'Büyük felakette hizmeti yeniden düşünmek'

''Yabancı bir akademisyenin "bu Hizmet Hareketi nedir?" sorusuna cevap ararken Anadolu kentlerine yaptığı alan araştırmasında 75 yaşındaki Antepli "Himmet dede" ile yaşadığı hayranlık ve şaşkınlık bırakan aralarındaki şu diyaloğa kulak verelim... ''

SHABER3.COM

Serdar Erdem / Konuk yazar
Büyük felakette hizmeti yeniden düşünmek

İnsanlığa ümit kaynağı olan davaların, derinliği, çapı, hasılı, büyüklüğü ve inananların karşılaştıkları felaketlere gösterdikleri direnç, ortaya koydukları performans ve kendilerini sürekli yenileyebilme, tazeleyebilme güçleriyle ölçülür.

Şüphe yok ki, Hizmet Hareketi yüz yıllık tarihinde (Üstad Hz dönemi dahil olmak üzere) bu denli geniş çaplı, çok yönlü ve yoğunlukta tenkil vahşeti ile karşılaşmamıştı. Alt-üst oluşların, büyük depremlerin yaşandığı, büyüğümüzün sıklıkla refere ettiği kandan irinden deryaların geçildiği, "hizmet"e tekrar bu ahval ve şartlar altında mercek tutmakta yarar var.

Değişen ve gelişen şartlar altında yeniden düşünüş ve varoluşu tartışmak keskin gözlemlere, alanda yaşananlara hasılı dünyanın her tarafındaki ve hassaten Anadolu'daki ruh haline ve duruşa yakından bakmak anlamına geliyor.

Hizmet hareketi, bir yaşam biçimi, kendi "aura"sının oluşturduğu kültürü, erdemleri, değerleri ve bu değerlerini kendi tarihi referans ve köklerinden günümüze taşımasıyla kendine has yeni ve moda ifadesiyle biricik kabul edilebilir. 

O bir insanlık yürüyüşü olarak tarihin derinliklerinden tevarüs ettiği ve içinde barındırdığı değerleriyle uzun bir yürüyüşün, güçlü bir inancın, derin bir samimiyetin ete kemiğe bürünmüş halidir. Şu halde hizmeti bir düdükle başlayıp bir başka düdükle biten veya en ufak bir omuz darbesinde yere serilenler güruhu olarak göstermeye çalışmak olsa olsa onun azameti karşısında kin ve hasetinden her gün ölüm acısı çeken, ölüp ölüp dirilen sinsi sırıtkanların ham hayalleri, öte yandan onların rüzgarına takılıp cepheden sıvışan çilesiz-yılışık ahmakların safsataları olabilir. Yılışık ahmaklar, ne kadar farkındadır bilinmez ama kendilerini, kulaklarını, gözlerini, ruhlarını sinsi sırıtkan kibirlilere kaptırmış gibi gözüküyorlar. Oysa sahadaki gerçek aklı ve vicdanı birlikte çalışan herkesin kolaylıkla görebileceği, duyabileceği, not edebileceği binlerce hatta on binlerce her biri insanlık tarihine geçebilecek hizmetin destansı olaylarıyla, hikayeleriyle dolup taşıyor. Bu yürüyüş içerisinden geçilen böylesine ağır şartlarda ortaya çıkardığı kahramanlarıyla bundan sonraki dönemini hayata geçirecektir. 

İşte bu binlerce destansı olayı bir hikayeyle dikkatlerinize sunup neden, nasıl, ne oluyor ve ne olacak sorularına her birilerimiz önce vicdanlarımızda sonrada akıllarımızda cevap vermeye çalışalım.

Yabancı bir akademisyenin "bu Hizmet Hareketi nedir?" sorusuna cevap ararken Anadolu kentlerine yaptığı alan araştırmasında 75 yaşındaki Antepli "Himmet dede" ile yaşadığı hayranlık ve şaşkınlık bırakan aralarındaki şu diyaloğa kulak verelim... 

Yabancı akademisyen "bu yaşınıza rağmen böylesine kavurucu şartlarda saatler boyu ekmek pişiriyorsunuz. Oysa emekliliğiniz çoktan gelmiş olmalı...Neden?" diye sorar.

Konuğuna daha çayı yeni ikram etmiş olan himmet dede bir yandan alnının terini silerken "eh alışkanlık, çalışmadan duramıyoruz ki huy dedi." cevabın kaçamak olduğu yabancı uzmanın gözünden kaçmamıştı. Ama himmet dede yaptıklarını 'ben ben' diyerek ortaya dökmekten haya ediyordu. 

Fakat konuşma girizgahı geçip saatlerce süren içten bir sohbete dönüştüğünde asıl cevaplar gelecekti. 

"Allah'a şükür halim vaktim yerinde, çocuklarımı yetiştirdim, durumları gayet iyi. Artık unu eledik, eleği asma zamanıdır derken bir zamandır tanıdığım bir kısım genç öğretmenler geldiler. Epey bir zamandır beraber sohbetler yaptığımız bu gençlerin bazıları Afrika'da okul açtıklarını çok zor şartlardaki siyahi öğrencilerin hayatın zorlukları karşısında avantajlı kılmak için çalıştıklarını söylediler... hikayelerini uzun uzun anlattılar...'' 

Uzun hikayeyi kısa keserek himmet dede şöyle devam eder:

"Fırını devretmek veya satmak yerine bu kutsal amaca meftun olarak katkı sunmaya karar verdim. Ahir ömrümde görmediğim ama insanlık cemaatinin parçası olacak siyahi öğrencilerin ümidi bu öğretmenleri finanse edecektim. İlk başta 8 öğrencinin masraflarını üstlenerek yola koyuldum ve sonrasında artarak geldi." 

İşte hikayenin en özet hali bu.

Bu yabancı akademisyen himmet dedenin hayatında hiç görmediği, hiç tanımadığı bu gençlerin makus talihlerini değiştirme yönündeki irade ve inancını hayranlıkla not etmekle birlikte bu kaynağın, bu inancın nereden oluştuğunu gördüğü canlı, yüksek seviyeli insan karşısında daha da merak etmeye başlamıştı. Araştırmalarını derinleştirdi. Sadece himmet dede ile sınırlı tutmadı. O genç öğretmenlere ve onların ellerindeki kaynaklara ulaştı. İnsanlığın bu kadar açlık duyduğu, böylesine bir model nasıl ortaya çıkmıştı sorusunu araştırırken onların ellerinden düşürmedikleri kitaplarını yakından incelemeye başladı. Bir yandan Bediüzzaman'ın risaleleri öte yandan Hocaefendi'nin kitaplarından İngilizceye çevrilmiş olanları, üzerine bir söylem analizi yapmaya karar verdi. Bu analizin sonucunda eserlerin en fazla üstünde durduğu değerler ve en sık kelimelerin; ihlas, beklentisizlik, başkaları için yaşama, istina ruhu, sulh, sövene dilsiz, dövene elsiz olmak... Bir çırpıda not ettikleriydi.

Bu alan araştırması ve söylem analizinin birleştiği nokta 75 yaşındaki himmet dede ile dünyanın dört bir tarafına dağılan o genç gönül insanlarını nasıl bir kaynaktan beslendiklerini bu duruşun, bu yüce gönüllülüğü nasıl gerçekleştirdiklerini anlaşılır kılmıştı, akla yakın hale getirmişti.

Kaynağını İslam'ın pak-duru çeşmesinden dolduran risaleler ve sonrasında davayı devralan büyüğümüzün eserleri bir insan modeli resmedip o modelin ruhunu bir toplumsal kimliğe, oradan da yerkürenin her tarafındaki insanlığa taşıyordu. İşte bu model başkaları için yaşama erdemini, beklentisiz olmayı, dünyanın her tarafında sulh adacıkları oluşturmayı, kısacası ruhunun derinliklerindeki kandilin yağını yedi iklime dökmekte, bütün insanlığı aydınlatma ideali ile himmeti ile yürümektedir.

Yabancı araştırmacı, sorularının cevaplarını bulmuştu. Artık değirmenin suyunun nereden geldiğini, bu gençleri dünyanın yedi iklimine neyin ikna ettiğini anlamıştı. Ona göre 75 yaşındaki himmet dedeyi fırının sıcağında kavrulmaya ikna eden kendinden elli yaş küçük gençlerle aynı düşünce boyutu ve heyecanda buluşturan bu eserlerin ruhunda yaktığı ateş olmuştur. O ateş ki, torunlarının sevgisine baskın çıkabilmiş, ilerlemiş yaşına rağmen hayatının anlamını dünyanın herhangi bir yerindeki insanlığa katkı sunma, yaşatma arzusuyla yaşama zevkinden vazgeçme şiarını yüce gönüllülükle en yüksek erdem olarak görüyordu. Daha yok mu diyordu belki de...

Dünyanın her yanında azıcık vicdanı olan veya vicdanını yoklayarak aklına giden herkes Anadolu insanının bu yüksek mefkuresini öz güvenle ve erdemleriyle kendi ateşini dünyaya taşımasını hayranlıkla ve gıptayla izlerken öte yandan haset ve kinle bilenenler taa ilk günden beri hiç ara vermeden fasılasız "bu ateşi nasıl söndürürüz, bu yürüyüşü nasıl durdururuz?" planları, kumpasları peşinde koşar oldular.

Hizmet Hareketi başlangıcından beri en büyük sınavı Temmuz trajedisiyle zirveye çıkan süreçte vermektedir. Bu öyle büyük bir trajedidir ki, yüzlerce yıllık çınarları, dev gibi görünen yapıları önüne alıp götüren bir tsunami gibi adeta. Sinsi bir kumpasın istihbarat oyunlarıyla ve mahkeme tiyatrolarıyla... Yüz binlerce insanı topluca yok etme, ayakta duramaz hale getirme, pes ettirme çabası olarak karşımıza çıktı. Dantela örerek Anadolu'nun fakir çocuklarını okutmak için kermes düzenleyen kadınlardan, bu toprakların çocukları dünya bilim olimpiyatlarında her türlü madalyayı alsın diye gece gündüz çalışan öğretmenlerinden rehberlerine kadar yüz binler bir sabaha uyandıklarında terörist(!) oluverdiler.

Himmet dede de evi sabaha karşı basılan azılı bir terörist gibi derdest edilip kelepçelenen bilekleriyle emniyete götürülenlerden idi. Onunla sohbeti bir buçuk sene önceye denk gelen yabancı akademisyenin bu trajik olaydan haberi var mı bilinmez. Ancak şurası muhakkak ki, bu alt-üst oluş sürecinin tüm dram ve trajedileriyle araştırılıp yazılacağı binlerce kitap, makale ve gerçekten alınmış senaryolarıyla yüzlerce filmin çekileceğinden hiç şüphe duyulmamalı.

Himmet dedenin ekranlara düşen hüzünlü fakat vakur hali bir çoğumuzu göz yaşına boğarken, birden içimden, yüreğimin derinliklerinden gelen bir hisle siması hiç yabancı değil deyiverdim. Oysa ne görüşmüş, ne de tanışmıştım. 

Tam bu duygu ve düşünceler içerisindeyken birdenbire yetmiş yıl geriye giden ruh yolculuğunda Bediüzzaman'ın karşısında çıktım.
1944 tarihinde Denizli Hapishanesi koridorlarında bu davanın çileli lideri duruşmasını beklerken altına uzatılan tahta sandalyede oturuyordu. 

75 yaşında birçok hastalıkla boğuşan bu yaşlı ve yürekli insana kuru sandalyeyi fazla gören o zamanın tiyatro mahkemelerinin savcısı birdenbire kükremişti: "Kim oturtturdu bunu buraya?"
Bu nobran çıkış o günlerden bugünlere her baktığında yürekleri dağlayan, lime lime eden, Üstad Hazretlerinin o koridorda çekilmiş mahzun fotoğrafını tarihe bir not olarak çekmişti: "Ayakta duran bir dev insan." 

Zalimin kendini galibiyete ne kadarda yakın hissettiği, mazlumu ve onun temsil edildiği bu yüce gönüllü insanı rencide ederek ona "terörist" muamelesi yaparak zaferini perçinlediğini düşündüğü bir dönemin fotoğrafıdır, o mahzun bakış. Heyhat... O günden bugüne kimin galip kimin mağlup olduğunu tarih en iyi müfessir olarak idraki olan herkese göstermektedir.

Bu tarih yolculuğundan uyanıp da karşındaki ekrana baktığında simaları, yaşları, duruşları, davaları aynı iki insan deyiverdi dudaklarım gayri ihtiyari... Biri davanın ruh kökündeki müceddid diğeri 60-70 yıl sonraki takipçilerinden "himmet dede"... 

Sahi! Üstad ruhen çok sıkıldığı bir dönemde karşısındaki ümitsizlere hitaben "ben size değil 60-70 yıl sonra gelecek nesile yazıyor onlara söylüyorum." dememiş miydi?

Gerçekten de Üstad haklı çıktı. İşte Anadolu'nun bağrına çalınan maya tutmuş bir millet cehaleti, fukaralığı ve tefrikayı yenmek üzere geri dönüşü olmayan büyük yürüyüş ile başlamıştı. Bu yürüyüş Anadolu'nun sınırlarını aşmış, taşıdığı mesajın kapsayıcılığına paralel olarak dünyanın yedi iklimine kendi rengiyle, dokusuyla, deseniyle ulaşmıştır.

TV ekranlarında hüzünlü görüntüleri ve bir şaki gibi şubeye götürülmesinin üzerinden aylar geçmişti... 
Bir tanıdığı beni de şaşırtan haberlerle hapishaneden çıkageldi. 
4-5 ay sonra ondan ilk haber geldiğinde en büyük üzüntüsünün teröristlikle suçlanmak olacağından kuşku duymayanlar çok şaşırmışlardı. Zira himmet dedenin ilk sorusu Afrika'da çocukların okuması için söz verdiği himmeti nasıl yerine getireceğini öğrenmek üzerine olmuştu. Bunu gerçekleştirmek himmetini verebilmek için 50 yıllık fırınını, 15 yıllık arabasını ve hatta yetmezse evinin de satılması için vekalet vermek istediğinde adeta yıkılmıştı. 
Çünkü, bütün mallarına el konulduğunu öğrenmişti.

Ziyaretinden gelenler en büyük üzüntüsünün bu olduğunu söylediler. Ama inancı kavi, ruhunun tüm derinliklerine davasını lime lime işlemiş bu abide insan birkaç damla gözyaşı ve kısa bir sendelemeden sonra bu davanın her ferdinin terennüm ettiği, idrak ettiği, paylaştığı şu cümleyi söylemişti: "Bize O'ndan gelene rıza göstermek düşer, dava O'nun, biz emanetçisiyiz.".

Sanırım işin sırrı burada. Yediden yetmişe cezaevlerindeki on binler, Ege'nin sularında boğulan yavrucakların geride bıraktığı analar, babalar, işkencede öldürülen onlarca mazlumun geriye bıraktığı insanları hala 'bunlar masum değil' diyecek kadar veya 'artık onları bitirdik' diye elini ovuşturacak kadar sinsi ve arsız sırıtkanlar çok büyük yanılgı içerisindeler. 

Bugünlerde kuzey yarım küre kışa giriyor. Zahmet edip sıcak odalarınızdan dışarı bakarsanız, her tarafta yeşil hububat tarlaları görürsünüz. Ortalama bir zekaya sahip olan herkesin bildiği, gerçek gördüğümüz bu tarlaların üzerinde önce karlar yağacak hatta bir kısmına zaten yağmış, kış aylarının bahara yerini bıraktığı günlerde o tarlaların nasıl büyük bir coşkuyla bereket fışkırdıklarını bilirler. Bu büyük yürüyüşün zindanlardaki, gurbetlerdeki, gaybubetlerdeki yüzbinleri cennet-asa bir baharı gözyaşlarıyla sulayıp yeni hedeflerine doğru, daha güçlü, daha inançlı, daha taze gitmenin muhakemesini yapmaktadır.

Tarihin ender gördüğü bir durum muhakemesi, bir nevi beyinlerindeki düşüncelerinde geviş getirerek olgunlaştırdıkları, kalplerini, ihlaslarını tekrar tekrar gözden geçirdikleri külli bir eğitim, tefekkür, yenilenme dönemidir bu. Büyük bir basübadel mevtin, yeniden var oluşun cennet-asa baharın hazırlıklarıdır bu yaşanılan.

Sinsi sırıtkanlar boşuna ellerini ovuşturadursun, onlara takılan bir kısım yılışık çilesizler boşuna oyalanadursun, karların eridiği gün yedi iklimdeki yeşilliklerin başağa duracağını Allah'ın izniyle, lütfuyla yaşayan her kul görecektir. 

Bu dava öksüz olabilir ama bu davanın tamamına erdirileceği Allah tarafından vaat edilmiştir. Şu halde bize düşen gece teheccüdlerindeki gözyaşlarımızla suladığımız bu kutsal emanet omuzlarımıza konulduğunda ruhumuzla, bedenimizle, mefkuremizle, kalbimizle hazır ve nazır olabilmeyi, üzerimize düşeni bilhakkın yerine getirmek için eksiksiz çalışmamızı sürdürmemizdir. 

Himmet dedenin hikayesinde ve onun gibi on binlerce canlı örnekten naçizane çıkardığım ders budur. 
Vesselam...

<< Önceki Haber 'Büyük felakette hizmeti yeniden düşünmek' Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER