İşte Zaman Gazetesi'ndeki o analiz...
***
Halkın iradesinin yansıyacağı genel seçimlere 21 gün kalmışken, anlaşılan birileri bir yerlerde Türkiye'yi dünyada rezil edecek, seçimi de bütün demokratik kazanımları da derinden sarsacak bir plan kurmakla meşgul.
Dün haber merkezimize gelen iddia, akıl ve mantıkla bağdaşır gibi değil. Savcı Serdar Coşkun'un, Ulaştırma Bakanlığı'na talimat yazarak, muhalif yayın yapan televizyon, radyo ve internet siteleri gibi yayın organlarının devlet imkânlarını kullanmasının engellenmesini talep ettiği iddia ediliyor. Bunun tek açıklaması, yargının evrensel anlamda yargı olmaktan çıkıp cinnet geçirdiğidir. Bu, ‘hukuk devleti' tanımının dolayısıyla Anayasa’mızın fiilen ortadan kalktığının ifşasıdır. Savcı Coşkun'un anayasal görev ve yetkilerini aşarak yaptığı şey, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ne karşı basbayağı bir yargı darbesidir. Söz konusu talimat ile Savcı Serdar Coşkun'un, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Anayasası ve yasaları dışında kişisel bir 'hukuk devleti ilkeleri' oluşturduğu anlaşılıyor ki, bu apaçık bir suç.
Bu iddia doğruysa, hukukun doğal işleyişinin ters yüz edildiği savcılık beyanıyla kanıtlanmış oluyor. Görevi, şüpheliler hakkında lehte ve aleyhte delilleri toplayıp mahkemeye sunmak olan savcı, kendisini bağımsız mahkemelerin hatta en üst karar mercii olan Yargıtay'ın da yerine koyarak hüküm veriyor ve hükmünün yerine getirilmesi için bakanlığa talimat gönderiyor. Bu, ‘hukuk bitti' demenin de ötesinde, insanlığın tarih boyunca adım adım kemale ulaştırdığı evrensel hukukun üzerine tüy dikmek anlamına geliyor. İddia makamı, karar makamının üzerine çıkmakla kalmıyor, doğrudan yürütmeye müdahale ediyor.
Neresinden baksanız kanunsuz, hem Anayasa’ya hem de Türkiye'nin imza attığı uluslararası sözleşmelere aykırı bu ‘talimat'ın gerçek olabileceğine ihtimal vermek zor. Çünkü bu, akla, mantığa, hukukun ve hayatın doğal akışına aykırı. İddianın gerçek olma ihtimali bile hükümeti ve Türkiye'yi uluslararası arenada gülünç duruma düşürmeye yetip artacaktır.
Bir an için iddianın gerçek olduğunu ve bakanlığın bu savcı talimatını uygulamaya koyduğunu düşünün. Avrupa Birliği'nin parçası olmaya aday Türkiye, seçime giderken ülkedeki muhalif sesleri ortadan kaldırıyor. Yayınları hoşuna gitmeyen televizyon, radyo ve internet sitelerinin uydu bağlantılarını kesiyor, yayınlarını engelliyor. Ülkeyi karanlığa mahkûm ediyor. Nasıl bir Türkiye manzarası bu? Demokratik hukuk devleti olan Türkiye mi? Yoksa savcılar devleti mi? Bunun hemen ardından internet, Facebook, Twitter yasaklamalarının geleceğini, ülkede bütün muhalif seslerin kesileceğini Türkiye'nin korkunç bir karanlığa ve suskunluğa gömüleceğini görmek için müneccim olmaya gerek var mı? Bu ortamda yapılacak bir genel seçimin sıhhatini kime inandıracaksınız?
Kim ne derse desin, eğer doğruysa, Savcı Coşkun'un Anayasayı, yasaları ve hukuku çiğneyerek talep ettiği bu yasaklamalar, Türkiye'ye deli gömleği giydirmektir. Bu, hem demokratik hukuk devletinin, hem toplumsal barış ve huzurun sonu olur. Hukukî olmaktan yoksun böyle bir adım, teşebbüs hürriyetine ve halkın haber alma hakkına darbe indirmektir ki, hiçbir askerî dönemde dahi bu ölçüde bir örneği görülmemiştir. Türkiye, uygar dünyadan büsbütün koparak Kuzey Kore'nin yanındaki yerini almış olur. Artık o saatten sonra ne yabancı yatırımlardan ne ekonomik istikrardan ne de geleceğe dair hayallerden söz edilebilir. Demokrasisi işlemeyen, hukuku keyfîliğe teslim edilmiş, savcıların talimatıyla iş görülen bir ülkede hangi yabancı sermaye kalır ve hangi ekonomik istikrardan söz edilebilir.
Böyle bir Türkiye'nin Avrupa Birliği diye bir meselesi ise zaten olamaz, yoktur.
Her yönüyle bir cinayet planı olduğu izlenimi veren bu iddianın doğru olmamasını temenni ederim. Bakanlığın, ülkeyi hem içeride hem de dışarıda sıkıntıya sokacak böyle bir keyfîliğe ve hukuksuzluğa onay vermesi düşünülemez.
Mehmet Özdemir / ZAMAN