazı yalanlar bizzat Devlet Başkanı Cemal Gürsel ve Millî Birlik Komitesi üyelerinin ağzından duyuruldu. "Harp Okulu’nu bombalama planı ele geçirildi" açıklaması bizzat Gürsel tarafından yapıldı.
Operasyonel gazete ve gazeteciler her dönem işbaşındaydı. 12 Mart 1971 Muhtırası öncesi soygun, adam kaçırma olayları abartılarak manşetlere çıkarıldı. 12 Eylül 1980’e giderken Kenan Evren’e “Ne duruyorsunuz? Müdahale edin!” diyenler içinde ünlü köşe yazarları, yayın yönetmenleri vardı. 5 bin insanın hayatına mal olan sağ-sol çatışmasını medya körükledi. Darbeden sonra gazete patronlarından Erol Simavi, Kenan Evren’e bağlılığını bildirdi.
28 Şubat (1997), tamamen medya üzerinden yürütülen bir operasyondu. Kasetler, Genelkurmay’da hazırlanıp servis edildi. Tankların, topların yerini gazeteler, televizyon kanalları almıştı!
İrtica tehlikesinin öne çıkarıldığı aynı dönemde yolsuzlukların üzeri örtüldü. Medya patronları banka sahibi yapıldı. Soygun gözlerden kaçırıldı. Medyanın askerle kurduğu ilişki sivil iktidarlarla da kuruldu. Halkın oyları ile iktidara gelen hükümetler, medyayı kullanılabilir, ulaşılabilir ve manipüle edilebilir olarak gördü.
Medya holdinglerinin finansal çıkarları iktidarla ilişkide belirleyici oldu. İktidarı şartsız destekleyen patronlara imtiyazlar sağlandı, kamu kaynakları ve bankalar peşkeş çekildi. Teşvikler, fonlar, tahsisler, krediler, kamu reklamları parti medyasına yönlendirildi. İktidar gazetecileri, ödül olarak çeşitli kurum ve şirketlere atandı. Olağanüstü zenginleşenler oldu. Anadolu Ajansı ve TRT âdeta iktidarın çiftliği olarak kullanıldı.
2002'de iktidar olan AK Parti hükümeti, üçüncü döneminden itibaren medyayı sıkı biçimde kontrol altına aldı. Halk Bankası Genel Müdürü'ne, "Maaşları ödeyemiyorum. Oradan 2 milyon lira gönder Süleyman." diyen yayın yönetmenlerinin olduğu yeni bir medya düzeni kuruldu! Böylesi tek parti döneminde bile görülmemişti!
Bazı müteahhit işadamlarının finanse ettiği "havuz medyası" adı verilen medya organları oluşturuldu! Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMFS) eli ile muhalif gazete ve televizyon kanallarına el kondu. Eleştirel yaklaşan sesler susturuldu; patronlara terör suçlaması ile davalar açıldı ve mallarına el kondu. Vergi cezaları ile merkez medyanın sesi kesildi! Muhalif gazeteciler ve köşe yazarları işlerinden edildi. Ülkenin en yüksek trajlı gazetesi kapatıldı! Silivri toplama kampı haline geldi, yüzlerce gazeteci hapse atıldı!
Sansür ve otosansür yaygınlaştı. TRT, parti yayın organı hâline getirildi. Gazeteciliklerinden şüphe edilen bazı kişiler sahneye sürüldü.
15 Temmuz darbesi ve 15 Nisan referandumunda medya psikolojik harekâtın aracı olarak kullanıldı. Algı operasyonları yapıldı. Bir merkez, yalan haber üretip ‘havuz medyası’na servis ediyor. Bilgi notları manşet oluyor. Gazeteciliğin en temel kuralları çiğneniyor. Bir elden çıktığı anlaşılan yalan haber, aynı anda birden fazla medya organında yayımlanıyor.
Bugünler ileride tarihe, "Türk basının en kara dönemi" olarak yazılacak.
Ali Emir Pakkan