Mazlumder Cezaevi Komisyonu üyesi Av. Mehmet Ali Başaran kişisel
blogunda cezaevlerinde yaşananları birinci elden anlatan yeni bir mektup
yayımladı. Mektupta cezaevinde yeni bir isyanın yaklaşmakta olduğu
belirtilirken dışarıdakilere, “Ne yapacaksanız yapın ama mutlaka bir
şeyler yapın. Eğer adilseniz onurlusunuz demektir. Şu halde onurunuz
lekelenmesin diye bir şeyler yapmak zorundasınız.” şeklinde
sesleniliyor.
Başaran’ın sunumuyla mektup metni şu şekilde:
Türkiye’de cezaevleri, ağır hak ihlallerinin yaşandığı yerler olagelmiştir.
Binlerce insanın kapatıldığı cezaevleri bağımsız ve tarafsız sivil kişi
ve kurumların denetimine açık değildir. Yapılan göstermelik denetimler
ciddiye alınabilir olmaktan uzaktır.
Mahkûmlar Hukuk’tan ziyade zulmü netice eden keyfi yönetimlerin gölgesi
altında ruh ve beden sağlıklarını muhafaza etmek derdinde, özgürlüğe
kavuşacakları günü beklemektedirler.
Aşağıdaki, sıradan ve aynı zamanda sarsıcı cezaevi mektubunu okumadan önce şunları hatırlatmak isterim:
Bu mektup bana elden teslim edilmeyip cezaevinden postayla gönderilmek
istenseydi, kesinlikle veya kesine yakın bir ihtimalle cezaevinden
çıkartılmasına izin verilmeyecekti.
Bu mektupta ortaya konan zulüm Türkiye cezaevlerinin bir portresini
sunmaktadır bize, üç aşağı beş yukarı. Denilebilir ki mektubun yazarı
kendisi gibi binlerce mahkûmun duygularına tercüman olmuştur.
Bu mektubu, ‘Türkiye’de Cezaevleri’ bahsindeki olumsuz tablonun
değişmesi umuduyla bir ihbar olarak BİMER’e (Başbakanlık İletişim
Merkezi) ulaştırdım ve 1061702 başvuru numarası ile takibe aldım.
Sizi, hayli “can alıcı” sorular soran ve haliyle keyfinizi kaçıracak bu mektupla baş başa bırakıyorum.
Beton duvarlar arasında sıkışmış insan seslerinin işitilebilmesi ve insanların insanca muamele görebilmesi duası ile…
“KOCAELİ 1 NO’LU T TİPİ KAPALI CEZAEVİ’NDE İSYANIN AYAK SESLERİ
Bilindiği gibi kısa bir süre önce Kocaeli 1 No’lu T Tipi Kapalı
Cezaevinde tutulan mahkûmlar, yataklarını yakarak koğuşlarının
çatılarına çıkmış ve cezaevinin olumsuz şartlarına bir tepki olarak
isyan etmişlerdi.
Tabii isyan amatörce ve aniden geliştiği için hemen son bulmuş ve isyan
eden mahkûmlar -gardiyanların aşağılamak için kullandığı deyimle- tek
tek başka cezaevine paket edilmişti.
Şunu belirteyim ki, o isyan gününde, çatıya çıkan mahkûmlara cezaevi
idaresi birçok sözler vermişti. Bu sözlere göre “cezaevindeki olumsuz
şartlar, keyfi uygulamalar ve tabii zulümler son bulacaktı.” Peki son
buldu mu? Kesinlikle hayır! İşte bulmadığı için de bugün mahkûmların
gündeminde tekrar isyan var. Mahkûmların birçoğu tekrar isyan etmekten
bahsediyor. Fakat belirteyim ki, bu isyan önceki gibi amatörce
olmayacak. Bu kez daha profesyonel bir isyan düşünülüyor.
Gerçi şu anda bile bireysel olarak olumsuz şartlara ve haksız
uygulamalara karşı direnen mahkûmlar var. Kimisi süreli kimisi de
süresiz açlık grevindeler.
Bu arada, süresiz açlık grevine giren Yasin Karaoğlan adlı mahkûmun
açlık grevindeyken vefat ettiğini üzüntüyle belirtmek isterim. Bu mahkûm
açlık grevine girdiğinde benim daha önce kaldığım koğuştaydı. Onunla
orada tanıştık. Kendisi çok efendi, saygılı, mütevazı, saf ve temizdi.
O açlık grevine girdiğinde, cezaevi idaresi onu başka bir koğuşa verdi.
Fakat başka bir koğuşa verilir verilmez kavga etmişti. Sonra başka bir
koğuşa verildi ama orada da kavga etti. Daha doğrusu idarenin hizmetinde
olan mahkûmlar tarafından dövüldü. Sonra başka bir koğuşa daha verildi
ama orada da dövüldü. Yasin bana gönderdiği mektupta, bir hafta
içerisinde 6 defa koğuşunun değiştirildiğini yazmıştı. Daha sonra da
ölüm haberi geldi.
Ben kesin bir şekilde söyleyeyim ki Yasin’i bile bile, göz göre göre
öldürdüler, ölüme terk ettiler. Bunu idare yaptı. Çünkü bu cezaevinde
“İDARE KOĞUŞU” olarak bilinen, idarenin “DEMİR YUMRUK” koğuşları vardır.
Bu koğuşlarda kalan mahkûmlar bir kısım imtiyazlar karşısında kurum idaresine hizmet eder. Hizmetleri şöyledir:
“Kurum idaresinin yaptığı haksız uygulamalara karşı direnen cesur
mahkûmlar, direnişleriyle idareyi hem yasal hem de gayri yasal çerçeve
içerisinde zor bir duruma sokunca, cezaevi idaresi bu tür mahkûmları
koğuşlarından alır, idare koğuşlarından birine verir. Ve orada kalan
mahkûmlar tarafından ‘uslandırılmasını’ sağlamaya çalışır. Bu cesur
mahkûm (Yasin Karaoğlan gibi) bu mahkûmlardan işkence görür. Falaka,
kafada bardak kırma, tekme ve tokatlı toplu dayak vs… yapılan işkencenin
bir kısmıdır. Bu şekilde mahkûmun uslandırılması ve direnme güç ve
cesaretinin kırılması amaçlanır. Bazen bu, cinayetle sonuçlanır ama
tabii intihar süsü verilir ve öyle tutanak tutulur.”
Açlık grevindeyken ölen Yasin Karaoğlan dışında benim aklıma Hasan Özer
adlı genç mahkûm da gelir. Bu genç, annesiyle yaptığı telefon
görüşmesinde annesine şunları söylemişti:
“Anne beni öldürecekler. N’olur yardım edin!”
Bu görüşmeden sonraki gün, bu mahkûm kaldığı odanın banyosunda ölmüş
olarak bulundu. Bunun intihar olduğu söylendi. Bu genç mahkûmun
psikolojik sorunlarının olduğu dile getirildi. Hâlbuki ölümünden kısa
bir süre önce bu mahkûmun cezaevi koridorunda gardiyanlardan kaçarken
çekilmiş görüntüleri ortaya çıktı. Fakat buna rağmen intihar denilip
üstü kapatıldı. O intihar daha sonra başka intiharları da kovaladı. Peki
gerçekten de bunlar intihar mıydı yoksa intihar süsü verilmiş cinayet
miydi? Eğer intiharsa onları intihara sürükleyen amil neydi? Eğer
cinayetse -ki bize göre öyledir- şu halde neden failleri bulunup
haklarında işlem yapılmıyor?
Yukarda belirttiğim gibi cezaevi idaresinin DEMİR YUMRUK
olarak kullandığı koğuşlar vardır. İdare bu tür mahkûmları onlara belli
imtiyazlar vererek kullanmaktadır. Bundan dolayı ölümler olmuştur. Ve
bunlara tepki olarak iç ve dış isyanlar doğmuştur. Bununla beraber
yakında yeni isyanlar da olacaktır. Tabii isyanların bu ana sebep
dışında bazı yan sebepleri de vardır ki onları şöyle sıralayabilirim:
Ziyaret süresi 45 dakikadır. Bu sürenin hemen hemen 10 dakikası gidiş
gelişlerde tükenmekte ve geriye 35 dakika kalmaktadır. Mahkûmlar bu kısa
süre içerisinde aileleriyle ne konuşabilirler? Neyin hasretini
giderebilirler?
12 kişilik olarak yapılmış koğuşlarda mevcut bazen 20’ye çıkabilmekte ve
insanlar yerde yatmaktadır. Bu durum devamlı sorun doğurmaktadır.
Cezaevinde tutulan mahkûmların çoğu çeşitli hastalıklara müptela
olmuştur. Ama buna karşın bu mahkûmlar tedavi olamıyor. Zira her
koğuştan haftada bir defa ancak 2 tane mahkûm revire çıkarılıyor.
Hastaneye sevk edilen mahkûmlar hastaneye götürülmüyor.
Mahkûmlar koridorda tek sıra halinde yürütülmeye zorlanıyor.
Maddi imkânları geniş olan mahkûmlar imtiyaz sahibidir ama buna karşın
fakir mahkûmlar ezgindir, eziliyor. Mesela onların özel koğuşları
vardır.
Gardiyanların bir kısmı mahkûmlara hayvan muamelesi yaparak onların psikolojisinin bozulmasına sebep oluyor.
Mahkûmlar ailelerinden uzakta olan cezaevlerinde tutuluyor. Ve bu
mahkûmlar bir türlü ailelerinin bulunduğu cezaevlerine gönderilmiyor.
İşte bu durum birçok olumsuz sonuç doğuruyor. Ailelerimizden vefat
haberleri alıyoruz ama biz gurbet cezaevlerinde onlardan uzağız. Mesela
benim babam, dedem, yeğenim ve son olarak da cezaevinde olmamdan dolayı
çektiği sıkıntılara yenilen eşim vefat ettiğinde ben hep gurbette bir
cezaevindeydim. Oysa ben işlediğim suçun cezasını memleketimdeki
cezaevinde çekmiş olsaydım ve eşim ziyaretime gelip gidebilseydi belki
çok daha farklı olurdu.
Bundan sonra da belki ölüm haberleri alacağız. Bu da bizim cezaevi içinde cezaevi hayatı yaşamamıza neden olacak.
Gerçekten çok merak ediyorum; biz bu devlet için neyi ifade ediyoruz? Nasıl bir hak hukukumuz var?
Sakın kimse bize anayasal hakları hatırlatmasın. Çünkü biz onların bizim
için olduğuna kesinlikle inanmıyoruz! Onlar apoletli ve makam mevki
sahibi olan imtiyazlı sınıf içindir. Alt tabaka olarak görülen bizler
için hak ve hukuk yok.
İmtiyazlı sınıf mensubu biri canı istediği zaman bir sevk dilekçesi
yazar ve istediği cezaevine gider. Bizim dilekçelerimiz ise hep red
gelir. İmtiyazlı sınıf grip olunca hemen “hastalığından dolayı
cezaevinde kalamaz” raporunu alır ve tahliye olur. Biz ise ölümcül
hastalığa müptela olsak da çıkamayız. Çünkü alışmışız acı çekmeye. Biz
ancak ölürsek cezaevinden çıkarız.
Yasin Karaoğlan adlı mahkûm arkadaşımın dilekçesi zamanında işleme
konulsaydı tahliye olacaktı. Çünkü cezası bitmişti ama konulmadı. Göz
göre göre ölüme terkedildi ve cezaevinden ölüsü çıktı. Alkışlayarak ve
tezahüratlar eşliğinde uğurlayamadık onu ama ona yas tuttuk.
İmtiyazlı sınıf için yeni ve modern cezaevleri inşa edilir. Onlar,
dışarda olduğu gibi içerde de rahattır. Fakat biz ahırı anımsatan
cezaevlerinde yatırılırız. Nasıl olsa hayvan olarak görülüyoruz.
Eğer öldüğümüz zaman devlet için değerli olacaksak, eğer o zaman devlet
erkini elinde tutan yetkililer ölümümüzden dolayı, “üzgünüz, pardon”
açıklamasını yapacaklarsa ve eğer öldüğümüzde diğer mahkûmların kaldığı
cezaevlerinin şartları düzelecekse merak etmeyin size çok yakında ölüm
haberlerimiz gelecektir.
Fakat siz, ey adalet duygusu zedelenmemiş onurlu insanlar! Sizler
biz ölmeden bir şeyler yapamaz mısınız? Herkesin karanlığa ve zulme
sevdalı olduğu bu zamanda adaletin meşalesini yakıp karanlığı
aydınlatamaz mısınız?
Yeni ölümler gelmeden önce, henüz ölmemiş olanlara, yeni yaşamlar yaşama fırsatı sunamaz mısınız?
Biz sizin yapacağınıza inanıyoruz. Sizi umut olarak gördük. Sakın siz de
klasikleşmiş ve hiçbir işe yaramayan “cezaevini denetlemesi için”
müfettiş göndermeyin. Çünkü şimdiye kadar hiçbir müfettiş bizi dinlemeye
gelmedi. Derdimizi sormadı. Tek yaptıkları şey cezaevine gelip çay
içmek ve konferans salonunda tiyatro izlemek oldu. Tiyatroyu izlediğinde
zaten attığı kahkahalar bizi unutmasına neden olmuştu.
Başka bir metodla bize gelin. Gerçekleri, ne acılar çekildiğini, bir
dedektif inceliğiyle araştırıp gün yüzüne çıkarın. Her mahkûmu özel
olarak dinleyin. İsyan ettikleri için başka cezaevine gönderilen
mahkûmlara kulak verin.
Ne yapacaksanız yapın ama mutlaka bir şeyler yapın. Eğer adilseniz
onurlusunuz demektir. Şu halde onurunuz lekelenmesin diye bir şeyler
yapmak zorundasınız.