Kainat ağacının meyvesi insandır. İnsanın olmadığı bu dünyanın ve kainatın kıymet ve değeri yoktur. Varlık aleminin çekirdeği ve islamiyet ağacının en mükemmel meyvesi olan Hz.Muhammed (sav) alemin hem ruhu, hem aklı, hem de andelibi yani bülbülüdür.
Böylesine kainatın yaratılış vesilesi ve insanlığın iftihar tablosu, Efendimiz Hz. Muhammed (Aleyhissalatü Vesselam) yirmi üç yıllık nübüvvet hayatında rahat yüzü görmemiş ve hiçbir zaman rahat bırakılmamış; ama Allah‘ın en son nübüvvetle şereflendirdiği Nebiler Sultanı, en ağır şartlar altında bile vazifesini terk etmemiş, ye’se düşmemiş, gece gündüz hakka muhtaç gönüllere gizli-açık davasını anlatmaya çalışmıştır.
Maide Suresi 67. ayette Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirilen buyrukları tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan risalet vazifesini yapmamış olursun. Allah seni, zarar vermek isteyenlerin şerlerinden koruyacaktır. Allah kâfirleri hidâyet etmez, emellerine kavuşturmaz.”
(Bu âyet, Kur’ân’ın mûcizelerindendir. Risâlet görevini yerine getirme süreci içinde Efendimiz (a.s.m.)’ın düşmanları gittikçe artmıştı. Mekke müşriklerine, hicretten sonra Medine’deki kalabalık Yahudi kabileleri, Hıristiyanlar ve başka kabîleler de eklenmişti. Hele münâfıklar ve onların Yahudilerle işbirliği yaparak kışkırttıkları Medine dışındaki kabileler de hayli fazla idi. Bunca düşmanlıkların ve fiilen defalarca suikast girişimlerinin ona zarar verememesinin, bu âyette müjdelenen ilahî koruma ile olduğunda hiç şüpheye yer yoktur.)
Rabbimiz Enbiya suresi 35. ayette, “Her nefis ölümü tatmaya mahkumdur. (ve dolayısıyla) bir gün onu mutlaka tadacaktır. Sizi, gerçek değeriniz nedir ortaya çıksın diye şerler ve hayırlar arasında imtihan ediyoruz. Zaten bize dönme yolundasınız ve neticede huzurumuza getirileceksiniz.” buyurmaktadır. Dünya bir imtihan yurdu olması itibariyle insanlığın iftihar tablosu Efendimiz (sav) de, “Dünyada rahat yoktur” buyurmuşlardır.
Hz. Adem’den (as) saadet asrına, o günden günümüze kadar gerçek inananların, Allah’a başkaldırıp isyan eden ve hakka karşı çıkan, dünyayı gaye-i maksat yapan insanların muhalefetleri yüzünden dünyada yüzleri gülmemiştir.
Fakat inananlar yaptıkları vazifelerinin şuurunda oldukları müddetçe; şartlar ne kadar ağır olursa olsun kalbleri hep huzur ve itminan içinde olmuş, ruhen Allah’a daha yakın bulunmuşlardır.
Ne zaman inandıkları halde İslam’dan uzaklaşmışlar veya uzaklaştırılmışlar, dünyadaki asli vazifelerini ihmal etmiş ve Allah’la olan irtibatları ve bağlılıkları zaafa uğramış, birlik ve beraberliklerini koruyamamış, dünyayı ahirete tercih etmişler ise, o zaman hep ezilmişler, zillet ve sefalete mahkum hale gelmişlerdir.
Bu asırda ölmüş ruhları ihya adına kendini iman ve Kur’an hizmetine adamış Hz.Üstad’ın, bir ömür boyu hapishanelerde, çilehanelerde, talebeleriyle beraber çekmediği ceza, görmediği eza kalmamıştır. Kendisine yapılanlar karşısında, ‘Eğer Said’in imanı müsaade etseydi şimdiye kadar yapılanlar karşısında çoktan toprak olup gitmişti’ diyerek davası adına çektiği ızdırapları böyle dile getirmiştir.
Ve yine ‘Milletimin imanını selamette görürsem Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Cesedim yanarken (Hz.İbrahim gibi), gönlüm gül gülistan içinde olur’ ifadeleriyle temsil ettiği davaya dikkatleri çekmiştir.
Görülüyor ki, Cenab-ı Hak davasına gönül verenler için dünyayı rahat ve ücret yeri değil; hizmet, imtihan ve sabır yeri olduğunu bildirmiş, muvakkaten değişik musibet ve sıkıntılarla imtihan etmek suretiyle, kullarının davaya sadakatlerini, sabır ve sebatlarını ölçerek, neticede vadettiği mükafatlara kavuşturmayı murad etmiştir.
“Zeval-i lezzet elem olduğu gibi, zeval-i elem dahi lezzettir.” (13.Söz). İnsanın başına gelen musibetler, karşılaştığı zorluklar geçince yerini lezzete bırakır. Lezzetlerin izalesi de hüzün verir. Herkes bilir ki, hayatın en sıkıntılı anları unutulmaz. Gelecek nesillere bir yad-ı cemil olarak bırakılır.
Bakara suresi 155, 156 ve 157.ayetlerde Rabbimiz (cc):
“Biz mutlaka sizi biraz korku ile, biraz açlık ile, yahut mala, cana veya ürünlere gelecek noksanlıkla deneriz. Sen sabredenleri müjdele!”
“Sabırlılar o kimselerdir ki başlarına musîbet geldiğinde, ‘Biz Allah’a âidiz ve vakti geldiğinde elbette O’na döneceğiz’ derler.”
“İşte Rab’leri tarafından bol mağfiret ve rahmete mazhar olanlar onlardır. Hidâyete erenler de ancak onlardır.” buyurmaktadır.
İnandığımız, hak bildiğimiz yolda zerre kadar şüphe ve tereddüdümüz olmadığına göre; Cehennemi bize hatırlatacak, yağmur gibi tepemize musibetler yağsa da, -Allah’ın izniyle- inandığımız bu yoldan dönmeme azim ve kararlılığı içinde vazifemizi ifa etmeye, yangından neslimizi kurtarmaya devam edecek, Rabbimize verdiğimiz sözden dönmeyeceğiz.
Mehmet Ali Şengül