MİT TIR'ları soruşturması kapsamında tutuklanan Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar, İsveç'te yayımlanan Dagens Nyheter'a Türkiye'deki gazetecilerin durumunu ve medyaya yönelik baskıyı yazdı. Türkiye'nin basın özgürlüğü sıralamasında 149. sıraya gerilediğine dikkat çeken Dündar, gazetecilere baskının suçüstü yakalanan hükümetin paniğinden kaynaklandığını belirtti.
Can Dündar'ın Dagens Nyheter'e yazdığı yazı şöyle:
"Bu yazıyı İstanbul'daki bir cezaevinden yazıyorum.
Kasım sonundan beri tutukluyum.
Türkiye cezaevlerindeki 33 gazeteci tutukludan biriyim. Benimle birlikte halen 250'ye yakın meslektaşım yargılanıyor.
Bu sicille Türkiye basın özgürlüğü sıralamasında -Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü'nün verilerine göre- 180 ülke arasında 149. sırada bulunuyor. Katar'ın, Afganistan'ın, Sudan'ın gerisinde...
Tahmin edebileceğiniz gibi bunun nedeni Türkiyeli gazetecilerin aniden suça bulaşması değil, Türkiye'nin eleştiriye tahammülsüz bir iktidarın eline düşmesi...
Erdoğan yönetimi, medya özgürülğünü baskı, sansür ve ağır cezalarla boğma siyaseti izliyor.
Kendi örneğimi özetleyeyim:
Genel Yayın Yönetmeni olduğum Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınladığım bir haberden dolayı "casusluk" iddiasıyla yargılanıyorum.
Haber, Suriye'deki radikal İslamcı gruplara silah taşıyan Türk istihbaratına ait TIR'ları belgeliyordu. Bu, illegal bir sevkıyattı. Hükümet de yalanlayamadı. Onun yerine haberin, ulusal güvenliği ilgilendiren bir "devlet sırrı"nı ele verdiğini belirtti. Erdoğan, bir TV yayınında "Bu haberi yapan, bedelini ağır ödeyecek. Yanına bırakmam onun" diyerek beni doğrudan tehdit etti. Uzun süredir Erdoğan'ın kontrolüne giren yargı mekanizması devreye girdi ve tutuklama kararı verdi.
Bu yazıyı, tutukluluğumun 50. gününde yazıyorum. Henüz iddianame yazılmadı; ama bizzat şikâyetçi olan Erdoğan'ın iddiaları, iki kez müebbet hapis yatmamı gerektiriyor.
Bu öfkenin asıl nedeninin haberle suçüstü yakalanan bir hükümetin paniği olduğu ortada... Nitekim Suriye iç savaşına müdahale etmesi, Ankara'yı hem uluslararası ilişkilerinde hem de ulusal güvenliğinde zora soktu.
Geçenlerde İstanbul'da patlayan bomba da, mayınlı arazideki bu tehlikeli serüvenin sonuçlarından biriydi.
İktidar zaten son iki aydır ülkenin Güneydoğusundaki silahlı kalkışmayı, askeri güçle bastırmaya çalışıyor. 50 güne yakındır süren sokağa çıkma yasakları ve yüzlerle ifade edilen ölü ve yaralı bir içsavaş görüntüsü veriyor.
Basın özgürlüğünü, evrensel hukuk ilkelerini, demokrasinin gereklerini hiçe sayan ve Avrupa'nın en kötü insan hakları siciline sahip bir hükümet, Batı dünyasında nasıl bir muamele görüyor dersiniz?
Cevap sizi şaşırtabilir:
El üstünde tutuluyor.
Nedeni ise, Avrupa kapılarına dayanan yüz binlerce Suriyeli mülteci...
Başını Almanya'nın çektiği Avrupa Bloku, mültecileri Batı'ya göndermeyip Türkiye'de tutması karşılığı Ankara rejimine 3 milyar Euro bağışladı. Bir de bütün faşizan uygulamalarına göz yumma rüşveti...
Bu "Kirli Pazarlık"ı, bir cezaevi tecritinde izlemenin, başta basın özgürlüğü ve insan hakları olmak üzere evrensel değerlere inanan ve onlar için mücadele veren bir gazeteci için nasıl ibretlik bir hayal kırıklığı olduğunu tahmin edersiniz.
Bizler bu hapisten kurtuluruz, ama Türkiye bu baskı rejiminden, Avrupa bu çifte standardın utancından nasıl kurtulur bilmiyorum.
Ama ilkindeki kurtuluşun, öncelikle diğer ikisinden kurtulmakla mümkün olduğunu biliyorum."
CİHAN