-Ebeveynler yaşadıkları sorunları çocuklarına hissettirmeden atlatabilir mi? Çocukları geleceğe hazırlama konusunda neler yapılabilir?
Çocukların çok iyi gözlem becerileri vardır. Biz yetişkinler bazen çocukların yaşanan zorlukları idrak edemediklerini düşünürken, onlar bizim yaşadığımız olumsuz yaşantıların bizde oluşturduğu değişimleri çok iyi algılayabilirler ve yolunda gitmeyen şeylerin olduğunu anlayabilirler. Dolayısıyla yolunda gitmeyen durumlar olduğunda, her şey yolundaymış gibi davranmak gerçekçi değil.
Yaşadığımız acılar varken, çocuklar üzülmesin veya etkilenmesin diye sorunları inkâr etmek, çocukların gözünde güvenilirliğimize zarar verir. İnandırıcılığımız zedelenir. Çocuklarla açık bir iletişim kurmamız çok önemli. Çocuklara; “her şey yolunda, hiçbir sorun yok” demek yerine, “yaşadığımız bazı zorluklar veya yolunda gitmeyen bazı şeyler var, ama bunları hep birlikte aşacağımıza inanıyorum. Tüm sıkıntıları geride bırakabiliriz. Sadece bu biraz zaman alacak ve bunun için biraz gayret etmemiz gerekecek” gibi açıklamalarda bulunmak daha gerçekçi olacaktır. Çocukların hayatın zorluklarıyla karşılaşmaları geciktikçe, zorluklarla başa çıkma becerileri zayıf kalacaktır. Çocukları hayata hazırlarken ve sosyal ilişkilerini geliştirmelerine yardımcı olurken şu iki beceriyi kazanmalarının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Birincisi; duygularını, düşüncelerini, isteklerini ifade edebilme becerisi. Bu beceri çocukların gelecekte kendine daha çok güvenen, problemleri çözebilen, içine atmak zorunda kalmadığı için daha rahat davranan bireyler olmasına yardımcı olacaktır. İkincisi ise; empati kurma becerisi. Yapılan bir araştırmaya göre; kişilerin yapılan haksızlıklar karşısında tepkisiz kalmasının en önemli nedenlerinden birinin empati eksikliği olduğu görülmüştür. Empatiden yoksun olan bir insan, başkalarının duygularını anlayamaz veya anlasa da önemsemez. Bu durum da sosyal ilişkiler açısından ciddî olumsuzluklara yol açar. Bu nedenle çocuklara bu beceriyi kazandırmamız, gelecekteki toplumsal ilişkiler ve insan haklarının gözetilmesi açısından büyük önem taşımaktadır.
Türkiye, en mutsuz dördüncü ülke
-İnsanlar, yaşadıkları olaylar sonrasında psikolojik sorunlar yaşayabiliyor. Ruh sağlığını etkileyen bu durumları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sorunuzun cevabını geçen sene yayınlanan Gallup Küresel Duygu Raporu verilerine göre yanıtlamaya çalışayım. Geçen sene Uluslararası Araştırma Şirketi Gallup’un 145 ülkede 154 bin kişinin baz alınarak hazırladığı Küresel Duygu Raporu’na göre Türkiye en mutsuz dördüncü ülke. Ülkemiz insanın en çok şikâyet ettiği, yakındığı gerekçelerin başında ekonomik sıkıntılar, hayat pahalılığı, iş imkânlarının yetersizliği gibi konular geliyor. Aynı araştırmaya göre katılımcıların % 31’i acı çektiğini, % 23’ü üzüntü yaşadığını belirtiyor.
Ekonomik sıkıntıların oluşturduğu olumsuz etkiye bir de hukuk sisteminden kaynaklanan sorunlar eklenince sorunun çapı genişliyor. Bugün yüz binlerce insan KHK’larla işten çıkarılmış ve daha önce yasal olmasına rağmen şu an yasal olmadığı kabul edilen kriterlerle işini, özgürlüğünü ve sosyal statüsünü kaybetmek zorunda kalmıştır.
Yaşanan ekonomik, hukukî ve sosyal sorunlar bazen büyük travmatik durumların ortaya çıkmasına yol açtı. Travma Sonrası Stres Bozukluğu, Kaygı Bozukluğu, Depresyon gibi psikolojik rahatsızlıklar daha sık görülmeye başlandı. Ortaya çıkan psikolojik zorlukları, buna bağlı olarak antidepresan kullanımını da büyük ölçüde arttırdı. Son iki seneye ait verilere ulaşamadım, ama 2016 yılının ilk 9 ayında ülkemizde tüketilen antidepresan sayısı 33 milyon 638 bin 916 kutu. Ben şu anda bu sayının çok daha fazla arttığını düşünüyorum.
İktisat bir yaşama tarzı olmalı
- İnsanlar israfa ve aşırı tüketmeye alıştılar. Ekonominin bu durumu bizden biraz kısmamızı, deyim yerindeyse “kemer sıkmamızı” istiyor. Bu birbirine iki zıt kutup olarak görünen israf ve aşırı iktisatın ortasını nasıl sağlarız? İnsanımızın alışık olmadığı bu durumun olumlu tarafı var mı?
Tüketim toplumunda yaşıyoruz. Bu tüketim bizi, her yıl değişen trendlere, modaya ve teknolojinin en son çıkan ürünlerine yöneltiyor. Bu da daha fazla harcama, daha fazla borçlanma, daha fazla israf anlamına geliyor. Sınırlı olan imkânların özensiz bir şekilde tüketilmesi kaynak konusunda yetersizliğe yol açıyor. Özellikle son aylarda toplumun genelinde hissedilen ekonomik zorluklar, kişilerin yaşama standartlarını olumsuz şekilde etkilemeye başladı. Bu zorlukların başında, alım gücünün azalması yer alıyor. Alım gücünün azalması, kişilerin harcamalarını gözden geçirmeye, harcama konusunda daha itinalı davranmaya, yani kişileri zorunlu olarak tutumlu olmaya yöneltiyor. Aslında tutumluluk, sadece ekonomik zorluk yaşanan dönemlerde değil, hayatın genelinde uygulanan bir yaşama tarzı olsaydı, gereksiz ve aşırı harcamaların önüne geçilebilirdi. Böylece hem kurumlar, hem de kişiler aniden ortaya çıkan ekonomik zorluklarla karşılaşmak zorunda kalmazlardı. Rahat harcamaya ve tüketmeye alışan kişiler için, kemer sıkmak zorunda kalmak elbette ki oldukça zordur. Kişinin hayat standardının değişmesi ve alım gücünün düşmesi, kişiyi gelecek adına kaygılanmaya sevk edebilir. Uzun süreli kaygı ve stres de, depresyon ve bunalıma sebep olabilir. Bu sonuç yaşanan ekonomik zorluğun olumsuz tarafını gözler önüne sermesi açısından önemli. Ancak bir yandan yaşanan tüm bu zorlukların belki de tek olumlu tarafı; kişiyi tercih etmese de zorunlu olarak tutumlu davranmaya yöneltmesi.
Bu yönelim hem kaynakların daha itinalı kullanılmasına, hem de gereksiz harcamaların azalmasına katkı sağlayacaktır.
Merak ilmin hocasıdır
-Ülkemizde eğitimle ilgili yetersizlikler yaşandığı görülüyor. Çocukları okul dışında öğrenmeye nasıl teşvik edebiliriz?
Öğrenme için iki önemli etken vardır. Birincisi merak, ikincisi ilgi. Sadece çocuklar değil, yetişkinlerde de durum böyledir. Siz merak etmediğiniz veya ilgi duymadığınız bir konuda yeni bilgileri öğrenmek istemezsiniz. Merak duygusu ve ilgi ne kadar yoğunsa öğrenme de o derece güçlü olacaktır. Şimdi bunları ifade ederken birden yıllar önce çocuklar için yayınlanan bir program aklıma geldi. “Arka Bahçede Bilim” isimli yabancı bir program vardı. Bu programı kızım çok izlerdi ve bazı deneyleri evde yapmak isterdi. Bu deneylerden uygulama fırsatı bulduğu da oldu. Programı bazen ben de kızımla izlerdim. Hem de yoğun bir ilgiyle izlerdim. Çünkü bu programın en büyük başarısı, kişilerin merak duygusunu ve ilgisini canlı tutabilmesiydi. Bizim ülkemizde bu türden bir merak ve ilgi, ne yazık ki çoğunlukla magazin programlarında ortaya çıkıyor. Kişiler, merak duygularını başkalarının hayatını öğrenme adına tatmin etmeye çalışıyorlar.
KAYNAK : YENİASYA