Seçimler öncesinde, CHP dahil hemen tüm muhalefet partilerinin Türkiye’de iktidarın niteliğine dair bir tanımı vardı. Farklı kavramlarla da olsa rejimi “otoriter” olarak tanımlıyor, Özgür Bey “diktatör” gibi ifadeler kullanıyor, 6’lı Masa’nın Ortak Mutabakat Metni’nde mevcut rejimin “devlet için bir beka sorunu” olduğu söyleniyordu. Rejimin adını koymak ona karşı mücadele stratejisini belirlemek açısından önemli, bu yüzden şimdi nasıl tanımladıklarını soruyorum.
“Daha önce yaptığımız tanımlamaları geriye alan hiçbir beyanımız olmadı” diyerek yanıtlamaya başlıyor CHP lideri. “Otokrasi, tek adam rejimi, totaliter diktatoryal rejime evriliyor tespitlerini hepimiz yaptık ve bunları geri alan bir tavrımız yok.”
Bu tanım mücadele-müzakere dengesini doğru kurmak açısından önemli. Özel, sorunun “Bu rejimi değiştirmek için sadece söylem düzeyinde sert polemiklerin seçmene işlememesi” olduğunu vurgulayarak, “Meseleyi karşılıklı sürekli ateş halinden, iktidara oy veren seçmenin sorunlarını sürekli dile getiren, iktidarın kalesi Rize’de çay mitingi yapan, emekli mitinginde her siyasi görüşten emekliyi bir araya toplayan, geçinemiyoruz mitinginde her siyasi eğilimden seçmeni bir araya getirmeye çalışan bir muhalefet hattı izlemek olarak görüyoruz”, diyor. “AKP’nin nizami ve gayri nizami yollarla ele geçirdiği basınla CHP’yi sanki terör örgütleriyle birlikte hareket eden, iktidara geldiğinde yönetemeyecek, sorunlara duyarsız, kavgacı bir parti gibi gösteren bir kampanyası vardı. Buna karşı bir politika izliyor ve CHP’yi görmeyen seçmenin de görmesini sağlamaya çalışıyoruz.”
AKP ve MHP’nin sosyal demokratları ezanla, bayrakla, ülkenin bütünlüğü ile sorunlu bir parti olarak gösteren propagandasına karşı, yaptıkları görüşmelerle, o propagandadan etkilenen kitlelerin de temel sorunlarını dillendirerek, CHP’yi ezan ve bayrak üzerinden şeytanlaştırarak yaratılan kutuplaşmaya karşı mücadele ettiklerini vurguluyor. “Ben iktidarı normalleştirme peşinde değilim. Ben MHP olmasa da AKP olmasa da normalleşirim. Benim derdim onların seçmenleriyle normalleşmek” diyerek, mücadele müzakere dengesinde “sadece müzakere yapıyorlar” biçiminde bir toplumsal algının CHP için bir problem olacağını kabul ediyor.
“Asgari ücrete zam vermezseniz biz sokaklara döküleceğiz diye söyledik. Geçinemiyoruz mitingine DİSK, Hak-İş ve Türk-İş başkanlarını arayıp davet ettim. Ben masadan ve görüşmeden bir asgari ücret zammı çıkarsam bunun kaybedeni olmazdı. Çıkaramadım, şimdi bunun bedelini iktidarın tek başına ödemesi için ben buna susmayacağım. Mücadele müzakere dengesi bu.”
BirGün yazarı Doğan Tılıç'ın görüştüğü CHP Genel Başkanı erken seçim konusundaki tavrının da, belki iletişim hatasından yanlış anlaşıldığını söylüyor ve 1.5 yıl sonra bir erken seçim olacağını öngörüyor.
“Türkiye ilk seçimde Erdoğan yönetiminden kurtulacak. İlk seçim dediğim 2028 değil. Ben 31 Mart seçim sonuçlarını araçsallaştırarak seçim istemeyeceğimi söyledim. Bu seçim istemiyorum demek değil. En çok ben istiyorum. Vatandaş da, anketler gösteriyor ki, yavaş yavaş seçim istemeye başladı. Erdoğan 5 yıllığına seçildi ama bence seçildikten 2.5 yıl sonra, bugünden 1.5 yıl sonra erken seçim olur. Ben erken seçimden kaçmam, bunun için koşarım.”
Özel, Avrupa seçimlerinde ortaya çıkan aşırı sağın yükselme trendinin hem Avrupa hem de Türkiye için ciddi bir tehlike olduğunu düşünüyor. Aşırı sağa karşı başarılı olmanın yolunun onlara yaklaşıp argümanlarını tekrarlamaktan geçmediğini, Avrupa sol ve sosyal demokrat partilerinin kendi değerlerine dönerek, gelir dağılımı eşitsizliği ve sosyal devletin ortadan kalkması gibi konularda ciddi alternatifler ortaya koyması gerektiğini söylüyor. İncil’e el basmadan göreve başlayan, İsrail-Filistin konusunda farklı bir tavır alan, aşırı sağa cepheden karşı çıkan İspanya başbakanı Pedro Sanchez’in sağla uyumlu çizgi izleyen diğer partilerle kıyaslandığında bu süreçten en az zararlı çıkan solcu lider olduğunu söylüyor.
Ona göre, Avrupa’da sol ve sosyal demokrat partilerin bu tehdit karşısında yapmaları gerekenler çok net: Kendilerine bakarak bir özeleştiri vermek, değişmek gerektiğini görmek, toplumun bütününe dokunacak sosyal politikalar geliştirmek, sağdan uzak durarak toplumun genelinin hissettiği sorunlara odaklanmak.
“Güçlenen aşırı sağ aslında gelir adaletsizliğinden, yoksulluktan, işsizlikten, sosyal devletin gerilemesinden besleniyor. Çözümün sosyal demokrasi ve sol politikalarda olduğunu unutmamak lazım. Eğer sol politikalarla toplumun bu kesimlere umut verilebilirse, aşırı sağın istismarından kurtulunabilir. Ancak, ekonomi politikalarında diğer partilerden ayrışmadan, sosyal devleti yeniden güçlendirmeyi savunmadan ve toplumun kırılgan kesimleri için çok iddialı programlar açıklamadan bu silah aşırı sağın elinden zor alınır. Biz biraz biraz onlara benzeyerek daha çok oy kaybederiz.”
Özel’in aşırı sağın sömürüp beslendiği alanların başında gelen göçmenler konusunda AB’ye ve Türkiye ile sığınmacı anlaması imzalayan Merkel’e de eleştirileri var. “Avrupa Türkiye’yi kendisi için bir tür sığınmacı kampı haline getirirken, Türkiye’de Erdoğan’ın olmasından memnun” diyor. Avrupa’nın kendileriyle böyle bir sığınmacı anlaşması yapamayacağını söylüyor.
Özel'e göre, sığınmacı konusunun Avrupa değerlerine de uygun olarak çözülmesinin yolu, Suriye’de barışın sağlanması ve mutlaka Esad’la görüşmekten geçiyor. “Avrupa’nın ve dünyadaki diğer çok uluslu birlikteliklerin elini taşın altına koyması ve bu sorunun insanlık adına çözülmesi lazım. Sol sosyal demokrat bir parti olarak sığınmacı düşmanlığı yapacak halimiz yok ama bu sığınmacı yaratan politika ve politikacılara itiraz ediyoruz.”
Sığınmacılar konusunda bir sosyal demokrat parti olarak CHP’nin sağa kaymasının sağdakileri daha da sağa kaydıracağını ve bunun hiç istenmeyecek sorunlar doğuracağını vurgulayarak; “Biz Türkiye’de sığınmacıların kalmasını, de facto durumun kalıcılaşmasını istiyor değiliz. Bu yüzden de önümüzdeki günlerde, çok aktif hamleler yapmayı, Suriye sorununun çözümü konusunda inisiyatif almayı, gerekirse Esad’la birebir görüşmeyi ve Türkiye ile Suriye arasındaki iletişim kanallarının yeniden tesisini ve Suriyelilerin ülkelerine güvenle dönmelerini sağlamak için çalışacağız. Esad’la görüşmeye gitmek ve Esad’la görüşmek dahil bütün alternatifleri değerlendiriyoruz. Birkaç ay içinde çok aktif bir tutum alacağız. Sığınmacı sorunu çözülmek zorunda ama bunu nefretle ve nefret diliyle yapmak ne Türkiye’ye ne de partimize yakışır.”
Özel, AB’ye tam üyeliğin Türkiye için stratejik hedef olduğunu ama yönünü Doğu’ya dönmüş AKP iktidarlarıyla bu hedefe 200 yılda bile ulaşılamayacağını söylüyor. Kuruluşundan itibaren tam bağımsızlık hedefinden sapmadan, kültür, sanat, bilim, gelişmişlik ve demokrasi için Türkiye’nin yüzünü Batı’ya döndüğünü ve AB’ye tam üyeliğin son derece önemli bir çıpa olduğunu vurguluyor. “Bizim iktidarımızda 2 yılda çok mesafe alırız. Biz AB sınırında demokrasi ile istikrarı birleştirmiş bir komşu olacağız. İki yıl içinde biz üzerimize düşen her adımı atarız. Terör tanımının herkesi terörist gören halden çıkıp uluslararası standarda kavuşması, kendi vatandaşlarınız için de önemli kişisel verilerin korunması bize de lazım. Siyasi ahlak yasası herkese lazım”, diyor.
CHP Genel Başkanı Türkiye’nin dış politikada üç temel acil meselesini: 1) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına direnmek, 2) Komşularının iç işlerine karışmama, komşunun toprak bütünlüğüne saygılı olma ve komşunun devlet dışı unsurlarını muhatap kabul etmeme geleneğinin terk edilmesi, 3) Uzun yılların yerleşik dış politika deneyim ve hariciye geleneğinin terk edilip Türk dış politikasının şahsi ilişkiler ve kararlarla sürdürülmesi olarak sayıyor.
Türkiye’de siyasal partilerin bir lider kültü var. Avrupa’da sıradan bir üye kendi sosyal demokrat/sol liderine ön ismiyle hitap edebiliyor. Türkiye’de ise ceketler iliklenerek Sayın Başkan’ın iki adım gerisinden yürünüyor. Değişim tartışmalarında vurgulanan konulardan biri de lider kültü idi. Peki, Özgür Özel kendisine Özgür Arkadaş, Özgür Yoldaş denmesini istemez mi?
“Kimseye neden böyle diyorsun demem de. Ben ilk geldim bütün örgütlere yazı yazdım. Örgüt binalarına benim fotoğraflarımı koymayın. Birlikte çekindiğimiz bir resmi masanıza koyun dedim. Bir ay mücadele ettim. Çok tepki geldi. ‘Siz değişim karşıtı mısınız, Başkanı desteklemiyor musunuz’ diye kızmışlar il ilçe yöneticilerine. Bu binada kravatsız bir resim astık. Türkiye’de şöyle bir zorluk var. Rakibiniz çok güçlü otoriter bir lider olduğu için buna karşı benzer bir profille mücadele edilebileceği şeklinde algı var. Ben tam tersine farklılığımızla güçlenebileceğimize ikna etmeye çalışıyorum ama biraz zor oluyor.”
Özel’e yıllar önceki bir sohbetimizi hatırlatıyorum. “AKP rabia işareti yapıyor, MHP bozkurt işareti yapıyor, insanlar coşuyor. Bizim böyle bir selamımız yok” demişti. Semboller siyasal iletişim açısından gerçekten çok önemli. Şimdi Genel Başkan olduğuna göre, bir parti selamı olacak mı?
“Kemal Bey’le bir kalp selamımız oldu. Gençler beğendi. Ben bunu çok önemsiyorum. Tek elle yapılacak bir selama çok ihtiyaç var. Çalışıyoruz. Bakıyoruz. Bu kendiliğinden bir tasarımla olacak bir şey değil, bir duyguyla olacak şey.”