Hapisteki gazetecileri yazmaya başlamışken, sizi başka bir tek parti dönemine götüreyim.
Başın öne eğilmesin / Aldırma gönül aldırma / Ağladığın duyulmasın / Aldırma gönül aldırma!”
İnsanı derinden yakalayan bu türkünün mısralarının Sinop Cezaevi’nde yatarken Sebahattin Ali tarafından yazıldığını kaçımız biliyoruz?
Ünlü edebiyatçı ve gazeteci, 1932 yılında Konya’da Atatürk’ü yeren bir şiir okuduğu iddiası ile tutuklanır. Hüküm baştan verilmiştir, şahitlerin dinlenmesine bile gerek görülmez. Bir yıla mahkûm edilir. 1933’te afla özgürlüğüne kavuşur. “Dışarda deli dalgalar / Gelir duvarları yalar / Seni bu dertler oyalar / Aldırma gönül aldırma!” şiirini de cezaevindeki hücresinde kaleme alır.
O yıllar ‘Tek Parti Dönemi’dir. Millî Şef’in en küçük eleştiriye tahammülü yoktur. Sol görüşleri ile bilinen Sebahattin Ali’nin de başı dertten kurtulmaz. Bir romanından dolayı memuriyetten atılır. İstanbul’a gelerek gazeteciliğe başlar.
4 Aralık 1945’te basın üzerindeki baskılar artar. Muhalefetin etkili sesi Tan Gazetesi’ne bir grup çapulcu baskın düzenler. Gazetenin matbaası tahrip edilir ve yakılır. Saldırganlara dokunulmazken gazetenin yazarları Zekeriya ve Sabiha Sertel cezaevine atılır. Aynı saldırgan grup Görüş Dergisi’ni de tahrip eder. Yürüyüş, Yurt ve Dünya, Küllük dergileri soruşturmaya uğrar ve kapatılır.
İşsiz kalan Sabahattin Ali, 1946-47 arasında Aziz Nesin ile Marko Paşa gazetesini çıkarır. Tiraj 60 bine ulaşınca hükümet korkar. İsmindeki ‘Paşa’ ile Millî Şef İsmet İnönü’yü alaya aldığı gerekçesiyle kapatılır. Ardından “7/8 Hasan Paşa”yı çıkarırlar, onun da akıbeti farklı olmaz. Sonra Hür Marko Paşa, Bizim Paşa, Öküz Paşa adıyla tekrar tekrar çıkarmaya devam ederler. Tan baskınından sonra gazeteyi kimse basmaya yanaşmaz. Fotokopi ile çoğaltırlar. Kendileri dağıtırlar!
Polis, yazarların peşindedir. Sorgusuz sualsiz emniyete götürülürler. Ardı ardına ‘casusluk, vatan hainliği’ davaları açılır. Milletvekili Cemil Sait Barlas, (Mehmet Barlas'ın babası) kürsüden “Marko Paşa’nın kökü dışarıdadır.” der.
Gazeteye tehditler başlar! Yazı işleri içeriden ele geçirilir ve sonunda İktidara yanaştırılan gazetenin tirajı bine düşer! Gazete kapatılır. (Bugün kayyımlara devir edilen gazetelerin tirajlarının düştükten sonra kapatılması gibi)
Sabahattin Ali’nin gazetelerde çıkan muhalif yazılarından dolayı hakkında davalar açılır ve üç ay hapis yatar. Baskılardan bunalmıştır. Hakkında beş dava daha vardır. Cezaevindeyken yurtdışına kaçmaya karar verir. İçinde bulunduğu ruh hâlini; “Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?” diye anlatacaktır.
1948 yılında Paşakapısı Cezaevi’nden çıktıktan sonra işsiz kalır. Hiçbir yerde çalışmasına izin verilmez. Davalar vardır! Kayıplara karışır. Aylarca haber alınamaz. Cesedi 2 Nisan 1948’de Bulgaristan sınırında bulunur. Kafasına kurşun sıkılarak öldürüldüğü anlaşılır. Katilin istihbaratla ilişkisi ortaya çıkar. Tetikçi, bir süre hapis yattıktan sonra afla salıverilir ve cinayet örtülür!
Hikayeyi burada bitirmiyorum. Tek parti zulmüne kurban gittiğinde ünlü yazar, geride 11 yaşında bir kız çocuğu bırakmıştır: Filiz Ali... Okulunu bitirir Filiz; piyanist, müzikolog, müzik eleştirmeni ve yazar olur, babasının izinden yürür...
Ali, genç yaşında katledilmesine rağmen geride dillerden düşmeyen şiirler ve baskı rekorları kıran kitaplar da bırakır! Bedeni ortadan kaldırılsa da eserleri ile yaşamaya devam eder!
Aldırma gönül! Bugünkü muktedirler da bir gün gider!
Ali Emir Pakkan
Twitter: @AliEmirPakkan
@TYolculuk